14 Mart 2012 Çarşamba

BAFA GÖLÜ

  7-12 Mayıs 2008


  
Bizim sülalenin genlerinden olsa gerek, rahmetli dayım da gezmeye çok meraklıydı, hatta meraklı denmez, hastaydı:) Kuzenim Nihan'da, ben de öyleyiz.. Nihan beni bir akşam telefonla arayarak, Atlas dergisinde gördüğü "Bafa Gölü"nden bahsederken, hemencecik o anda, bilet alıp gitmeye karar veriyoruz. Tamam iş bitmiştir. Ertesi gün, Varandan 7 Mayıs için akşam otobüslerinden birine 2 bilet alıyorum. 7 Mayıs akşamı yollara düşüyoruz. Fakaaat ben çok büyük bir hata yaparak "yeni aldığım" trekking ayakkabılarımı giyiyorum.

8 Mayıs
Sabah çayımızı getiren otobüs muavinine Bodrum'a varmadan evvel "Kapı Kırı Köyü"ne en yakın yerde inmek istediğimizi söylüyoruz. Amacımız Bafa Gölü kıyısında konaklamak. Bodrum'a varmamıza az kalıyor, aynı zamanda, otobüsde de az kimse kalıyor. O yüzden öne geçerek şoförle sohbet  etmeye  başlıyoruz. Fakat şoför bizi hiç de yolda indirmek eğiliminde değil. Israrla Bafa Gölü'nde yılan balıkları olduğundan, gölün insanı içine çektiğinden, köyün dağ başında ve bizim için sıkıcı bir yer olacağından dem vuruyor. Amacı bizi Bodrum'da inmeye razı etmek, ama bakıyor ki Bafa Gölü'ne gitmekte kararlıyız; "Eh ne yapayım, günah benden gitti, o zaman burada inmeniz lazım" deyip, bizi in cin top oynayan, yol üzerinde bir yerde bırakıyor. Bizimle  birlikte, otobüsden son kalan yolculardan 3 kişi daha iniyor. Ama bize yardım etmek değil, yüzümüze bile bakmıyorlar. Ne yapsak acaba falan diye konuşurken, orta boylu tıknaz ve sağ elinde, abartılı büyük şövalye yüzüğü olan biri adam yanımıza geliyor. Meğerse taksi şoförüymüş. Hangi otele gitmek istediğimizi soruyor, bir fikrimiz olmadığını söyleyince; "Ben sizi bir yere götüreceğim, çok memnun kalacaksınız" diyor. Biz de birbirimize bakıp, gayet babacan görünen taksicinin arabasına sırt çantalarımızla beraber atlıyoruz. Yol kıvrıla kıvrıla ağaçlar arasından devam ediyor. Bu arada, o şaşaalı yüzüğünü sorduğumuzda şoför; bunun buralarda bir gelenek olduğunu ve evlendiğinden beri, parmağında taşıdığını söylüyor. 
Neyse Bafa Gölü görünüyor. "Kaya Pansiyon"un önünde duruyoruz. Adres: İzmir-Bodrum karayolu üzerinde, Bafa kasabası yol ayırımı, Kapıkırı Köyü-Milas-Muğla. Tel: 0 252 543 53 80. info@kayapansiyon.com
Fakat benim yeni ayakkabılarım, eski ayaklarımı mahvetmiş vaziyette. Ayaklarım tamamen su toplamış durumda. Değil yürümek, olduğu yerde zonkluyorlar. Yanımıza bir köylü teyze gelerek; "Ne işiniz var böyle pahalı ayakkabılarla, bak bunlardan giyseydin birşeycikler olmazdı" diyerek, ayağındaki plastik ayakkabılarını gösteriyor. O acı ve sancı içinde ayağımın her tarafını bant ve pamuklarla desteklerken, bana da; "haklısın teyze" demekten başka  bir şey kalmıyor:)
BAFA GÖLÜ
Hava çok temiz, ortalık çok sakin ve sessiz. Daha iner inmez burayı seviyoruz. Taksiciye teşekkür ettikten sonra içeri giriyoruz, ama kimsecikler yok. Az sonra çamaşır yıkamakta olan, pansiyon sahibinin eşi çıkageliyor. Ama bizi 5 değil ancak bir gece misafir edebileceklerini, ertesi gün bir tiyatro grubunun, misafirleri olacağını söylüyor. Ama ben buradan o kadar hoşlanıyorum ki, 5 gün burada kalacağımızdan eminim. Nihan'ın şaşkın bakışları arasında, en geride bulunan, arkası dağa yaslı taş odalardan birine yerleşiyoruz. Evler tek katlı. Taştan da, ağaçtan da evler var. Oda kahvaltı 40TLye anlaşıyoruz. Bana göre, ağaçlar, güller begonviller arasında muhteşem bir yer. Yeşillik, sessizlik, göl manzarası ve tarih. Daha ne istenir ki????
Odamıza yerleştikten sonra, sahile inip etrafı keşfetmeye çalışıyoruz. Eh şimdi biraz da dinleme zamanı, odamıza çıkabiliriz. Odamız pansiyonun yayıldığı alanın en sonunda, çevremizde tarihi kalıntılar da görünmekte. Bu arada, güllerle begonviller gölün mavisiyle müthiş bir uyum sergiliyor. Çok güzel bir yer, o kadar dinlendirici ki....


ODAMIZIN DIŞTA GÖRÜNÜŞÜ
ODAMIZIN ÖNÜNDE NİHAN MANZARA SEYREDERKEN...
ODAMIZIN ÖNÜNDEKİ SARMAŞIK GÜLLERİ
ODAMIZIN ÖNÜNDEN BAFA GÖLÜ
ODAMIZIN ÖNÜNDEN KARA KISMININ GÖRÜNTÜSÜ
ODAMIZIN ÖNÜNDEN BAFA GÖLÜ - KAYA PANSİYON
BAFA GÖLÜ
ODAMIZIN KAPISINDA NİHAN - BAFA GÖLÜ
Güneş o kadar kızgın ki, mayolarımızı giyip oda kapımızın önüne yatıyoruz. Etrafta kimseler yok. Biraz güneşlendikten sonra, karnımızın acıktığını fark ediyoruz. Aşağıya inip, pansiyonumuzun tam önünde, kaleninse tam karşısında yer alan restorana yerleşiyoruz. Bira ve balık zamanı! 




Hımmmm ne lezzet, ne manzara, ne huzur. Keşke sık sık bu duyguları hissedebilse insan.
BAFA GÖLÜ

Mitolojiye göre; Latmos Dağı'nda çoban Endiymun, çobanlık yapar, bu arada kavalını çalarmış. Gölü ayna olarak kullanan ay tanrıçası Selena, çoban Endiymun'a aşık olmuş. Her dolunayda Selena Endiymun'un üzerine eğilir, gümüş ışığıyla onu sarıp sarmalarmış. 
Ay tanrıçası Selena ile çoban Endiymun'un aşkı diğer tanrıları rahatsız etmiş. Öyle ya tanrıça ile insanoğlunun aşk yaşaması olur mu? Hemen tanrılar tanrısı Zeus'a şikayete giderler. Aslında tanrılar tanrısı Zeus Selena ile çoban Endiymun'un yaşadığı aşktan memnun ama tanrıları da kırmak istemez.
Bunun üzerine Selena, Zeus'tan, aşığı çoban Endiymun'u ölümsüzlük uykusuna yatırmasını ister. Zeus ta bu düşünceyi olumlu bulur ve çobanı Latmos Dağı'nın mağaralarından birinde ölümsüzlük uykusuna yatırır.
İşte ay tanrıçası Selena ile çoban Endiymun o günden bugüne her dolunayda Latmos'da buluşur, oynaşırmış. Gerçekten de Beşparmak dağı dorukları ay ışığında karlı gibi ağarır.
Halikarnas Balıkçısı, o müthiş kitabı Anadolu Tanrılarında der ki;
''Dolunaylı bir gecede, ay tanrıçası Selena ile çoban endiymun'un seviştiğini görmeyen kişi, gönül gözünden de, dünya gözünden de yoksundur''. Daha gece olup, ay ortaya çıkmadı, ama biz hazırlığımızı yapalım, değil mi?





Karnımız da doydu, artık Kapıkırı Köyü'nün merkezine gidebiliriz. Yolda ve köyün içinde bacalarda leylek yuvaları ve içlerinde leylekler... Çok tatlı!








Köyün içinde dolaştıktan sonra biraz dinlenip, birer çay içmek için köy kahvesine gidiyoruz. Gidiyoruz gitmesine de, hiç bayan yok. Önce şöyle bir bakıp, sonra da elimizde fotoğraf makinası, kağıt kalem görünce, bizi gazeteci zannederek, masamıza geliyorlar. Muhtar, ihtiyar heyetinden birkaç kişi. Biz ne kadar gazeteci olmadığımızı  söylesek de, köyün problemlerini yazın yazın diye ısrar ediyorlar. Mesela bir çöp problemi var ki; dökecek yerleri yok, belediye her zaman almıyor, ne olacağını bilemiyorlar. Esas önemli problem ise; Menderes Ovası'nda pamuk tarlaları açmak amacıyla yapılan set ve doğurduğu çevre felaketi. Menderes taşkın mevsimlerinde tüm ovayı bir göl haline getiriyor ve Bafa Gölü'nü Ege Denizi'yle birleştiriyormuş. Bu doğal döngünün balıkların üremesi için hayatî bir önemi varmış. Çünkü Karina Lagünü'ndeki balıklar yumurtlamak için Bafa'ya geliyorlarmış. Yapılan set Karina ve Bafa'daki balık türleri için bir yıkıma yol açmış. Gölün ekolojik dengesi hızla çökmüş. Alg ve yosun türleri balıkların yokluğunda akıl almaz bir biçimde çoğalmış ve Bafa; gölden çok, pis kokulu bir bataklığa dönmüş. 
Bu yıkım kuşlar için de bir felakete yol açmış. 256 kuş türüyle Tabiat Parkı statüsünde korunması gereken göl ve çevresinde ekolojik denge bozulunca besin kaynakları yok olmuş, kuş göçleri göle uğramaz olmuş. Set yapılınca gölü besleyen en önemli su kaynağı kesilmiş ve su seviyesi de hızla düşmeye başlamış. Anlattıkları bunlar. Köylülerin üzüntüleri ve yardım beklentileri gözlerinden fışkırıyor. Biz ise sadece dinlemekle kalıyoruz. Yetkililere duyurulur.











KAYA PANSİYONUN KÜÇÜK REHBERİ DE BİZİMLE
ÖYLE GÜZEL KÜLDE KAHVE YAPIYORLAR Kİ..... 
Antik Latmos körfezinde yer alan Heraklia (Kapıkırı Köyü)nün ilk adı Latmos ve adını deniz seviyesinden 1300 metre yüksekliğe ulasan Latmos Dağı'ndan alıyor. Efes-Milet ticaret yolu üzerinde olmayan ve Latmos körfezinde yer alan Heraklia, hiçbir zaman çok önemli bir şehir olamıyor. Deniz ticaretini çok yakınında olan ünlü Milet şehrine kaptırır. Iyonya'da olmasına rağmen Heraklia, her zaman bir Karya şehrinin özelliklerini taşıyor ve tarihsel açıdan Karya şehirlerinin kaderini paylaşıyor. Diğer birçok Heraklia şehrinden ayrılması için Latmos Dağı altındaki Heraklia anlamına gelen "Heraklia ad Latmos" adını alır. M.O. 287 yılında, Heraklia'nın etrafına günümüzde bile bütün ihtişamı ile ayakta duran şehir surları inşa edilir. Göl seviyesinden yaklaşık 500 metre yüksekliğe kadar çıkan bu duvarlar 65 tane kule ile güçlendirilmiş olup yaklaşık 4 mil uzunluğundalar.
Heraklia komşusu Milet ve Priene şehirleri gibi Hippodamik stilde, yani birbirini dik kesen caddelerin meydana getirdiği satranç tahtası desenli bir plan üzerine kurulmuş.
M.Ö. 1. yüzyıl sonunda Menderes nehrinin taşıdığı alüvyonlarla denizle olan bağlantısını ve bunun sonucunda deniz ticaretini tamamen kaybeden Heraklia'nın yıldızı yavaş yavaş sönmeye sönmeye başlar. Oldukça sönük geçen Roma dönemi arkasından Herakliya'nın yıldızı Bizans döneminde yeniden parlar. M.S. 7. yüzyılda, Arap istilasından kaçan bazı keşiş ve rahipler, adaları ve Bafa Gölü’nün çevresindeki sarp kayaları mesken tutmuşlar.  Bazılarının büyük bir üne kavuştuğu bu din adamları bölgeye birçok insanin gelmesine neden olurlar. Anadolu'nun en büyük manastır merkezlerinden biri olan Latmos körfezinde bu dönem 400 yıl sürer. 10. yüzyıla kadar, Bafa Gölü’ndeki adalarda ve yakın çevresinde, en az 13 manastırın varlığı biliniyor. Bu manastırlar, 11. ve 12. yüzyıllarda terkedilmiş.
Efsaneye göre, bu bölgeye gelen keşişler mağaraların birinin içinde ünlü Endymion'un mezarını keşfederler ve mezarı bir Hıristiyan kutsal mekanı haline getirirler.
Biz de küçük rehberimizin önderliğinde tarihi Heraklia ve çevresini gezmeye başlıyoruz. 







Karya uygarlığının kenti olan Heraklia Latmos'un eteğinde kurulmuş. Şimdi üzerinde Kapıkırı Köyü olan kentin kalıntılarını her adımınızda görüyorsunuz. Dağdaki kaya mezarları, surlar, şapeller, manastırlar karşılaşacağınız kalıntılar. Bafa gölünde tekneyle gezintiye çıktığınızda sizi dört ada karşılıyor; Karga adası, Manastır adası ve İkiz adalar. Yine bu adalarda da, manastır kalıntıları yer alıyor.

Kapıkırı köyü birinci dereceden sit bölgesi bu yüzden yapılanma yok. Gölde de, tabiatı koruma kanunları geçerli.







Gün batımını bu kadar sessiz sakin biçimde izlemek, bizi resmen gevşetip romantizme sürüklüyor. Nedense içimden ağlamak geliyor. Halbuki çok mutluyum:) 
Geri dönerken yol kenarında, çok eski zeytin ağaçları görüyoruz. Küçük rehberimiz, bir tanesini göstererek, 2000 yıllık olduğunu söylüyor. Ne harika bir şey, kimbilir kimleri? Neleri görmüştür?


2000 YILLIK ZEYTİN AĞACI - KAPIKIRI KÖYÜ
9 Mayıs
Sabah kalktığımızda acaip güzel bir havayla karşılaşıyoruz. Ortalık pırıl pırıl, göl dümdüz.





Bugün tam bir kuş cenneti olan Bafa Gölündeki adaları uzaktan da olsa, gezeceğiz. Kaya Pansiyon'un sahibi Muammer Bey, istendiği takdirde, bu tür gezi hizmeti de veriyor. Yanımıza biraz yiyecek ve mayomuzu da alarak motorumuza atlıyoruz.


KAYA PANSİYONUN GÖLDEN GÖRÜNÜŞÜ - KAPIKIRI KÖYÜ

PELİKANLAR GAYET MUTLU GÖRÜNÜYORLARDI

NİHAN 2. KAPTAN
16 bin hektar alanlı orman ve gölleri ile kuşların önemli sığınma yeri olan Bafa balık göllerinde 260 kuş türü yaşıyor. Kuş bilimi ve eğitimi açısından oldukça önemli olan yörede, nesli azalan tepeli pelikan, deniz kartalı, dilkuyruk ve dikkuyruk, sayıları tüm dünya popülasyonu açısından önemli rakamlara ulaşmış durumda. Sularında ise, ünlü yılan balığı, Bafa Kefali, Levrek ve Çipura gibi nefis balıklara ev sahipliği yapıyor. Çevresindeki Latmos (Beşparmak) Dağında, yaban domuzları, tilki, saz vaşağı, kirpi, porsuk gibi yabani hayvanlar barınıyor. Göl ve çevresindeki eko sistem flora ve faunasıyla, kuş gözlemcilerinin, botanikçilerin, ressamların, doğa tutkunlarının, devasa kaya blokları ve antik yürüyüş rotalarıyla trekking, bouldering (yerden fazla yükselmeden kaya tırmanma tekniklerini kullanarak kaya üzerinde yapılan antrenman) sporcularının ve tekne turu tutkunlarının uğrak yeri olmuş.
Kuşların yanına, adalara yaklaşırken, rahatsız olmasınlar diye motoru kapatıp, kürek çekmeye başlıyoruz. Eh kaptan ve 2. kaptan mevcut olduğuna göre bana motorun baş kısmında uzanarak, sadece çevreyi dikkatle izlemek kalıyor:) İrili ufaklı  bir çok adanın önünden geçiyoruz. Bazen kuş sesleri artıyor,- bazen azalıyor. 














Son zamanlarda, M.Ö. 6. ve 5. binyılda yapılan ve şu anda 170 tanesi tespit edilen prehistorik çağ resimleri, Latmos’un tarihine yeni bir yön vermiş.


Bize gölde kaptanlık yapan Muammer Bey, aynı zamanda, rehberlik de yaparak; kazınmış ilk haçlardan olduğu düşünülen kayalara çizilmiş bir haçı gösteriyor. Ayrıca, bir sürü tarih öncesine ait kaya resimlerini de görüyoruz.  80’li yıllardan bu yana devam eden araştırmaların sonunda, tarih öncesi çağlara ait mağara resimleri bulunmuş. Alman arkeologların, köylülerin rehberliğiyle ortaya çıkardıkları ve hatta Latmos ismi altında, yalnız Almanca basılan kitaplarında dünyaya duyurdukları Prehistorik kaya resimleri, sürpriz bir keşif olmuş.
Eğer bu konuda bilgi edinmek istiyorsanız; İstanbul Sarıyer'de bulunan, Sadberk Hanım Müzesi'nden, bu bölgenin etraflı bir biçimde tarihini anlatan ve çizimleri gösteren kitaptan satın alabilirsiniz: "Tarih Öncesi İnsan Resimleri" Latmos Dağlarında ki Prehistorik Kaya Resimleri, Yazan : Anneliese Peschlow - BINDOKAT. (ama malesef sadece almancası var ben satın alamadım.)


Sayısız mağaraya İ.S. 7. yüzyılda, araplardan kaçan, birçok keşiş ve münzevi  sığınmış. Latmos keşişleri içinde en etkileyici olanı, İ.S. 10. yüzyılda yaşamış ve ünü ülke sınırları dışına taşmış olan, kutsal genç Aziz Paulos.


















HAÇI GÖRMEK İÇİN TIRMANDIĞIM KAYADAN SAHİL
Binlerce yıl öncesinden duvarlara kazınmış, boyanmış, haç ve resimleri, gördük görmesine de... Aklım o kazıntılarda kalıyor. Hiç bir korumaları yok, her an herhangi bir çılgın veya kendini bilmez tarafından zarar görmeye açık bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar. Ama nereye kadar? 
Bu arada, alakasız ama, aklıma, yer altında Fransa da gördüğüm duvara kazınmış resimler geliyor. Nasıl tescillenip önlerine cam konulduğu ve de rehbersiz gezilmeye izin verilmediği. Yani ne kadar önem verildiğini üzülerek hatırlıyorum. Hem de, bu kadar eski olmayıp, 16. yüzyıldan kalma oldukları halde:( 
"Ya Allah Bismillah, Allaha emanet olun ey binlerce yıllık resimler!" deyip, motorumuza atlayıp gezimize devam ediyoruz. Şu ana kadar gördüğümüz sahiller harika. Prehistorik insan resimlerinin kırmızı ile duvarlara, daha doğrusu kayaların altlarına, aralarına çizildiği, bir takım şaşırtıcı çizimler daha görüyoruz. Rehberimiz üzerlerine su döküldüğünde daha belirgin hale geldiklerini söylüyor ama, o zaman da tabi boyalar, her suyla birlikte soluyor. Tabi ki ıslatmamasını istiyoruz. Bunlar hepimizin tarihi eserleri, hem de prehistorik!






O KADAR GÜZEL BİR MANZARA VAR Kİ..VE DE KİMECİKLER YOK...
Bu günlük bu kadar göl gezintisi yeter, çünkü "Beşparmak Dağı" ve tepede "Yediler Manastırı" bizi bekliyor. Önce pansiyonumuza dönerek, yemeğimizi yiyip, kahvelerimizi içiyoruz. Fakat bu arada benim ayaklarımdaki su baloncukları  patladığı için, kıpkırmızı ve cırcıvık yara. Ben de pansiyon sahibinin oğlundan bir ayakkabısını, ödünç istiyorum. Ama ayakkabı o kadar büyük ki. Benim istediğim de o zaten. Yani yaralarıma temas eden bir şey olmaması. O yüzden de; içini, çoraplar ve pamuklarla destekliyorum. Ölmek var dönmek yok. Buralara kadar kalkıp gezmeye gelmişiz değil mi? Bizi hiç birşey durduramaz deyip dökülüyoruz yollara. Pansiyon sahibimiz Muammer Bey bir araba ile bizi "Gölyaka Köyü"ne götürüyor. Oradan vuruyoruz kendimizi dağlara:) 





Yediler Manastırı bu yöredekilerin en büyüğü ve Gölyaka Köyünden bir patika ile tırmanılarak ulaşılıyor. Manzara süper! Çevreye Zeytin ağaçları, kuş sesleri, ot kokuları ve de tabi bir de, benim ayak acılarım hakim:) Yolumuz çok kayalık ve kayalar sanki merdiven gibi giderek yükseliyor. Bu arada hem acıdan, hem de gülmekten ölüyorum, çünkü ayakkabılar ayaklarıma bilmem kaç numara büyük olduğu için, adeta Bugs Bunny görünümündeyim. Hadi onu bıraktık, her adımda ayarlayamayarak kendi ayaklarıma basmama ne demeli?:) Bir ara durup, Nihan'la, bu duruma gözümüzden yaşlar gelene kadar gülüyoruz. Zavallı rehberimize de biraz yavaşlaması için, durumu açıklamak  zorunda kalıyoruz. Yükseldikçe karşımızda o kadar güzel bir manzara oluşuyor ki, manzaraya aşık olmamak imkansız.


LATMOS'DAN BAFA GÖLÜ
LATMOS'DAN BAFA GÖLÜ
Aşağı yukarı 1.5 saat yavaşça tırmandıktan sonra, zeytinler arasında Yediler manastırı görünüyor. Her taraf zeytin ağaçları. Bu arada, boz bir eşek beni pek sevmiş olacak ki peşimi bırakmıyor. 


AMA BU SURATI KİM SEVMEZ Kİ????????
Ben de onu çok seviyorum ama:) Nihan beni seçimimden dolayı tebrik ettikten sonra, zorla eşekten kurtuluyorum:) Manastır alanı; doğuda büyük ve batıda, tamamen kayalarla çevrilmiş  küçük birer avludan oluşmakta. Küçük avlunun kuzeyinde çevresi duvarlarla çevrilmiş bir yukarı kale, güneyinde ise, tek bir kaya üzerinde mazgallarla savunması güçlendirilmiş küçük bir sığınma kalesi var.


YEDİLER MANASTIRI

YEDİLER MANASTIRI - LATMOS

YEDİLER MANASTIRINDAN BAFA GÖLÜ
Manastıra girmeden evvel, kocaman mantar biçiminde bir kayanın içine fresklerle İsa, havarileri ve daha bir çok kutsal anlatım işlenmiş. Muhteşem bir şey! Ama ne yazık ki Muammer Bey alt kısımlarının tahrip edildiğini söylüyor. Biz de kalanla yetiniyoruz.


























Aynı yoldan Kaya Pansiyon'a dönerek, gün batımına karşı, yemeklerimiz hazırlanırken, biz biralarımızla derinlere dalıyoruz. Nasıl bir dinlenmedir anlatamam. Mutlaka görün, hissedin derim...
GÜN BATIMI BAFA GÖLÜN'DE BAMBAŞKA..
BİRALARIMIZLA BİRLİKTE DİNGİNLİĞİN DİBİNE VURUYORUZ:)
Yemeğimizi yedikten sonra, çok fazla oturmadan odamıza çekiliyoruz. O kadar yorgunuz ki. Ama gene de, gece, taş odamızın damında dolaşan sincapları duyuyoruz. Tabi mehtabın güzelliğinden bahsetmeme gerek yok herhalde. 

10 Mayıs
Sabah güzel bir güne günaydın diyoruz. Sessiz, sakin ve güneşli. Bugün kahvaltıdan sonra, Muammer Bey'den bizi tekrar göle götürüp bir adaya bırakmasını, sonra telefon edeceğimiz saatte, gelip almasını istiyoruz.






Nasıl sessiz sakin bir yerdeyiz anlatamam. Hatta bu sefer de, sessizlik ve ıssızlık korkutuyor bizi. Ama kitaplarımızı alıp sahile uzanıyoruz. Ayaklarımız soğuk göl suyunda dinleniyoruz. Göl suyuna önce her zaman olduğu gibi ben girip Nihan'ı heveslendiriyorum. Su soğuk fakat insanı bir anda canlandırıyor. Mayıs ayında olduğumuz için bu kadar yanabileceğimizi tahmin etmiyoruz. Tabi  benliğimizi, güneşin ve gölün kollarına bırakınca, bedenimizi unutuyoruz. Kendimize geldiğimizdeyse, iş işten geçmiş oluyor. Telefon edip Muammer Bey'i çağırıyoruz ama, gelene kadar ikimiz de pancar gibi oluyoruz.


BAFA GÖLÜ'NÜN YILAN BALIĞI
Kaya Pansiyona dönünce, karnımız çok acıktığı için hemen duşumuzu alıp yemeğe iniyoruz. Restoranın bir kenarındaki minik balık havuzunda Bafa Gölü'nün meşhur yılan balığından görüyorum. Hemen tadına bakmam lazım. Kızartma olarak masamıza geliyor ama bayağı yağlı bir balık. Yemeğimizi yedikten sonra çevreyi dolaşıyoruz, yürüyoruz. Akşam üstü pansiyona döndüğümüzde, biraz odamızda dinlenip, akşam yemeği için restorana iniyoruz. Akşam yemeği için, Nihan yeni tanıştığı ingiliz bir çifti bizimle yemeğe çağırmış. Güzel bir yemek oluyor, karı koca sürekli sırt çantası arkalarında gezen bir çift. Onlar bize gittikleri ilginç yerleri ve hikayeleri anlatırken, bizde onlara türk yemek ve mezeleri hakkında bilgi veriyoruz. Londra'da Sheakespeare'in evinin yakınında oturuyorlarmış, bizi evlerine davet ediyorlar. Yarın "Kral Yolu" na gitmek ve bu yolu izlemek istiyorlarmış ondan bahsediyorlar. Böylece, bize de, gidecek, görecek bir güzergah yaratmış oluyorlar. Yemekten sonra odamıza gidiyoruz ama sırt üstü yatıp uyumak ne mümkün? Cayır cayır yanıyoruz...


11 Mayıs
Sabah gene güzel bir köy kahvaltısından sonra, sıkı bir yürüyüş yapalım, hem çevreyi gezelim, hem de şu ingilizlerin bahsettiği "Kral Yolu"nu bulalım diyoruz. Hava çok güzel. Etrafta hayvanlardan başka hiç kimse yok, bu da manzaraya ayrıca güzellik katan bir etken.


ÇOK SAKİİİNNN HERYER....

Kaya Pansiyonun köpeği

Kaya Pansiyonun kertenkelesi:)

KAYA PANSİYONUN ÜST TERASI
YEMEK YERKEN ETRAFI BURADAN SEYRETMEK İNSANI ÇOK RAHATLATIYOR

AKSESUARLARIMIZ TAMDI:)
KAYA PANSİYONUN BAHÇESİNDEN BİR GÖRÜNTÜ
HER TARAFTA RENGARENK AĞAÇ VE BİTKİLER VAR
ÜSTTEN NİHAN VE RESTORANIN GÖRÜNÜŞÜ....
Aşağıda keyif yapıp kahvelerimizi yudumlarken İngilizler gene gelerek, ellerindeki kağıda yol tarifi yazmak için bizden yardım istiyorlar. Sonrasında da yola çıkıyorlar. Aradan bir yarım saat geçtikten sonra bizde sahilin sağ tarafına doğru yürümeye başlıyoruz. Amacımız "Kral Yolu"nu bulmak. Ama biz; ottu, böcekti derken epey bir yürümemize rağmen "Kral Yolu"nu bulamayınca, kaybolduğumuzu anlıyoruz. İşin kötüsü etrafta yol soracak hiç kimse yok. 
(Not : Biz buraya gelmeden evvel, İtalya'dan gelinlikle yola çıkıp dünyayı gezecek olan bir kadın gazeteciye, Türkiye'ye geldiğinde, bir kamyon şoförü tecavüz etmişti. Tüm medya bu olayla çalkalanmıştı.)
Bir vasıta sesi duyuyoruz. Bir de ne görelim? Karşımızda kırmızı koca bir kamyon. Yolu bu şoföre soracağız, başka şansımız yok zaten:(. Durdurup "Kral Yolu" nerede diye sorduğumuzda şoför: "Ohoooo siz yoldan çok uzaklaşmışsınız, atlayın sizi "Kral Yolu"nun yakınına bırakayım" deyince, çaresiz ön tarafa biniyoruz. Binerken de, "Bir gelinliğimiz eksik" diye düşünüyorum. Sesli düşünmüş olmalıyım ki; Nihan bana dönüp, "Ne diyorsun" diye soruyor. "Yok.. yok bir şey, haydi işimize bakalım" diyorum ve kuruluyoruz şoför mahalline. Neyse adamcağız 10-15 dakika yol gittikten sonra; "burada inin dağ tarafına doğru yürüyün" diyerek bizi sağ salim bırakıyor. 
Kendimizi dağ yolunda buluyoruz. Dağ yoluna girer girmez, gözüme ilk çarpan "Karabaş otu" oluyor. Nihan'ın "senin yüzünden zehirlenmeyelim" itirazlarına rağmen, az buçuk bitkilerden anladığım için, bunların "karabaş otu" olduğuna eminim...Başlıyoruz toplamaya.


 "Fransız lavantası” diye de bilinen, “karabaş otu”, başta Batı bölgelerimizde olmakla birlikte İstanbul'da da yetişmekte. Lavantanın Latince adı "lavare"den, yani yıkamaktan geliyor. Romalıların banyo sularına lavanta çiçekleri serptikleri söylenir. Egelilerin soğuk algınlıklarında sıkça başvurduğu bu güzel bitki, kuru topraklı ve güneşli yerleri seviyor.





Çiçekleri yaz aylarında, açtığında toplanıp, gölgede kurutuluyor. 
Ağrıları dindirir. Kalbe kuvvet verir. Balgam söker. Uyuşukluk giderir, zindelik verir. Ayrıca, sara ve beyin hastalıklarında kullanılır. Damar sertliğinde faydalıdır. Bodrum ve civarında kekik suyu gibi karabaş otunun da suyu yapılıp satılır.



Şifalı otlarımızı da topladıktan sonra, yola devam. Topraktan patika giderek değişmeye başlıyor. Evet eminim burası "Kral Yolu": birincisi çok eski taşlardan yapılmış eğri büğrü bir patika yol, ikincisi de İngilizlerin ellerinden düşürdükleri yol tarif kağıdını buluyoruz:) Eh dünya çok küçük gerçekten!  
Kral yolu Persler zamanında yapılmış, elçilere ve haber götürüp getirenlere çabuk ulaşım sağlamış. Yolumuz yavaş yavaş yukarı doğru dikleştikçe, yorgunluğumuz da o oranda artmaya başlıyor. Kral yolu kilometrelerce süren bir yol. Sonunu getirmeye; ne halimiz, ne de zamanımız olmadığını anlayınca, geri dönmeye karar veriyoruz.






Zamanımız yok, çünkü istemeyerek de olsa bu akşam İstanbu'a döneceğiz. pansiyona döndüğümüzde, duşumuzu alıp sırt çantalarımızla birlikte aşağıya iniyoruz. Son fotoğraflarımızı da çekerek herkesle vedalaşıyoruz. 



Kimbilir belki bir daha hiç karşılaşmayabiliriz de...Yurdumuzda ve dünyada, daha,  o kadar çok gezilecek, görülecek yer var ki!  



BİZİM SIRT ÇANTALI İNGİLİZLER...

Ama bize Kaya Pansiyonu bir yuva haline getiren bu insanları; Muammer Beyi, eşini, eşinin güzel yemeklerini, oğlunu hiç unutmayacağımız kesin... Allahaısmarladık...  Tekrar görüşmek umuduyla...











4 yorum:

  1. Hoş gezinizi paylaştığınız için teşşekkür ederim...Bafa gezi planı yaparken iyi bir kaynak oldu.

    Hakan

    YanıtlaSil
  2. Hoş gezinizi paylaştığınız için teşşekkür ederim...Bafa gezi planı yaparken iyi bir kaynak oldu.

    Hakan

    YanıtlaSil
  3. Vielne Dank !!! Tolle Fotos schöne Texte .Biz de yakinda raya gidecegiz simdiden sevinyorum!!Pylasigin icin MERCI!

    YanıtlaSil
  4. Güzel bir gezi yazısı olmuş, elinize sağlık.. Keyifle okunuyor...

    YanıtlaSil

İzleyiciler