19 Ocak 2012 Perşembe

SİCİLYA

                           SİCİLYA  7-17 Eylül 2011


SİRACUSA
Almanya’dan döneli daha bir hafta olmadan Oya ile Sicilya’ya gidiyoruz. Sicilya’yı seçmemizde de en büyük etken ise, benim de sonradan çok iyi arkadaş olduğum, Oya’nın çocukluk arkadaşı Michael’ın Palermo’da oturması. Daha evvel İstanbul’a geldiğinde bizi evine çağırmıştı. Biletlerimizi ayarladık, haydi bakalım ver elini Sicilya. 
CEFALU
Sicilya’nın özelliği üzerinde çok çeşitli kültürlerin yaşayıp karışmasından kaynaklanıyor. Adeta bir doğu batı sentezi olmuş. İlk çağdan beri: fenikeliler, araplar, normanlar, yunanlılar, romalılar, avusturyalılar, ispanyollar burada yaşayarak kendi kültür, görenek, mimari ve dillerinden izler bırakmışlar.
Bütün bölgenin başkenti konumundaki Palermo, dünyaca ünlü bir liman kenti. Kentte yaşayanlara Palermitani ya da daha şiirsel bir ifadeyle Panormiti deniyor.

7 Eylül

Alitalia ile Roma aktarmalı gidiyoruz. Roma’ya vardığımız insanların kıyafetlerinden hemen kendini belli ediyor. Pantalon dikişleri, stil ve kumaşları, ayakkabılar hemen değişiyor.
Palermo’ya 20.30 a doğru iniyoruz. Michael bizi hava limanından alacağı için, ulaşım problemini düşünmüyoruz. Hava çok güzel. Zaten Sicilya eylülde, ağustosu yaşamaya devam ediyor. Michael’la hararetli bir karşılaşma töreninden sonra, üstü açık Peugeot’suna binerek evin yolunu tutuyoruz. Gözümün önünde hep mafya filmleri! Bakalım ilgili bir şeyler görebilecek miyiz. Michael’ın arabası çok güzel iyi hoş da, arkada oturmak biraz sevimsiz. Kendini katlanmış çamaşır gibi hissediyorsunJ Oya’cığım bunu hissettiği için hemen sırayla arkaya  otururuz diyor. Michael’ın, Via Messina Marine’deki  evi çok güzel. Önünden yol geçiyor, yolun önünde otel motel gibi binalar ve onların önü de deniz. 3. kata asansörle çıkıyoruz. Kapıda bizi Michael’ın anne ve babası karşılıyorlar. Yok yani bedenen değil, resmen. Yani, kapıdan girer girmez fotoğrafları karşılıyor.
Bizim odamız çok büyük ve önünde de, kocaman bir balkonu var. Hatta tuvaletlerden birini Michael bize tahsis ediyor. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra, Palermo’da bu sıralar çok “in” olan bir yere gidiyoruz: “FORUM” . Yeni açılan bir alış veriş merkezi. Michael pizzacıyı çok meth etsede; güzel, ama süper bulmuyoruz. Eve gelip eşyalarımızı bize gösterilen yerlere yerleştirip, yatıyoruz.

8 Eylül
Sabah çok güzel kalkıyoruz. Hava da muhteşem ve yatağımız da gayet rahat. Sağ olsun ev sahibimiz bizi rahat ettirmek için elinden geleni yapıyor.
Bugünkü güzergahımız; “Monte Pellegrino”. Yani  şehrin biraz dışına doğru çıkıyoruz. Keyfimize diyecek yok. Sanki bir italyan filminden fırlamış gibiyiz. Üzeri açık arabamız sayesinde yüzümüzü hafif hafif okşayıp, saçlarımızı dağıtan rüzgar ve de Michael’ın tenor olan babası "Michelangelo Verso"nun   sesinden “O sole mio” etrafta yankılanırken, kıvrılarak Monte Pelligrino’ya doğru tırmanıyoruz. http://www.michelangeloverso.com

PALERMO
Aşağıda ise eşsiz bir deniz manzarası gittikçe daha da genişleyerek bizi şaşırtmaya devam ediyor. İçimden hayat bu olsa gerek, işte mutluluk diyorum. Önde Oya’nın da aynı şeyleri düşündüğünden eminim. Bir ara arkaya dönüyor, birbirimize gülümsüyoruz. 

AHBAP ÇAVUŞLAR OYA, MİCHAEL, REYHAN
İşte mutluluk bu! Tabi, tek başına yaşamaya alışmış olan, Michael’da; iki kadının arasında, umarım bizimle aynı duyguları paylaşıyordurJ

SANTUARIO SANTA ROSALIA
Önce “Santa Rosalia”ya ya uğrayacağız. Santa Rosalia Palermo’nun koruyucu azizesi. Efsaneye göre, Rosalia; 1130 yılında Sicilya’nın göbeğinde, asil bir ailenin kızı olarak doğar. Çok dindar bir kız olan Rosalia’ya bir gün Bakire Meryem görünerek dünyadan elini eteğini çekmesini söyler. 14 yaşında Monte Pellegrino’da bir mağaraya, 2 melek yardımıyla götürülen Rosalia, burada inzivaya çekilir. 

SANTUARIO SANTA ROSALIA
1160 yılında ölünceye kadar, bir kaynaktan su içip, çevrede ne bulursa onlarla beslenerek ve de zamanını dua ve  tövbeyle geçirir. Kurtarıcının kendisi ve bazen melekler ziyaretine gelirler. Rosalia, 1624de Palermo’da çıkan veba salgını esnasında önce yaşlı bir kadına; sonra da, bir avcıya görünür. Avcıya, dağda, kendi bedeninden kalanları bulabileceği yeri tarif ederek, bunları Palermo sokaklarında törenle dolaştırmasını söyler.

Valla anlaşılsın diye; dileklerimi İtalyanca yazmaya çalıştım:)
Böylelikle, avcının Rosalia’dan kalanları tarif ettiği yerde bulması ve törenle şehir sokaklarında dolaştırmasından sonra, veba salgınının durması ile bu mucize sonucunda; Rosalia Palermo’nun kutsal azizesi ilan edilir.


Bizde içeride duamızı edip, dileklerimizi diledikten sonra çıkıyoruz. Tepenin öbür tarafına doğru gidiyoruz. 
MEYVALARI PAZARDA SATILIYOR
Çünkü orası dünyaca meşhur az bulunur sahillerden birisi:“Mondello”
MONDELLO TEPEDEN GÖRÜNTÜ
Daha manzara tepeden görünür görünmez bir çığlık atarak, Michael’dan durmasını istiyorum. Çünkü bu eşsiz manzarayı; hem kendim, hem de sizler için belgelemem şart. 
MONDELLO PLAJ
Müthiş. Mondello’yu ben Çeşme’ye benzetiyorum.Tek fark Çeşme’nin sahil şeridinin daha uzun olması ve de arkasını yeşilliklere dayamamış olması. Ama denize gelince, burası da çok güzel fakat ben Çeşme, özelikle Ilıca denizini tercih ederim. Belkide alışkanlık. Ama ara sokaklar, palmiyeler aynı Çeşme. Aynen Çeşmede deniz kıyısında; mısırcı ve midye satıcılarının dolaştığı gibi, burada da içecek satanlar var. Hatta derisinin renginden dolayı kuzey Afrika’dan geldiği anlaşılan araplar yüzük, bilezik falan satıyorlar. Aynen bizde ki gibi. Biz de birer bira alıyoruz. Bizdeki eski tekel biraları büyüklüğünde kahverengi şişede. İlk defa içiyorum ama aşık oluyorum “Birra Moretti”yeJ 

Birra Moretti
Yanında da sandviç falan bir şeyler atıştırarak öğle yemeği işini hallediyoruz. Deniz sıcaklığı süper. Eşyalarımıza bir şey olmasın diye, sahilde birimiz nöbet bekliyor, diğer ikisi denize giriyor. 
MONDELLO PLAJDA OYA İLE:)
Çok güzel bir gün. Zaten deniz delisi olan benim için bu müthiş bir şey. Yaz olduğu için hava geç kararıyor. 

Saat 6 gibi üzülerek denizi bırakıyoruz. Daha eve gidip duş alıp yemeğe gideceğiz.
Şehre doğru girdiğimizde görüntü harika. Genelde evler 2-3  katlı ve mutlaka balkonlu. Balkonsuz ev görmedim desem yeridir. Zengin fakir herkesin bir balkonu var ve bununla da kalmıyor, mutlaka saksıları ve çiçekleri var. Zaten bu gezi boyunca devamlı balkon fotoğrafı çekmekten boyun fıtığı olacağım herhalde. Kapı fotoğraflarıma bir de balkon ve pencere fotoları eklenecek. Ama  o kadar şirin ki anlatamam. Hani bizde, şehrin kalabalık yerlerinde ucuz, altın yaldızlı çerçeveleriyle birlikte tablo

satanlar vardır. Bu tablolar, genelde çok renkli, balkonlu çiçekli evlerle bezelidir. Hep ben bunları uydurduklarını düşünmüşümdür. Ama şimdi gerçek olduklarını gözlerimle görüyorum. Değişik bir tente sistemleri var. Genelde yeşil beyaz çizgili, bordo yada sadece yeşil bir tente; balkon kapısından çıkıyor, balkon demirine ek olarak konulmuş bir başka demirle araya sıkştırılıyor. Tabi fakir bölgelerde demir memir yok, direk balkon demirine bir şeyle tutturuyorlar, ya da öylece sallandırıyorlar. Şu sıcak ülke insanlarının rahatlıklarına hayranım. Gerçekten de çok rahatlar. 


Biz bu kadar deli gibi koşturuyoruz da ne oluyor? Sinir, stres ve prozac tüketiminden başka ne işe yarıyor bu aşırı hız?
Mondello
Palermo’da, güneş giderken, camlar yavaş yavaş yanmaya başladığında, çoluk çocuk herkes balkonlarda. 
PALERMO
Genelde kadın, erkek, çocuk demeden, ne kadar az giysi giyebiliyorlarsa o halde balkonlardalar.
Eve gidip duşumuzu aldıktan sonra, Michael’ın babasıyla sık sık yemek yemek için takıldığı, self servis bir yere gidiyoruz. Zaten tabağımızda mutlaka biraz pizza, biraz makarna, birazda onların meşhur patlıcan kızartmalarından var. Sonra Michael bize birer meşhur Sicilya dondurması “gelato” ısmarlıyor. Zaten benim gibi dondurma delisi olan birisi için harika bir şey. Hehalde tüm hayatım boyunca yemediğim kadar dondurmayı bu gezi boyunca yiyeceğim. Oya benim kadar dondurmaya düşkün değil.
Eve dönünce, duş, arkasından Michael Oya’ya; dansçı, ressam velhasıl güzel sanatların birçok dalında kendisini ispatlamış, on parmağında on marifet olan annesi; “Marion Fernhout”un resimlerini ve tablolarını gösteriyor. http://www.marionfernhout.com/ Hatta, aralık 2010da  annesi için Palermo’da çok güzel bir sergi bile açmıştı. Yakın olsa bizde gelirdik ama maalesef katılamadık. Ben de Cihan’ın bana verdiği “not book”uma, fotoğraf makinamdaki fotoğrafları yüklüyorum. Diğer taraftan da Palermo’da sonradan neden gitmedik diyeceğimiz bir yer kalmaması için çaba sarfediyorum. Tabi bu bilgileri not aldıktan sonra Oya ile, daha sonrada nasıl gideceğimize dair Michael’la paylaşıyorum. Sonra o yorgunluğun üzerine uyku çok güzel gidiyor doğrusu.

9 Eylül
Michael sabahları sadece kuş sütünün eksik olduğu bir sofra hazırlıyor. Daha doğrusu hep birlikte hazırlıyoruz. Ben çay için su ısıtırken, benim espresso müptelası arkadaşım, Oyacım da kahvesini hazırlıyorJ Kahvaltıdan sonra, bugün “Montreale”ye gideceğiz. 
Monreale yolu
8 avroya aldığım “Güneş Adası Sicilya” kitabımdan yapacağım çeviriye göre; tepede, kayalık bir buruna hakim olarak kurulan, bu küçük şehrin en büyük özelliği dünyaca tanınan katedrali. Bir katolik benediktin manastırı olarak 13 üncü yüzyılda kuruluyor ama esas gelişimini 17 ve 18 inci yüzyıda tamamlıyor. Katedral, roma, bizans, arap etkileri taşısa da, bir  norman mimari şaheseri. 1174 de yapımına başlanan katedralin tamamlanması bir on yıl kadar sürüyor, Bakire Meryem’e adanan katedral, benediktin keşişlerine teslim ediliyor.


Monreale
Biz kapısına vardığımızda biraz sıcaktan birazda kahvesizlikten yorulduğumuz için kahve içmek üzere, bir kafeye giriyoruz. Zaten İtalya da kahve dediğinizde direk espresso akla geliyor ve de barın önünde ayakta, iki yudumda içmek bu işin raconu. 


AFİYET OLSUN OYACIM:)
Eh bizden kaçar mı tabi biz de kahvelerimizi racona uygun içtikten sonra, katedrali gezmeye başlıyoruz. Şehrin içerisindeki: “Palermo katedrali”nin tersine, “Monreale Katedrali”nin özelliği dışarıdan aşırı sade görünmesi. İçeriye giriş 2 kapıdan yapılıyor. İçeriye girdiğinizde dışarının sadeliğinin tam tersini görerek, tam bir şoka uğruyorsunuz. 




MONREALE KATEDRALİ
Dünyanın mozaikleriyle en ünlü katedralinin içindesiniz. Boş bir mm2 yer yok. Tüm duvarlar eski ve yeni ahitten tam 42 alıntının tasvirleriyle bezenmiş. 


MONREALE KATEDRALİ MOZAİKLERİ
İnsanın ağzı gerçekten açık kalıyor. Tamı tamına 6300 m2 mozaik döşeli.Sicilyalı ve Venedikli sanatçılar tarafından yapılmış.
MONREALE KATEDRALİ TAVANI
O kadar muhteşem ki mozaik, altın artık ne tür malzeme kullanıldıysa sanki dün yapılmış gibi, temiz ve pırıl pırıl. 


MONREALE KATEDRALİ
Oya ile gerçekten ağzımız açık kalıyor. Burası, kesinlikle, ölmeden görülmesi gereken yerlerden biri olmalı. 
MONREALE KATEDRALİ TEPEDEN GÖRÜNTÜ
İsteyen Katedralin üst kısmına kulelerine çıkabiliyor. Hemen 2şer avro vererek çıkıyoruz biz de. 
BENEDİKTİN MANASTIRI
Aşağısı çok güzel göründüğü gibi yandaki Benediktin manastırını da tepeden görebiliyorsunuz. 




Bol bol fotoğraf çekerek, iniyoruz. 


MONREALE KATEDRALİ TEPESİ
İniyoruz ki bir de ne görelim, bir nikah var gelinle damatta tam kapıdan girmek üzereler. 


MONREALE KATEDRAL  KULESİ
Biz de sanki akrabalarıymış gibi fotoğraflarını çekiyoruz nedense? Neyse Allah mesut etsin deyip, oradan ayrılıyoruz.
Dışarı çıktığımızda hayranlığımızı katedralin önündeki havuzun önünde fotoğraf çektirerek pekiştiriyoruz. 
MONREALE KATEDRALİNİN ÖNÜNDE OYA VE BEN...
Ama benim aklım yandaki Benediktin manastırında. Oya ve Michael, daha nefes alamadan “hadi yürüyün!” diye zorluyorum. 
BENEDİKTİN MANASTIRI








Michael :”ben kaç kez gezdim” diyerek bizi dışarıda bekliyor. 

BENEDİKTİN MANASTIRI
Oya ile Manastırın bahçesini gezmeye başlıyoruz. 




Ben kendimden geçmiş bir şekilde her biri ayrı figürler sergileyen kolon başlıklarını çekerken, bir an Oya’nın sesiyle irkiliyorum. 
BENEDİKTİN MANASTIRI VE OYA
“Bizi de çek, bizi de!” meğerse yanındaki yakışıklı İspanyoldan bahsediyormuş, tabi hemen Oya’yı çeker gibi yaparak, fotoğraflarını çekiyorum. 


BENEDİKTİN MANASTIRI
Bahçe klasik manastır bahçesi ortada kuyusu kenarlarda kapalı kapılar, kolonlar. Kolonlar, işçilik bakımından o kadar zengin ki, neredeyse her birinin tek tek fotoğrafını çekiyorum. 
BENEDİKTİN MANASTIRI KOLON BAŞLIĞI
Bu durumumu bilen zavallı Oya, hiç karışmıyor, çünkü biliyor ki karışsa da çekmeye devam edeceğim. 
Avluda ağaçlarla birlikte, çok da güzel, kuşların da gelip su içtiği, bir havuz mevcut.  


Dışarı çıktığımızda fotoğraf manyağı olmuş durumdayım. 




Michael’ı bulup görülmesi gerekli yerlerden biri olan, “Belvedere” ye gidiyoruz.
BELVEDERE
Belvedere zaten italyanca güzel görüntü demek. Adı üzerinde, şehri tepeden görebiliyorsunuz ve de çok güzel. 
BELVEDERE'DE AĞAÇLAR
Bu arada çevrede o kadar ilginç ağaçlar var ki; çiçeklisi, çiçeksizi, kocaman gövdelileri; onları da fotoğraflamadan geçemiyorum.
Monreale çok turistik bir yer dolayısıyla da hediyelik eşya satan çok mağaza var. Sicilya’ya özgü, turuncu üzerine yeşil desenli seramiklerden çok var. 


Renk o kadar hoş ki, adeta kendine doğru çekiyor. Biz tabi magnet alarak bu alma arzumuzu yatıştırdıktan sonra aşağıya, arabayı bıraktığımız yere doğru ilerliyoruz. 
MEŞHUR SİCİLYA KUKLALARI


Bu arada Sicilya’ya ait küçük parfümler var ama hiçbirisi bize yakın gelmiyor. 
Sicilya'nın sembolü olan, üç ayaklı figür, üçgen biçimindeki adanın üç ucunu temsil ediyor. Tarihçiler, bu figürün güneş sembolü olduğu görüşünde. Figürün yüzü ise, Yunan mitolojisindeki Medusa’ya ait.
Güneşin, tepemizde yumurta pişirmeye başlaması üzerine, su alıp arabaya biniyoruz. Dur bakayım: Oya arkaya geçtiğine göre, öne binme sırası bana gelmiş. Aman ne mutluJ
Tadı güzel fakat, dikenler beter...
Şehir daha evvel surlarla çevrili olduğu için, şehire giriş kapıları var. Bunlardan en önemlilerinden manierist tarzda yapılmış olan,  “Porta Nuova” yı  buluyoruz.



Porta Nuova
Bu kapı 1535 yılında Charles Quint’in Türkleri yenerek şehre girişi şerefine yapılmış. Üzerinde 2 kolsuz, 2 de kollarını çapraz yapmış 4 Türk figürü görülmekte.  Artık surlar falan kalmasa da; “Porta Nuova” modern ve tarihi şehiri birbirinden ayırmakta. 

Porta Felice
Şehrin bir diğer önemli kapısı da “Porta Felice” Mutluluk Kapısı. İspanyol kralın eşi; Donna Felice Orsini Limandan şehre bir giriş kapısı oluşturmak amacıyla  yaptırıyor. Kapı adını buradan alıyor. Biz yolumuza, Porta Nuova’dan geçip o caddeyi takip ederek yürümeye devam ediyor ve “Palermo Katedrali”ne varıyoruz.
PALERMO KATEDRALİNİN DIŞI İÇİNDEN DAHA SÜSLÜ
12. yüzyılda, arap-norman tarzında yapılmış bir roma katolik kilisesidir. Katedralin yerinde roma imparatorluğuna ait bir bazilika vardır. Bu bazilika 9. yüzyılda araplar tarafından camiye sonra da 12. yüzyılda hıristiyanlar tarafından, katedrale dönüştürülmüştür.
PALERMO KATEDRALİNİN İÇİ
Monreale Katedralinin tersine dış süslemeleri içeriden çok daha gösterişlidir. Katedralin içini de gezdikten sonra, geldiğimiz yöne doğru dönüyoruz.


PALERMO KATEDRALİ
Yolda bir şey ilgimizi çekiyor. At arabalarına bağlı olan atların kulaklarında kulaklık var sebebi ise caddede ki gürültüden çok fazla etkilenmemeleri içinmiş.




O zaman bizim İstanbul’da kulaklık olmadan sokağa çıkmamamız lazım.:)
Via Vittorio Emanuele I-90100 Palermo; “Palazzo dei Normanni”nin adresi yani norman sarayı. Katedralde bulunan heliometre, 1690'dan bu yana öğle vaktinin tespit edilmesinde kullanılıyor. Güneş ışığından yararlanarak çalışan araç mekanik bir saat ve takvim aslında ve bu açıdan astronomi tarihi açısından büyük önem taşıyor.

PALAZZO DEİ NORMANNİ
Bu muhteşem saray kompleksi içerisinde birde “Capella Palatina” Palatin Şapeli bulunmakta ki 12. yüzyıl mozaikleri görülmeye değer. 
CAPELLA PALATİNA
Sarayın 2. katında biraz beklemek zorunda kalıyoruz, çünkü burası 15 dakikada bir bir turist rehberi eşliğinde gezdiriliyor.


Sarayın salonları çok şaşaalı. Hatta kırmızı salonu ben; sarı salonu Oya alıyor. 
PALAZZO DEİ NORMANNİ
Gezmekten ayaklarımıza kara sular indiğinde ve de saray ziyarete kapanırken oradan ayrılıyoruz. Yorgun ve aç bir şekilde Michael’ı buluyoruz, doooğru eve ve tabi Birra Moretti’ye.


10 Eylül

Gene sıcak, ama boğucu olmayan bir Palermo gününe günaydın diyoruz. Kahvaltımızı yaptıktan sonra Piazza Marina’da Pazar günleri kurulan, antika eşya pazarı yaniii, bit pazarına gidiyoruzJ


PİAZZA MARİNA'DA BİT PAZARI - PALERMO


Bit pazarlarına çokdüşkün olan ben heyecandan ölüyorum. Dışarı çıktığımızda güneş o kadar yakıyor ki; arabanın üzerini kapatmak zorunda kalıyoruz.




Bit pazarında herşey var: kitaplar, giysiler, biblolar, kap kacak, eski mutfak eşyaları, mobilyalar vs. Ben her zaman olduğu gibi antika şişelere odaklanmış vaziyetteyim. Ama bu arada değişiklik olsun diye melek de arıyorum. 





Sonunda 3 avroya melek sandığım bir cin; bir de çan şeklinde melek alıyorum.Tabi bir de, üzerine dantel geçirilmiş küçük bir parfüm şişesi alıyorum. 
PİAZZA MARİNA 
Her şey çok güzel fakat güneşin yakıcılığı insanı sanki hep deniz kenarına çağırıyor.










Ama deniz her yerde var! Biz Palermo’yu gezmeyi tercih ederek, ara sokaklara dalıyoruz. Bir şehri en iyi ara sokaklarında kaybolarak tanıyabilirsiniz. Ama bizim kaybolma gibi bir durumumuz söz konusu değil, çünkü yanımızda Michael var.




Büyük büyük, kocaman kapılar. Kapılar çok büyük, çünkü eski devirlerde aritokrat aileler atlı arabalar kullanıyorlar. Bir de, insanların giriş çıkışını sağlamak için küçük kapıları var. 
Sokaklar, sanki hiç yer yokmuş gibi daracık. Tabi o meşhur daracık sokaklarda, bizim taşlı tarla gibi çamaşır iplerinden rengarenk çamaşırlar sallanıyor. Daha gerilere doğru gidildikçe evlerin görüntüleri de doğru orantılı olarak daha döküntü hale geliyor. Balkonlar, balkonlar, telefon telleri, sokak köşelerinde eski tip sokak lambaları.
 Şu italyan evlerinin en sevdiğim yanı ise kalın panjurları. Ben de İzmir de böyle panjurlu bir evde oturdum.


Gerçekten bu panjurlar sıcağı engelliyorlar ama, bu arada, içerisi hava da alıyor. Yüksek tavanlı, kalın panjurlu bir evde güneşli bir günün öğleden sonrasını yaşamak, güneşin o görünmeyen kokusunu duymak, bambaşka bir duygu.


Ama tabi Türkiye’de yeni olan her şey güzelmiş gibi, bu tip evler yıkılıp yerine yeni ve daha yüksek apartmanlar yapılıyor. Artık bu kalın panjurlu evler yok denecek kadar azaldı. 
Girdiğimiz marketlerden birinden 7 avroya italyanların meşhur içkisi “limoncello”dan alıyorum. Oya ile ikimizde bu içkiyi çok seviyoruz. Bu arada biz seviyoruz diye Michael da, eve  almış. Ev sahibimiz süper canımJ Çok memnunuz.
Sıcak olduğu için, hele de 1 den sonra sokaklar bomboş. Herkes siestada. Ama bizim zamanımız kısıtlı siesta falan yokJ

Caddeler, o kadar boş ki; bir tanesinin ortasında, kırmızı ışıkta, lobutlarla gösteri yapan bile var. Ama akşam üzerleri hava serinleyince, daha çok insan ve arabayı ortada görüyorsunuz.
Yemek yiyebileceğiniz yerlerin bir bölümü günün her saati açık iken, bir bölümü sadece öğlen 13- 15.30, akşam 20.00/21.00-24.00 saatleri arasında açık. Açılış saatleri temmuz ve ağustos aylarında havanın sıcaklığına bağlı olarak değişebiliyor. Sicilya’da tüm restoranlar  haftada bir gün,  bazı restoranlar yıllık tatil için   turizm sezonunu dikkate alarak farklı zamanlarda bir ay süre ile kapanıyor.
Lezzetli bir yerel yemek veya pizza  yemek isterseniz, Sicilyalıların yemek yediği, genelde ara sokaklarda bulunan fazla turistik olmayan yerleri tercih etmenizde yarar var. Sicilya’nın yemek kültürü bizim ağız tadımıza çok uygun, çünkü; Sicilya Mutfağı,  Akdeniz, İtalyan, Arap mutfağının etkisinde kalmış, karma bir mutfak. Makarna, farklı içeriklerle her öğün yenilen bir yemek. İçeriğinde farklı deniz ürünlerinin yer aldığı çok sayıda makarnadan birini mutlaka tatmalısınız. Bunlardan özellikle  “sardalyalı makarna” “Pasta con le sarde”  ile  mürekkep  balığıyla yapılmış makarnayı “Pasta al nero di sepia” yı bizim yaptığımız gibi, mutlaka denemelisiniz.
Bu arada Sicilya mutfağının vazgeçilmezleri “Cassata” ve “Cannoliyi mutlaka tatmalı, üzeri şekerleme ile kaplı meyveleri, badem ezmeli kurabiyeleri, pişirildikten sonra üzerine pudra şekeri dökülen kestaneleri  denemelisiniz.

Biz gene dolaşmamıza devam derek, yürüye yürüye; Maqueda Caddesi ile “Corso Vittorio Emanuele Caddesi’nin” kesiştiği yerde bulunan: “Piazza dei Quattro Canti” “Quattro Canti Meydanı” na varıyoruz.





Bu meydan, dört köşesinde muhteşem güzellikte dört çeşme, onların üstünde dört mevsimi temsil eden heykeller, onların üstünde dört İspanya kralının heykelleri, en üstte şehrin koruyucu azizlerinin yer aldığı; üç cepheli dört bina ile çevrili. Meydan İspanya döneminde gerçekleştirilen şehir planlamasının bir parçası olarak inşa edilmiş. Fotoğraflarımızı çekip, çeşmelere şöyle bir dokunduktan sonra, yürümeye devam.
Pretoria Meydanı üzerinde  Maqueda Caddesi’nden biraz daha yüksek seviyede, üç kademeli olarak yapılmış, Palermo’nun dört nehrini simgeleyen mitolojik canavarların, yaratıkların, çıplak kadın ve erkek heykellerinin yer aldığı 16. yüzyıldan kalma  muhteşem bir  çeşme bulunuyor: “Fontana Pretoria”.









Bu çeşme önce 1571 yılında Floransa’da, bir saray bahçesi için yapılmışken, 1574de maddi nedenler yüzünden satılarak, Palermo’ya getirilmiş. Taşınırken, 644 parçadan bir kısmı ambalajlanarak bir kısmı ambalajlanmadan gönderilmiş, tabi bu esnada da bir kısım heykeller tahrip olmuş. Yerleştirilecek alan için ise bir çok ev yıkılmış. 18 ve 19. yüzyıllarda da çok önemli olan bu meydan; heykellerinin çıplaklığı nedeniye; “Utanç Meydanı” olarak adlandırılmış. Fontana Pretoria; bilinen adıyla “Çıplaklar” veya “Utanç Çeşmesi”nin çevresinde bir tarafta yeşil ve sarı renkli süslemelerle kaplı kubbesiyle “San Giuseppe dei Teatini Kilisesi” diğer tarafta “Santa Caterina Kilisesi”, giriş ve ana kapısında dört meleğin yer aldığı, halen “Belediye Binası” olarak kullanılan, “Palazzo Della Aquile” “Della Aquile Sarayı” yer alıyor.


Bu meydandan ayrılarak yürümeye devam ettiğimizde, başka bir meydan da: Bellini Meydanında, karşımıza stil olarak bize hiç yabancı olmayan bir bina çıkıyor.


SAN CATALDO KİLİSESİ
Tepsesi bizdeki hamamların kubbelerini andırmakta olan bu bina, üzerinde üç kırmızı kubbesiyle Arap Norman tarzı “San Cataldo Kilisesi” (1154-1885). Tam yanında da, biz oradayken tamirat görmekte olan; Yunan ortodoks kilisesi: “La Chiesa di Santa Maria Dell’Ammiraglio” (La Martarona) yer almakta. Palermo adeta kiliseler şehri. Adım başı bir kiliseye rastlıyorsunuz. Hatta, Bellini Meydanını daha iyi görüntüleybilmek için San Cataldo Kilisesinin karşısındaki başka bir kilisenin merdivenlerine çıkıyorum:)
Gene ara sokaklara dalıyoruz. Evlerin gölgesi düştüğü için ara sokaklar daha serin. Ortada kimsecikler yok. Az evel Bit Pazarını dolaşırken gözüme ilişen bir tabela oldu: “Palazzo Mirto”.


Hiç kaçmaz hemen Oya ile Michael’ı oraya sürüklüyorum. Palazzo Mirto Müzesi; Via Merlo, 2 - Palermo, Telefon +39 091 6164751. Giriş 4avro. Yüzyıllar boyu, Mirto Prensliğinden, aristokrat, Filangeri ailesine ait olmuş. Hatta 1982 de orada yaşayan son Filangeri bu mekanı, müze olarak kullanılması için bağışlamış.  Mobilyaların çoğu barok stilde. Fakat, Pazar günü, bizim gittiğimiz saatte maalesef kapalı. Kapıdaki görevliye; taaa nerelerden geldiğimizi, burayı mutlaka görmek istediğimizi söyleyince, “eh peki o zaman” deyip, bize en azından, girişdeki ahırlarla, mutfak  kısmını gösteriyor. Ahırda her at için yemliği, suluğuyla birlikte, ayrı bir bölme bulunuyor. Ayrıca atlı arabalar  var. Mutfak da görülmeye değer. Kimbilir üst katlar, mobilyaları falan ne kadar  muhteşemdir diye aramızda konuşup, görevliye teşekkür edip çıkıyoruz. Neyse bu kadarına da şükür ! Artık açlıktan karnımız zil çalıyor. Şöyle güzel bir italyan pizzası ile buzz gibi bir bira bu sıcakta süper olur.




Restoran ve kafelerin çoğunlukta olduğu Piazza Marina’ya gidiyoruz. Zaten çok çok yakınız. Bir pizza restoranı olan “Ristorante Beati Paoli”nin yanındaki restoranda yemeye karar veriyoruz. 


Bu restoranın adını veriyorum çünkü tabelası çok hoşuma gidiyorJ Fiyatlar normal. Eh buz gibi biralarımızı da içtik!
Artık arabamıza atlayıp, sahil şeridinde bulunan “İsola delle Femmine” ye doğru uzanıyoruz. Yolda çok ilginç bir yapı dikkatimizi çekiyor: “Palazzina Cinese” Parco Reale della Favorita’nın içinde yer alıyor. Çin tarzında 1790da yapılmış olan bu binayı gezemiyoruz. O da kapalı. Bir taraftan da bu güneşin alnı kabağında olmaktansa, araba daha serin, zaten, deniz kıyısına gitmek için sabırsızlanıyoruz. Yolların iki kenarında, gelin gibi pembe çiçeklerle donanmış, insanın içine ferahlık veren, çok büyük olmayan, ağaçlar var.
İsola delle Femmine;  (Women's Island),adının aksine, bir ada değil. Kimsenin oturmadığı fakat 1500lü yıllarda kadınlar hapishanesi olarak kullanılan  bir adanın, tam karşısında yer alıyor. . 
İSOLA DELLE FEMMİNE
Adanın karşısındaki sahili kayalık, güzel değil. Ama kasabanın içindeki plajları çok güzel, tabi kumu da. Oraya varıp da bu kadar güzel plajlarla karşılaşınca, yanımızda mayomuz olmadığı için pişman oluyoruz. Oya en yakın mayocudan uyduruk birer mayo almayı teklif ediyor. Ben zaten dünden hazırım. Zavallı Michael ise bizi bir kafede bekleyecek. Mayocudaki,  askılardan cart bir yeşil, bir de pembe mayo aldıktan sonra kabinlere dalıyoruz. Az sonra ben gülmekten ölerek kabinden çıkıp Oya’nın kabinine giriyorum. O da aynı şekilde gülüyor. Çünkü ayna da gördüğümüz; 1980li yılların, , Banu Alkan’ıyla, Serpil Çakmaklı’sı. Bizi bir daha kimse görmeyeceği için boş ver girelim denize diyorum. Ama Oya:  “bir de bu mayoların ıslanması var, o halimizi düşünemiyorum artık” deyip, “kesinlikle girmem” diyor. Eh ben de tek başıma girip, onları bekletecek lükse sahip değilim diye düşünerek vaz geçiyorum. Böylelikle denize girme isteğimiz kursağımızda kalarak, çevreyi gezmeye devam ediyoruz.
İkinci vardığımız kasaba “İsola delle Femmine” ile “Capo Gallo” arasında, Palermo’nun  kuzey batısında yer alıyor: “Sferracavallo”  At Nalı biçiminde bir koyun kıyısında olduğu için bu ad verilmiş.




Taze balık ve deniz ürünleri üzerine bir çok restoran ve uzun bir gezinti sahiline sahip, şirin bir sicilya kasabası. 
Burada bir kafede kahve ve tuvalet molası vererek saat 6 gibi, geze geze, dönmeye karar veriyoruz. Zira eve dönmeden yapacak bir işimiz daha var. Ertesi gün Catania’ya gideceğimiz için otobüs bileti almak. Bileti SAİS traspoti Spa.otobüs firmasından alıyoruz. Palermo-Catania 14.20 avro. Akşam evde kendimize bir ziyafet çektikten sonra, ertesi gün Catania’ya gitmek üzere yatıyoruz.


11 Eylül
Yaklaşık 2.5 saatlik rahat bir otobüs yolculuğundan sonra Catania’ya varıyoruz. Catania Sicilya’nın ikinci büyük şehri. Etna Yanardağı ile deniz arasında yani “su ile ateş” arasında yer alıyor. Şehrin kaderi depremler ve Etna patlamalarıyla şekillenmiş.
Oya’nın burada da eski dostları var. Esas görmek istediği kişi, bir zamanlar eşiyle Cihangir’de yaşamış olan ve Oya’nın da, bir zamanlar, İtalya’da evlerinde kaldığı Maria. Maria’nın kardeşi, Mario ve oğlu Enrico bizi almaya geliyorlar. Enrico’nun  “Aci Castello”daki evine gidiyoruz. Maria, Enrico’nun eşi ve oğluyla yaşadığı dairenin alt katında oturuyor. Mario 85 yaşında olmasına rağmen, bizi karşılamaya motosikletle geliyor. Sicilya’da, kadın, erkek her yaştan insan motosiklet kullanıyor. Enrico’nun evi müthiş! Fakat apartmana girerken dikkatimi bir şey çekiyor, zaten çekmemesi de imkansız. Her yer kömür taşınmış gibi simsiyah toz. Etna Yanardağı’ndan dolayıymış.
Enrico ile Silvana’nın evleri; bir apartmanın en üst katında, deniz derya ayaklar altında, geniş bir teras ve benim zevkime çok hitap eden mobilyalar, aksesuarlar ve tablolar var. Nedenini sonradan öğreniyorum çünkü Enrico’nun bir antika mağazası var. O yüzden evdeki her şey seçmece ve dünyanın çeşitli yerlerinden.
Mario, Enrico, doktor eşi Silvana ve oğulları Mario ve Maria hep birlikte bir deniz restoranına gidiyoruz. 


Bizi götürdükleri restoran denize sıfır. Yediğimiz deniz ürünleriyse müthiş! 




Hiç yemediğim deniz kestanesi bile yiyorum. Süper güzel bir yemek oluyor.


O kadar deniz ürününün yanında gene makarna da istiyorlar. Doğrusu buna çok şaşırıyorum. 


Maria 90ın üzerinde, ve sık sık yaşadıklarını, geçmişini, şahısları unutabiliyor. Ama Oya’yı tanıyor. Uzun bir süre elini bırakmıyor.
Maria Oya ile birlikte İstanbul’u da, o kadar özlemiş, görmek ve orada yaşamak istiyor ki; evinin balkonundan görünen denizi bile göstererek; Bosfor diyor. Türkleri ve Türkiye’yi hiç unutmamış. Herhalde bunda, kocası ve annesinin mezarlarının İstanbul’da olmasının da büyük etkisi var. Bizimle konuşurken gözleri hep ıslak. Ben Maria’yı ilk defa görmeme rağmen aynı sızıyı kalbimde hissediyorum. İnsanın sevdiklerini ve sevdiği şeyleri  kaybetme duygusunu. Bu dokunaklı sahne karşısında, ben de göz yaşlarımı tutamıyorum. 
POZİLLO












Yemek ve kahveden sonra Mario bizi arabayla, yazlıklarının bulunduğu “Pozillo” ya götürüyor. 


Ev gayet güzel, önü kayalık, kayalar siyah. Catania’ya “Terra Nera” “Kara Toprak” denmesi boşuna değil.

POZİLLO
Ehliyetimiz yanımızda değil, yoksa gezebilmemiz hatta burda kalabilmemiz için bize sağ olsunlar araba verecekler.
Şehir merkezine gidiyoruz. En ünlü caddelerinden biri olan Via Etna’da yürüyoruz. Catania Palermo’ya göre; daha derli toplu, daha modern. 
Yolumuzun üzerinde “Chiesa San Michele Arcangelo ai Minoriti” “Özürlülerin Koruyucu Meleği Aziz Michele Kilisesi”ni ziyaret ediyoruz. Cadde, sağlı sollu bilindik ve bilinmedik büyük mağazalarla dolu. 


Tüm caddeyi denize doğru arşınlıyoruz. Via Etna ile Via Vittorio Emanuele II ve Via Garibaldi Caddelerinin kesiştiği yerdeki “Piazza del Duomo”ya varıyoruz.
Hava kararıyor. Meydan gotik binalarla çevrili. Halen şehir meclisi olarak kullanılan, “Palazzo del Municipio”; sarayın karşısında rustik sütunlarla süslü,Palazzo dei Chierici”; her şey tarihi.
Gerçekten çok sevimli ve güzel bir meydan. Katedral yanındaki binaları,  Chierici Sarayı ile bağlayan “Şehir Kapısı” “Porta Uzeda-Porta di Carlo V” olarak biliniyor. 1696 yılında yapılmış olan kapı aynı zamanda Etna Caddesi’ni liman alanına bağlıyor. Meydanın en görkemli ve önemli binası olan Norman barok tarzındaki Katedrali.
Catania’nın koruyucu azizesi “Santa Agatha”. Katedralin içerisinde Santa Agatha’nın betimlendiği tablolar var. Santa Agatha; 3. yüzyılda Catania’da doğar, asil bir ailesi vardır.kendini tanrıya adar ve tüm evlenmek isteyen taliplerini geri çevirir. Bunlardan Quintien, onu evliliğe zorlamak amacıyla bir genelev patroniçesine teslim eder. Fakat Agata hem tanrıyı inkar etmeyi hem de evliliği kabul etmeyince, onu hapsederek işkenceye tabi tutarak kerpetenle göğüsleri kopartılır. Fakat kendisini hapisde ziyarete gelen Havari Pierre tarafından iyileştirilir. Fakat diğer işkencelere dayanamayarak, tüm şehri sarsan bir depremle birlikte hayatını kaybeder.
CATANIA'NIN SPESİYALİTESİ AGATA GÖĞÜSLERİ
Bundan bir yıl sonra Etna Yanardağı patlar ve lavları Catania’ya doğru ilerler. Efsaneya göre; halk, Santa Agatha’nın naaşını örten örtüyü lavların önüne koyup, lavların ilerlemesine mani olarak, şehri kurtarır.  O tarihten itibaren, yangın, lav ve depremlerden korunmak için Santa Agatha’nın adı anılır olur. 
Santa Agatha'nın kemikleri 800 yıl bu kilisede kalır fakat 1040 yılında, Sicilya Müslümanların idaresi altındayken, Bizanslı general Georges Maniace, bu kutsal emanetleri Catania da güvende görmeyerek İstanbul'a taşıtır. 86 yıl İstanbul'da kalan Santa Agatha'nın kalıntılarını 2 asker orada olmamaları lazım diye çalarak, Catania'ya geri getirirler.
Evet kilisede birer mum yakıp çıkıyoruz. Hava iyice kararmış. Meydanın tam ortasında “Fontana dell'Elefante” “Fil Çeşmesi” yer almakta.
FONTANA DELL'ELEFANTE
Ana maddesi bazalt olan bu heykelin ortasında siyah bir fil bulunmakta. Filin sırtında 3.36 m yüksekliğinde Asuan-Mısır’dan gelme bir obelisk var. Heykel, meydana İtalyan mimar Vaccarini tarafından yapılarak, konmuş. 1230 dan beri Catania’nın resmi amblemi olarak kabul edilen bu fil, efsaneye göre: Yunanlılar tarafından şehir kurulurken, vahşi hayvanlar bir fil tarafından kovulurlar. 


Halk tarafından bu fil "U Liotru" olarak adlandırılır. Şehre arapların hakim olduğu dönemdeyse, şehir “Balad el-Fil” veya “Medinat el-Fil” olarak yani” Fil Şehri” olarak anılır. Kimilerine göre Catania’nın Libya’daki bir askeri zaferinin simgesi, kimilerine göre şehri Etna’nın lavlarından koruyan kutsal bir hayvan. Aslında bana göre bu fil; çok cana yakın olan Catania halkını da ifade eden dostluk sembolü güçlü ve sevimli bir hayvan. Bizde sağında solunda fotoğraf çektiriyoruz. Meydanın bir köşesinden su sesleri geliyor, orada da mitolojik öğelerle bezenmiş bir çeşme bulunmakta. 

Meydanda yer alan 1867 yılında yapılmış  Çeşme  “Fontana dell’ Amenano”, yeraltından gelen “Amenano Nehri’nin” suları ile besleniyor. Çeşmenin üzerinde yer alan heykeldeki genç, nehri simgeliyor.
Akşamın karanlığında sularda yansıyan ışıklar, heykelleri yalayan sular ve şıkırtıları, verdiği serinlik insanı ferahlatıyor. 


Dükkanlardan birinin önünde gene kocaman kuklalar var. Çok sevimliler, insan sarılmak istiyor. Hediyelik eşya dükkanları sırayla dizilmişler. Eh biz de haklarını verelim diye birer birer girip çıkıyoruz. O arada bir telefon geliyor. Enrico nerede olduğumuzu soruyor.


Mağazayı kapatmış, o da bize katılarak, ara sokakları gezdiriyor. Bu arada da barlardan birine girip mochito içmeyi de ihmal etmiyoruz.
THE STAG'S HEAD
THE STAG'S HEAD
“The Stag’s Head”  Via Micheli Rapisardi 7-9, 95100 Catania. Barın içindeki herşey, ağaç ve fıçılardan oluştuğu için, çok sıcak ve samimi bir havası var, kesinlikle gitmenizi tavsiye ederim. 
Eh artık uyku zamanı, çok da geç yatmamalıyız ki, yarın gezecek çok yer varJ





12 Eylül


Sabah saat 10a doğru şehir merkezindeyiz. Etrafı biraz da gündüz gözüyle görmek istiyoruz. İlk bulduğumuz pazara dalıyoruz.



Bizim pazarlardan pek de farkı yok. Piazza Duomo’da bulunan çeşmenin arkasında ve ara sokaklarda her sabah Palermo’daki “Vucciria Pazarı” gibi renkli ve canlı bir pazar olan “Balık Pazarı (Perscheria)” kurulurYılan ve kılıç balıkları dahil, pazardaki balıkçılarda her tür balık ve deniz ürünü var.








Ayrıca bizde olmayan bir takım sebzeler de gözüme ilişiyor.
FINOCCHI
Bunlardan biri de “Finocchi” (taze rezene): maydonozgillerden fakat, bana göre görüntüsü daha çok pırasaya benziyor, salata için çok lezzetli bir sebze, tadı da anasonlu turp gibi, değişik. Bu arada, Finocchi italyan argo dilinde ibne demekJ
Fontana dell'Elefante


Kumaş, penye, mayo, çamaşır derken pazarı bitiriyoruz. Haydi bakalımara sokaklara. Sonra tekrar Piazza Duomo. Meydanı bakalım bir de gündüz gözüyle görmek istiyoruz. 
DUOMO


DUOMOyu ziyaret ettikten sonra, sokaklar bizim. 
CATANİA SOKAKLARI
CATANİA' DA BALKON
CATANİA

CATANIA
CATANIA
Yürüye yürüye gelmek istediğimiz Benediktin manastırına geliyoruz.







Önce burası olkul deyip girmiyoruz. Ama zaten şimdi okul, eskiden manastırmış içeri girip, etrafı incelemeye başlıyoruz.



                                                                                    

Sokak aralarından şehri algılamaya çalışıyoruz.Balkonlar, pencereler, panjurlar, tenteler, çiçekler...



Karşımıza birden bir Roma hamamı çıkıyor.



 Chiesa di S. Benedetto
 “Chiesa di San Benedetto” Catania’da bir Katolik Kilisesi la Via Crociferi üzerinde 18. yüzyılda yapılıp, Saint Benoit de Nursie’ye ithaf edilmiş. 
Bina özellikle “Melek Merdiveni” ile ünlü. Merdiven güzel bir fer forje ile çevrili. Ağaçtan büyük giriş kapısı üzerinde Saint Benoit’nın yaşamından kesitler bulunmakta.

 Chiesa di S. Benedetto  
Kilise,  Benediktin manastırının bir bölümü, manastırın iki bölümü birbirine üzeri örtülü bir geçitle bağlanmış.



Yolda dümdüz devam ediyoruz ve bir meydana çıkıyoruz.

 Karnımız acıkıyor, Oya menüleri incelemeye başlıyor bile...Acaba ne yesek???Ne içsek?:)
Yok pek beğenmiyoruz. Yola devam... Belki daha güzel bir yer buluruz. Yolumuz üzerinde gene bir Pazar girişi var ama, bu kez pas geçiyoruz. 


Sağımızda "Monastero S. Chiara" 1760.


 Solumuzda ise, bayağı büyük bir cenaze evi bulunmakta.








Gide gide “Castello Ursino”ya varıyoruz. Buraya, Piazza Duomo’da bulunan çeşmenin arka tarafında yer alan “Via Calogero” “Calogero Caddesi’ni takip ettiğinizde direk ulaşabilirsiniz.

CASTELLO URSİNO
 “Castello Ursino” “Ursino Kalesi”  Piazza “Federico di Svevia” “Federico di Svevia Meydanı”nda bulunuyor.


 Yolda burayı sorduğumuz iki kişiden biri iyi bir yerde olmadığını, diğeri de cüzdanlarımıza dikkat etmemizi söylüyor. Ama bizi yıldıramıyorlar. Castel Ursino 1239-1250 yılları arasında tamamlanan, şehrin en eski ortaçağ yapısı. Bu kale, 1500’lü yılların ortalarında yeniden inşa ediliyor.  Kalenin dört tarafında dört yuvarlak kule bulunuyor. Kalenin üst katında ise bir müze “Museo Civico”  yer alıyor. Bu müze,  farklı dönemlere ait değerli eserleri içeren üç özel koleksiyonu bir araya getiriyor.
Artık dayanımaz bir şekilde açlık çektiğimiz için, kaleyi gezmeyi sonraya bırakarak, meydanda, gözümüze kestirdiğimiz “Al Cavalier Roxy Pizzeria”da güzel bir "Spaghetti alla Vongole" "Deniz Taraklı Spagetti" yemeğe karar veriyoruz.
SPAGHETTİ ALLA VONGOLE
Yanında da “Birra Moretti”. Off Offf bu sıcakta buuzz gibi bir bira ve bir deniz ürünü spagettinin bu kadar iyi gidebileceğini, ancak, yiyip içtiğinizde anlayabiliyorsunuz:) Benim en sevdiğim spagetti türü bu zaten.



Yeme içmemiz tamamlanınca, Ursino Kalesine atıyoruz kendimizi. 




CASTELLO URSİNO'NUN KAPISI
MARİO İLE OYA CASTELLO URSİNO'NUN KAPISINDA
Bu sıcakta serin bir yerde olmak çok hoşumuza gidiyor. İçeride fotoğraf çekmek yasak. 


Salonun bir kenarıda tuvalet olarak kullanılan bir delik görünce fotoğrafını çekmeden duramıyorum. Bir de 18. yüzyıl ayakkabısı.

Bu arada, bizi çok istediğimiz “Etna”ya götürmek için Mario arıyor. Yaşasın!!! Etna Yanardağı, Sicilya'nın doğu kıyısında, Messina ve Catania'ya yakın; aktif ve Avrupa kıtasındaki en yüksek yanardağı. Şu anki yüksekliği 3.326 m olmakla beraber, zirvedeki püskürmelerle bu yükseklik zaman zaman değişmekte. Dağ, 1865'deki yüksekliğine göre 21,6 m daha alçak. 1190 km² alan kaplamakta, taban çevresi 140 km'ye varmakta.

İtalya'nın en büyük üç aktif yanardağından biri, yüksekliği en yakın rakibi Vezüv'ün üç katı, Stromboli'nin 3.5 katı kadar.

Catania dışına çıkıpyaklaşık 1 saat kadar yol alıyoruz. Kıvrıla kıvrıla yukarı tırmandıkça etrafımızdaki toprak karararak, bitki örtüsü azalıyor.

Etna Dağı’nın ancak 1800 metreye kadar olan bölümüne normal araçlarla çıkabiliyorsunuz. Dağın daha üstlerine çıkabilmeniz için finüküler ve arazi araçları kullanmanız gerekli.


Biz de daha yukarılara çıkmayıp, çıktığımız yerde bir kafede oturuyoruz. Kahvelerimizi yudumlarken, doğanın ne kadar güçlü olduğunun kalıntılarını izliyoruz. Yerden bir parça donmuş lav alıyorum. Hatıra!

Bu kadar Etna ziyareti yeter diyerek, şehir merkezine geri dönüyoruz. Mario bizi Enrico'nun antika mağazasına götürüyor.











“La Bacheca” http://www.antiquariatolabacheca.it/ 4, Via Firenze - 95129 Catania (CT). 
Tam benlik. Bir kere çok kaliteli, zevkli, dünyanın her köşesinden mobilya, eşya,tablo, biblo, takı bulunuyor. 
 Antika meraklılarının uğramasını kesinlikle tavsiye ederim. Enrico'yu beklerken, gidip bira serinleyelim diyoruz. Mağazanın az ilerisindeki pasajın içerisinde bulunan "Blanc a Manger" ye gidiyoruz.


Gelato, kahve... Dondurma beş tane olsa üst üste yerim süper!
Enrico ve bazı dostlar da bizimle birlikte oturmaya geliyor. Eh artık yorulduk. Yemek yiyip yatma zamanıJ

13 Eylül

Eveeet bugün de Mario bizi Taormina’ya götürecek. Çok güzel bir yer olduğunu duyduk. Bir tepenin üzerinde yer alan bir ortaçağ kasabası.







Müthiş bir güzellik. Kasabanın içine araba alınmıyor.. O yüzden arabamızı aşağıdaki park yerine bırakıyoruz. Mario aşağıda kafede bizi beklerken, Oya’yla, Yukarı, kalesinin tepesine çıktığımızda  manzara ifadesi zor bir hal alıyor. Tek kelimeyle nefes kesiyor. Tabiri caizse kendinizi kartal yuvasında gibi hissediyorsunuz Taormina’da.






Bu güzel kasabanın eteklerinde “Giardini Naxos” bulunmakta. Şehrin arkalarında, muhteşem bir panaromik yolla gidilen, Francis Ford Coppola'nın çevirdiği Baba filminin bir çok sahnesinin çekildiği “Savoca” ve “Forza d'Agro” kasabaları bulunmakta.


PORTA MESSİNA
Taormina Messina’ya bağlı, “Taura”dağının kayalıkları üzerine teras şeklinde kurulmuş, tarihi ise M.Ö. 1300lere kadar dayanıyor.


Kafelerle çevrelenmiş meydanı, tarihi kapılardan girilen dar sokaklara açılan caddeleri ile Taormina Sicilya’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Taormina’da; Etna manzaralı, antik tiyatro “Greco Romano”  bulunuyor.


Tarihi MÖ 3. yüzyıla kadar giden yarım daire şeklinde ki bu tarihi yapıyı Yunanlılar inşa etmeye başlamış fakat Romalılar bitirmiş.  Çok istememize rağmen; sıcak ve kalabalıktan dolayı tiyatroyu gezmek istemeyerek, es geçiyoruz. Kentte ayrıca 1892'de yapılan kazılarda bulunan Roma Dönemine ait Odeon Tiyatrosu'nun ve bir sarnıcın kalıntıları da var.  Giriş kapılarından birisi “Porta Messina” diğeri Porta Catania; bu şehirlere gidiş yönünü gösteriyor. Kasabanın merkezini üç kemerli ana cadde “Corso Umberto” oluşturuyor. Porta Messina’ya en yakın meydan: “Piazza V. Emanuele Badia”. Bu meydanda bulunan “Palazzo Corvaja”, arap döneminde yapılmış,14. ve 15. yüzyıllarda genişletilmiş.
SARAY ARTIK TURİZM BÜROSU OLMUŞ..


JULİETTA:)



Şu anda turizm bürosu ve folklör müzesi olarak kullanılıyor. İç avlusuna giriyoruz Orada, merdivenlerde çıktığım balkondan, aşağı saçlarımı sarkıtınca Mario: “Hey Jülietta” diye bağırıyor. Merdivenlerden indiğimde, ben şimdi Romeo’mu isterim o zaman diye tutturuyorum, Mario: “ben ne güne duruyorum” deyince hepimiz kopuyoruz.  Sarayın tam yanında; eski tapınak kalıntıları üzerine inşa edilmiş, “Santa Caterina d’Alessandria” kilisesi bulunuyor. Kilisenin arkasında evlerin arasında ise 2. yüzyılda yapılmış olan “Odeon” bulunmakta.
Kasabaya girdiğinizde iki taraflı, çok kaliteli hediyelik eşya dükkanları var. O kadar kaliteliki hiç bir şey alamıyoruz.







Gerçekten çok güzel fakat çok pahalı şeyler var. Yolumuza dümdüz devam ettiğimizde nefis bir meydana ulaşıyoruz: “Piazza IX. April”. “Torre Dell’Orologio” “Saat Kulesi” meydandaki tarihi yapılardan. Aşağıyı ve denizi panaromik gören tarafına doğru gidip, fotoğraf çektiriyoruz.








Kendimi keşke bir paraşüt bulsam da aşağıya atsam gibi istekle dolu buluyorum. Yerler füme, gri taşlarla süslü.


Çevremizde, resim yapan ressamlar da görüyoruz. Meydanda ayrıca:“Sant’ Agostina” ve “S. Giusseppe” Kiliseleri bulunmakta.



İbadullah turist dolu. Taormina’yı gerçekten çok beğenmeme rağmen, bir an evvel şuradan gidelim duygumla epey bir mücadele ediyorum. Çünkü eylül olmasına rağmen çok sıcak.




Artık yemek ve serinleme vakti diye güzel bir restorana giriyoruz: Ristorante “Il Ciclope” 203 Corso Umberto, Taormina.


Ciclope: Yunan mitolojisinde, güç ve kuvveti temsil eden, dev ırkından gelen ve alnının ortasında tek gözü olan yaratıklar. “Birra Messina” içiyoruz.




Ohhh o sıcakta ne kadar iyi geliyor anlatamam size. Ben bu sefer makarna yemeyerek oranın spesyalitesi olan, kılıç balığını tercih ediyorum. Tat muhteşem tabi. Oya ve Mario ise deniz ürünlü makarna yemeyi tercih ediyorlar.
Oradan çıkıp artık arabamıza kavuşmak üzere yürümeye başlıyoruz.














 
 Araba pakına gidebilmek için otobüsü beklemeye başlıyoruz. Durakta bizi arabamıza ulaştıracak otobüsü bekliyoruz. Hava çok sıcak bir deniz olsa da girsekJ Arabaya atlayıp aşağıya sahil kesimine iniyoruz. “Naxos”dayız.




Deniz süper fakat yanımızda mayo yok. Aman yaaaL Hava da, su da, deniz de süper...Ne yapalım şimdi diye düşünürken; Mario “Ben sizi bizim tenis kulübüne götüreyim, orada havuza girersiniz” diyor. Biz de hemen kabul ediyoruz tabi. Kulüp çok güzel ve sakin. Orada Mario bizden ayrılıyor.Enrico geliyor. Biz havuzda epey bir serinledikten sonra, Enrico bizi mağazasına götürüyor. Bir gün daha böyle bitiyor...


14 Eylül


Sabah, Oya yolda motosiklete binmek istiyor. Arkadan arabayla onları takip ederken ben de fotoğrafını çekiyorum. 


Bugün yolumuz "Siracusa"ya doğru gidiyor. Siracusa M.Ö.8. yüzyılda Yunan kavimleri tarafından kurulmuş ve Sicilya’ya başkentliği yapmış. Tarihi eserleri çok. Biz “Parco Archeologica della Neapolis” kısaca, “Neapolis” bölgesine gidiyoruz. Arkeolojik bölgeye girmeden evvel susuzluğumuzu gidermek için girişteki kafede birer meşrubat içiyoruz. Sonra girişden 5avro vererek biletlerimizi alıp, içeri dalıyoruz. Bilet gişesinden sonra aşağı giden yolu takip ediyoruz. Aşağıya giden yol bizi, taş ocaklarının bulunduğu  “Latomie del Paradiso”  bölgesine götürüyor. Bu bölgedeki  tarihi eserlerin yapımında, asırlar boyu bu taş ocaklarından çıkarılan taşlar kullanılmış. Ayrıca bölgedeki karanlık, nemli mağaralar bazı dönemlerde hapishane işlevi görmüş.





 
Bu mağaralardan en ilgi çekici ve de meşhur  olanı, “Dionysos Kulağı (Orecchio di Dionisio)” olarak bilinen mağara. Mağaranın girişi 65 metre uzunluğunda 23 metre yüksekliğinde büyük bir iç kulak şeklinde. Rivayete göre, dönemin diktatörü “Dionysos”, mağaranın muhteşem akustiği sayesinde mahkumların tüm konuşmalarını duyarak, ona göre hareket edermiş. Mağaranın içi gerçekten çok serin, ama nemli. Korkutucu bir görüntüsü var. Korkunç da bir akustiğe sahip. Biz de bunu denemek için acaip sesler çıkartmaktan geri durmuyoruz tabi.



Bu mağaranın dışında   bölgede tarihi açıdan daha az önem taşıyan “Grotta dei Cordari”, “Lantomia dell’ Intag-liatella”, “Latomia Santa Venera “ mağaraları bulunuyor.     

Neyse Donysos’un kulağından çıkıp, başka bir yerine kaçmadan, yolumuza devam ediyoruz. Hava o kadar sıcak ki, Mario daha evvel kalp rahatsızlığı geçirdiği için, onu mümkün olduğu kadar serinde tutmaya çalışıyoruz.
Şimdi “Teatro Greco” dayız. Taşları bembeyaz. Cayır cayır yanıyor her yer.






Tiyatroda çıkıp bir an evvel güneşten kurtulmaya bakıyoruz:)




Neapolis'den ayrılarak, Siracusa'nın sahiline iniyoruz.
Sokaklar bomboş, herkez evlerinde siesta'da. Valla keşke burada yaşasaydık! Ohh ne ala!!!
SİRACUSA SAHİL
SİRACUSA












Artık çok acıktık. Hemen bir deniz ürünleri restoranı beğenip giriyoruz içeri. 
RİSTORANTE DARSENA :Riva Garibaldi, 6 96100 Siracusa















Çoook güzel deniz ürünlü bir makarna, bira, salata,kahveden sonra, rahatlamış bir şekilde dışarı çıkıyoruz. Ver elini Palermo...




Gene SAİS Transport'la Palermo'ya dönüyoruz. Michael bizi istasyondan alıyor. Biraz çevreyi dolaştıktan sonra, Michael'ın anne ve babasıyla gittiği tipik bir Sicilya restoranına gidiyoruz. Ortam, dekorasyon ve yemekler harika. Yemekler açık büfe.




Duvarda eski Mafya babalarından birinin resmi var. Yahu insanın mafyayı sevesi tutuyor. O ne yakışıklılık, o ne karizmadır yarabbim:) Oya ile yemekten sonra tatlı niyetine, bir müddet fotoğrafı seyrediyoruz. İnsan doyuyor valla. Kimbilir gerçeği nasıldı diye düşünüp, hayaller kuruyoruz:)



DUVARDA PALERMO'NUN KUTSAL AZİZESİ SANTA ROSALİA'NIN BABA EVİNİ TERK ETMESİNİ GÖSTEREN BİR RESİM VAR




"Ristorante Lo Strascino" Pizzeria : Viale Regione Siciliana Nord Ovest, 2282 Palermo
Restorandan çok mutlu bir şekilde çıkıp, evin yolunu tutuyoruz. Eh bugün şehirler arası faaliyet gösterip epey yorulduk doğrusu. Şimdi duş alıp yatmak vakti. Ama öncesinde internetten yarın gideceğimiz yerlere yenilerini katmak için küçük bir çalışma yapmam gerek:)


15 Eylül


Bugün Sicilya'nın en tipik ve güzel, bizim de favorimiz olan "Cefalu" kasabasına gidiyoruz. Alacağımız yol 70km. Denize de gireriz diye saat 10.30 gibi varıyoruz. Cefalu 270 m yüksekliğinde ki, kayalık, "Rocca", eteklerinde kurulmuş olan bir kasaba.


Bir burunun üzerinde yer alıyor. 1131de yapılmış olan bir katedrale sahip, şirin mi şirin bir yer. Sanki evler küçük küçük alınıp, yan yana dizilmiş gibi.



Hele o daracık sokakları, inanılmaz çekici. Özellikle de benim gibi kapı, pencere fotoğrafı hastalarının çıkamayacağı, kendini alamayacağı yerler.




Henüz güneş tam tepemizde değilken, önce şööyle bir etrafı dolaşalım diyoruz. Palermo'da o kadar çok kilise gezdik ki, Cefalu'nun Katedraline şöyle bir bakmakla yetiniyoruz.


Ana caddenin, Vittorio Emanuele'nin, cadde denirse tabi, iki tarafında hediyelik eşya dükkanları yer alıyor.


Bu caddeye girip biraz yürüdüğünüzde solunuzda ilginç bir mekan bulunuyor. Orta çağdan kalma bir çamaşırhane.


Gerçi 1514de yıkılıp tekrardan yapılmış. 15 aslanın ağzından sular akıyor. Çamaşır çitilemek, dövmek için küçük yükseltiler var.



Oradan ilerlerken bir kaç restoranın içine girip manzaralarına bakıyoruz. Ne diyeyim tek kelimeyle: harika:)



"IL CORVO DEL PİRATE": L'Arca di Noe, Via Vazzana 7/8...manzara müthiş!


OYA VE BESTELEDİĞİ ŞARKI CE-CE-CEFALU:)
Gerçekten belde beste yaptıracak kadar güzel! Deniz o kadar durgun ve berrak ki, her an atlamamak için kendimizi zor tutuyoruz. 


VALLA CEFALU'NUN GÜZELLİĞİ KARŞISINDA KENDİMİZDEN GEÇTİK...







MİCHAEL KAYALIKLARI FETHEDERKEN:)



ŞERBET FESTİVALİ


                                                                             İŞTE BU BENİM KAPIM:)




CEFALU KATEDRALİ
DUOMO MEYDANI

DUOMO MEYDANI








BEN BU KAPIYI ÇOK SEVDİM:) ADINI DA MUTLULUĞA AÇILAN KAPI  KOYDUM:)


LA PORTE ETROİTE???




GÜZELLİK BUDUR

GİZEMLİ KAPI

Evet karnımız acıkıyor, denize girmeden evvel yemek işini de halledelim diyoruz. Manzarayı çok güzel alan bir restoran bularak, çöküyoruz. Hava çok sıcak. "BAR DEL MOLO": Piazza Marina, 4/5. Oya deniz ürünlü makarna yiyor onunkinde midye de var. Ben spaghetti alle vongole yiyorum, benimkinde sadece deniz kabukluları var. Michael'sa krep istiyor. Bir karaf masa şarabı ve bir sodaya 52 avro ödüyoruz.


SPAGHETTİ  Aİ FRUTTİ Dİ MARE

SPAGHETTİ ALLE VONGOLE



Yemeğimizi bitirip iyice rahatladıktan sonra şimdi deniz vakti. Sahile bir iniyoruz ki plaj 10avro. "Çocuklar plajın yanından girelim, havlumuzu serelim, 75 TL vermekten kurtuluruz" diyorum. Onlar da kabul edince, sahile yayılıyoruz.




Bu arada, Michael çeşitli komiklikler yaparak, havlusunu bacağının etrafında kıvırarak arap kıyafeti falan yapıyor. Oyanın bir türlü içinden çıkamadığı parmaklarla yapılan oyunlar gösteriyor. O kadar gülüyoruz ki, millet bize bakmaya başlıyor. Bu arada plajda epey ilginç mayolarda görüyoruz yani. Aşağıdaki gibi. Galiba bizden başka kimsenin dikkatini de çekmiyor.


ilginç tipler var




Denize doyamasak da artık kalksak şeklinde istemeye istemeye toplanıp, deniz faslını bitiriyoruz. 15-18 eylül "Sherbeth festival" i var. "festival İnternazionale del Gelato Artigianale". Her yer pembe pembe bayraklarla dolu ve dondurma tatma standları var.




15-18 EYLÜL ŞERBET FESTİVALİ
Artık gün tüm ışıklarını yitirmiş ufukta yavaş yavaş yok oluyor. her gün batımında hüzünlenirim. Ama boş ver buda yeni bir günün doğacağının müjdecisi olarak görülmeli. Öyle değil mi? Hayat hep pozitif bakmazsak yaşamın ne anlamı var ki????





Artık ara sokaklarda bir kez daha dolaşıp evimizin yolunu tutuyoruz.





OYA HEP BÖYLE GÜL...

Akşam 21.30 gibi, süper bir gün geçirmenin mutluluğuyla, Palermo'ya doğru yola koyuluyoruz. Evde herkez birşeyler atıştırıyor ve hemen yatağa...Deniz epey yormuş...
16 Eylül


Hava sıcak, bugün Palermo'nun içinde dolaşacağız. kendimizi sokaklara, önümüze çıkan pazarlara atıyoruz.










Vicolo delle Ruote, 90134 Palermo. Kilisenin önündeki pazarı iyice bir dolaştıktan sonra



"La Loggia" semtinde yer alan "Piazza San Domenico" ya varıyoruz.



1640 yılında yapılan "Chiesa di San Domenico"

COLONNA DELL'İMMACOLATA








Meydanın sol tarafında yer alan, italyan'ların ünlü mağazası "La Rinascente" 
ye atıyoruz kendimizi. Biraz serinleyelim, biraz dinlenelim diyoruz. Mağazının terasına çıkarak San Domenico Meydanı'nı ve kilisesini tepeden inceliyoruz. Fakat mağazada hiç iş yok. Neyse deyip biraz dinlenip çıkıyoruz.


LA RİNASCENTE MAĞAZASININ TERASINDAN GÖRÜNTÜ













Bu arada gece internetten bulduğum ama korkunç bir yer olduğu için, Michael'ın bizi götürmekistemediği yere gidiyoruz: "Catacombe Dei Cappuccini Palermo" Piazza Cappuccini 1, Palermo. Giriş 3 avro.


16. yüzyıl sonunda, Cappucin manastırının mezarlığında yer kalmayınca, cesetleri manastırın bodrumuna gömmeye başlarlar.1699dan itibaren de rahipler cesetleri mumyalamaya başlar.



Böylelikle bu korkunç ölüler müzesi oluşur. 8000den fazla insan mumyalaarak bu müzede saklanır. Buraya gömülen son ceset, 1920 yılında, iki yaşında ölen; Rosalie Lombard'ın cesedi o kadar iyi korunur ki, "Uyuyan Güzel" adını alır. 




Müzede cesetler, mesleklerine göre olmakla birlikte, rahipler, kadınlar, bakireler, çocuklar, suçlular olarak sınıflara ayrılıyor. İnsan manastırın altına indiğinde gördüklerine inanamıyor. Kıyafetleriyle duvara asılmış olanlar, cam içerisinde, tel örgü içerisinde yada hiç korumasız, yan yana yatmaktalar. Fotoğraf  çekmek yasak. Yani bu fotoğraflar benim çektiklerim değil. Müzeden çıktığımızda Oya ile kendimizi bayağı kötü hissediyoruz. Michael bizi dışarıda bekliyor. Biraz hava alıp, gelato yedikten sonra, Michael'ın ablasını ziyarete gidiyoruz. Gene duygulu anlardan sonra, eve dönüyoruz. Artık yavaş yavaş toplanma zamanı. Yarın yurda dönüyoruz. Bavullarımızı topluyoruz çünkü yarın evden çıkıp denize gitmeyi oradan hava limanına gitmeyi planlıyoruz. 




17 Eylül


Malesef bugün Sicilya gezimizin son günü. Kahvaltıdan sonra bavullarımızı alıp Mondello'ya, kendimizi denizin kollarına atıyoruz. Ama önce bir pastaneye uğrayarak, Sicilya'nın meşhur; üzeri şekereme kaplı, badem ezmesinden alıyoruz. Ama bayağı pahalı 1 meyve 4-5 avro tutuyor. Kilo ile satılıyor. 




Ben de ancak 5 adet alıyorum. Evdekiler bir tatsınlar baklım:)




Yemeğimizi de Modello'da yedikten sonra, Michael bizi Hava limanına bırakıyor. Birbirimizle vedalaşıp,  Türkiye'ye en kısa zamanda gelmesi için sıkı sıkı tembih ederek, uçağımıza biniyoruz. 
Ehh tabi nereye gidersen git, sonunda döneceğin yer kürkçü dükkanı oluyor. Olsun ne yapalım sağlık olsun da, gezilerimiz ömür boyu sürsün...


Bu harika gezi için; öncelikle sayesinde Sicilya gezisi fikrinin doğduğu, canım arkadaşım Oya başta olmak üzere, bize evlerini, yüreklerini, arabalarının kapılarını açan:) 


Michelangelo Verso JR  ve  ablası Pİna'ya, 
Silvana ve Enrico'ya, 
Mario ve Maria'ya, 
gösterdikleri gerçek dostluktan, misafirperverlikten  dolayı çok çok teşekkür ederim.


Dünyanın neresinde olursanız olun sizleri hiç unutmayacağım....


























İzleyiciler