19 Nisan 2013 Cuma

KAYSERİ


KAYSERİ


8-11 Nisan 2013

Kayseri Merkez:

THY’nın 10:00 uçağı ile 11:10 da Kayseri’deyiz. Bu sefer bir aile gezisi; 4 bayanız. Taksi ile Kayseri Öğretmen evine gidiyoruz. Havaalanı ile şehir merkezi arası 5 km (20 TL). Odalarımıza yerleştikten sonra, şehir merkezine, Turizm Danışma Bürosu’na doğru yollanıyoruz.
Saat Kulesi 
Bu arada, Kayseri Öğretmen Evi, şehrin genel modernliğini yakalayamamış! Banyodaki en adi plastikten terlikleri, artık ancak 3. Sınıf oteller ve hostellerde görebileceğiniz cinsten çiçekli ve de yıkanıp yıkanmadığı meçhul nevresimleri ile öğretmenlere yakışır bulmadığımız kesin! İkinci gün isteğimiz üzerine yatak takımlarını ve topak topak olmuş yastıkları değiştirseler de, bu durum “bir öğretmen olarak” beni üzülmekten alıkoyamıyor!

Çok merkezi olan, Cumhuriyet Meydanı’nda ki turizm Bürosunda, kısa bir tanışma faslından sonra, şehir haritası ve broşürleri alıyoruz. Orada görevli Mustafa Bey, ertesi gün için bize bir tur düzenleyerek, tüm gün Kapadokya Bölgesini göstermeyi teklif ediyor (sadece tur 90 TL ). Biz de kabul ederek, ertesi sabah 8.30 da otel kapısında buluşmak üzere ayrılıp, karnımız çok aç olduğu için öncelikle yemeğe gitmeye karar veriyoruz. Hedefimiz “Elmacıoğlu İskender” www.elmaciogluiskender.com . Şubesi de var ama burası merkez. Adres: Cumhuriyet Meydanı’nda, Hunat Hatun Alt geçidi çıkışında, Millet Caddesi No:5
Kesinlikle gidilmesi gereken bir yer. Garsonlarından Serkan ve Birol ile kısa sürede kanka oluyoruz. Servis çok iyi, fiyat kalite uyumu süper, ayrıca da çok merkezi. Zaten Kayseri’de kaldığımız 4 günden, şehir dışında olduğumuz 2. gün hariç, her gün “Elmacıoğlu İskender” de yemek yiyoruz. İçli köftesi, Kayseri mantısı, serçe parmağı kalınlığında ki ekşi ekşi sarmaları, yağlaması, kaymaklı künefesi, hele de bamya çorbası, hepsi harika. Verdiğimiz hesap ise İstanbul ile kıyaslandığında sembolik. Neyse dervişin aklı neredeyse fikri de oradaymışJ hemen yemeklere gark ettim sizi:)
İlk gezeceğimiz yer (restorandan da görünen) “Kayseri Kalesi”. Kale kapısında, kapının iki yanında bulunan, biraz yıpranmış aslan heykelleri karşılıyor bizi. 

Kale Roma’dan, Bizans’a; Selçuklu’dan Osmanlı’ya birçok medeniyetin  izlerini de taşıyan, iç ve dış kale olmak üzere iki bölümden oluşuyor. 

İçerisinin yenileneceği bilgisini alıyoruz. (Yoksa gördüğümüzden pek de memnun olmuyoruz. Manzara 10 TL.lik giyim eşyalarıyla dolu bir ücra Anadolu pazarı görüntüsünde.) Ayrıca kale içinde, Fatih Sultan Mehmet tarafından yapıldığı yazılı olan “Kale Cami” yer alıyor. İç kale, Selçuklu Sultanı, Alaaddin Keykubad tarafından yapılmış, hatta surlar üzerindeki Selçuklu kitabeleri halen görülebiliyor. Kaleden sonra hemen yanında bulunan “Kayseri Kapalı Çarşı”sına dalıyoruz. Fakat, çarşıya dalmadan evvelki manzara ve yayılan kokular; dükkan önlerinde kurumaya bırakılmış, asılı duran pastırma ve sucuklar karnımız tok olmasına rağmen, iştahımızı kabartıyor. O kadar çok marka ve dükkan var ki!!




Kayseri Kapalı Çarşı, ilk yapıldığı zamanlar İstanbul Kapalı Çarşı’dan sonraki ikinci büyük kapalı çarşıymış ama en son 1991de yenilenene kadar çok fazla yangına maruz kalarak, tahrip olmuş. Görülen o ki, Kapalı Çarşı’da her şey mevcut! Kapalı Çarşılara oldum olası meraklıyımdır. O doğunun gizemini taşıyan baharat kokuları, renkli renkli fistanlar, kumaşlar, yastıklar, el yapımı objeler, kuyumcular hep bende eskiyi çağrıştırır…




Kapısında Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (1723) yazılı Vezir Han’a artık; ahşap, demir tokmaklı ve çarşıya yaraşır ağırlıkta bir kapı yerine, yanaşınca otomatik açılan, camdan ve tüm aksamı görüntü kirliliği yaratan iğrenç bir kapıdan giriliyor. 
Vezir Han giriş kapısı- Hiç yakışmış mı?:(
Modernlik olarak adlandıramayacağım, tarihi çarşı ile uyumsuz yenilikler, bizim gözümüzü ve kafamızı bayağı yoruyor:( Güçlükle bulduğumuz başka bir cam kapıdan Bedesten’e giriyoruz. 

Buraya halıcılar hakim. Eh tabi tahmin edeceğiniz gibi 4 kadın olunca, epey bir zamanı burada; “o da, bu da, şu da çok güzel” gibi sözlerle halı ve kilimleri birbirimize göstererek harcıyoruz. Meral abla bir Yahyalı kilimi beğeniyor (300 TL). Bu arada satıcı bize halılarını göstermekten memnun çünkü bu aralar fazla müşteri olmadığından şikayet ediyor. Kendi gelini bile evini makine halılarıyla döşemiş. Bizim buna tepkimiz hep bir ağızdan: “Neeeee???” oluyor. Yazık valla bu güzelim değerlerimiz kaybolacak diye aklımız çıkıyor. 

Kahvelerimizi de içtikten sonra Bedesten’den ayrılıp, “Ulu Cami” namı diğer “Camii Kebir”i ziyaret ediyoruz.
Ardından Cumhuriyet Meydanı’na dönerek, “Hunat Hatun Cami”ni ziyarete gidiyoruz. Hunat Hatun, Selçuklu Hükümdarı I. Alaeddin Keykubat’ın karısı ve II. Gıyaseddin Keyhusrev’in annesi. Alaeddin, 1220 yılında, Selçuklulara kadar bağımsız kalan Kolonoros’u almak için aylarca uğraştığı halde muvaffak olamaz. Bu sırada, rüyasına giren oldukça güzel bir kız: “...Ona ne karadan ne denizden hiç kimse yetişemez. Ancak Allah’ın yardımı ile sana fetih nasip olacak” müjdesini verir. Bu rüyadan aldığı cesaretle kaleye hücum eden Alaeddin kuvvetlerinin karşısında Kir Fard teslim olur ve istek üzerine güzel kızını da Sultan’ın harem-i hümayununa gönderir. Muhteşem düğün töreninin gecesi, Alaeddin Keykubat, huzurunda kalenin kuşatılması sırasında rüyasına giren ve göz kamaştırıcı güzelliğe sahip olan Prensesi görünce, hayret ve heyecanla: “Mahperi!.. Mahperi!” diye seslenir ve karısını böylece isimlendirir.(Mahperi=ay gibi peri kadar güzel). 
Hunat Hatun Camii
Mahperi Hunat Hatun, kısa zamanda halkın saygı ve itimadını kazanır, İslam dinine de kuvvetle inanır. Yaptırdığı dini ve kültürel müesseselerle bunu ispat eden Prenses Mahperi (Hunat Hatun), aynı zamanda Selçuklu mimari sanatının şaheser örneklerini de ebedileştirir. Hunat Hatun, sağlığında yaptırdığı külliye içindeki türbesine gömülür.
Hunat Hatun Caminin önünde mevlid şekeri dağıtıyorlar ama dağıtanların polis olması bizi şaşırtıyor, zira Türk Polis Teşkilatının kuruluşunun 168. yılı vesilesiyle, şehitlerimiz için, camide Mevlid’i Şerif okunuyor. Biz de duasına yetişiyoruz.  Mevlid şekerlerimizi aldığımız gibi inşallah edilen dualardan, nasibimizi de almışızdır.
Sonraki güzergahımız, Mevlana’nın hocası “Seyyid Burhaneddin Hz.lerinin Türbesi” (1165-1244) oluyor.  Hz. Hüseyin'in soyundan olup gerçekleri iyice araştırıp kavradığı için "Muhakkık" gizli sırları bilmesinden dolayı "Seyyid'i Sırdan" lakabıyla meşhur. 




Türbe, aynı adla anılan caddenin sonunda yer alan, Seyyid Burhaneddin Mezarlığı içerisinde bulunuyor. Mezarların çoğu Selçuklulardan kalma. Türbenin içerisinde; “Tahta kılıçtan iki kişi korkar, biri düşman, öbürü bilgisiz insan” gibi özlü sözler ve dualar asılı.
Mezarlıktan çıktığımızda, kapanmış olduğu için, az ileride bulunan “Ahi Evran Zaviyesi”  (XIII.yy) şimdiki Esnaf ve Sanatkarlar Müzesi’ni  (1992) gezemiyoruz.
Ama az ötedeki ünlü “Döner Kümbet”  bizi bekliyor. Kayseri’deki Selçuklu eserlerinin en güzel örneklerinden olan bu türbe kitabesine göre Prenses Şah Cihan Hatun adına yaptırılmış, bu yüzden kümbetin diğer adı da “Şah Cihan Hatun Kümbeti”. İnşa tarihinin 1275 yılı civarında olabileceğini söylemekte. Kümbet kare bir kaide üzerine on iki köşeli bir gövdeyle oturuyor, tamamen kesme taştan. Bezemelerindeki hayat ağacı, çift başlı kartal ve aslan motifleri ile ünlü. Üzeri konik bir kubbe ile örtülü.


Döner Kümbet
Evet hava hafifçe kararmaya başlıyor, üstelik de serin ve hafif hafif atıştırıyor. Yapılacak en güzel şey, bu anı güzel bir bardak çayın yanında tatlı tuzlularla değerlendirmek diye düşünüyoruz. Daha önceden methini duyduğum, Sivas Caddesi üzerindeki “Hisar Pastanesi”ne gidiyoruz. Mamalar çok güzel fakat fiyatlar; el, kulak, cep her şeyi yakıyor. Pastaneden 3. derece yanık çıkmak istemiyorsanız (her ne kadar itirazımız üzerine fiyatta indirim yapmış olsalar da) pek de uğramanızı tavsiye etmemJ Fakat bize bu pastanenin bir artı değeri oluyor. Arka masamızda ki Dilek Hanım ve arkadaşından Kayseri hakkında faydalı bilgiler alıyoruz. Bunlardan biri de kardeşi Yavuz Beyin arkadaşının araba kiralama firması: “GaMe Rent A car” Galip Muş. Tel : 0 352 236 30 39 Cep Tel: 0 554 562 06 78 . Bir de Kayseri’ye has Gilaboru suyu içmemizi tavsiye ediyorlar. Çok teşekkürler Dilek HanımJ
Gilaboru; ülkemizde daha çok iç anadalu bölgesinde, su kenarlarında ve nemli yerlerde yetişen,  çalı görünümünde, boyu 2-3 metreye kadar ulaşan küçük bir ağaç. Kırmızı, salkım şeklinde yuvarlak meyveleri var. İlaç sanayinde hammadde olarak kullanılmakta. Gilaboru bitkisi, kanser önleyici, antioksidan ve C vitamini deposu olup, yaklaşık olarak portakaldan 10 kat daha fazla C vitamini içeriyor. Daha sonra tadına baktığımızda, eskiden annemin küp içerisinde meyve kabuklarından yaptığı mürekkebin hafif bozulmuş tadına benzetiyorum.
Öğretmen Evine doğru dönüşe geçmişken, “Kayseri Forum” modern alış veriş merkezini görüyoruz. Kayseri’de de sinemaya gitmemiş olmayalım diye içeri giriyoruz ama ne saatleri ne de filmleri beğenmeyip, birşeyler atıştırıp çıkıyoruz. Salına salına yürüyerek yatağımızın yolunu buluyoruz.

Kapadokya Bölgesi:
Sabah kahvaltısının ardından, rehberimiz Mustafa Kapadokya bölgesine doğru yola çıkıyoruz. 



İlk durağımız “Avanos”. “Chez Galip” + “Saç Müzesi”. Galip usta orada değil, ama yardımcısı bizi karşılayarak, elma çayı eşliğinde çömlek yapımını canlı olarak gösteriyor. 



İçerisi Kızılırmak’tan alınan topraklardan yapılmış bir sürü kullanım ve süs eşyası ile dolu. Buradan hemen birer güveç kapıyoruz (orta boy 15 TL). Biraz daha içerilere ilerledikçe, hem enteresan hem de tüyler ürpertici bir manzarayla karşılaşıyoruz. Mağaraların her yerinden kağıtlarla birlikte duvarlara iliştirilmiş kadın saçları sallanıyor. Bunun hikayesini öğrenmek istiyoruz. Galip Bey, yıllar evvel bir yabancı bayanla aşk yaşamış ve kadın ülkesine dönerken saçından bir tutamı burada bırakmış. Daha sonra gelen yerli yabancı turistlerde aynı geleneği sürdürünce, binlerce kadının saçlarından oluşan bir Saç Müzesi ortaya çıkmış. Galip Bey her yıl yaptığı çekilişte Kapadokya’da bilmem kaç bayana 15 gün tatil armağan ediyormuş. Ayrıca buraya tekrar geldiğinizde kendi saçınızı bulursanız size de bir armağanı oluyormuş. Benim ki hemen giriş kapısının sağında tepede asılı:) Tekrar gidersem  ödülden mahrum kalmak istemem doğrusu:) Tabi bir tutam saç bırakıp, yerine gülle gibi bir güveçle oradan ayrılmak ne kadar akıllılık onu da sormayın gitsin:(
Yol boyunca karşımıza yavaş yavaş, peri bacaları çıkmaya başlıyor. Kaya yapıları çok ilginç. Kapadokya bölgesi'ndeki Erciyes, Hasandağı ve Göllüdağ jeolojik devirlerde aktif birer volkanmış. Bu yanardağlardan çıkan lavlar, platoda, göller ve akarsular üzerinde 100-150 m kalınlığında farklı sertlikte tüf tabakasını oluşturmuş. Vadi yamaçlarından inen sel sularının ve rüzgarın, tüflerden oluşan yapıyı aşındırmasıyla 'Peribacası' adı verilen ilginç oluşumlar ortaya çıkmış. Şapkalı, konili, mantar biçimli, sütunlu ve sivri kayalar olmak üzere peribacalarının çeşitli tipleri bulunmakta. Şapkayı oluşturan kaya türü, gövdeyi oluşturan kaya topluluğuna oranla daha dayanıklı. Bu peribacasının oluşumu için ilk koşul. Şapkadaki kayanın direncine bağlı olarak, peribacaları uzun veya kısa ömürlü olmakta.
Peribacaları en yoğun şekilde Ürgüp-Uçhisar-Avanos üçgeni arasında kalan vadilerde,ki biz bu bölgeyi tamamen geziyoruz, Ürgüp-Şahinefendi arasındaki bölgede, Nevşehir Çat kasabası civarında, Kayseri Soğanlı vadisinde ve Aksaray Selime köyü civarında bulunmakta.
Avanos’dan sonraki ilk durduğumuz yer “Paşabağı” oluyor. Söylenene göre Kapadokya bölgesinde peribacalarının oluşumu en iyi Paşabağ ve yakın çevresinde izlenebilmekte. 








Paşabağı
Ben ilk defa peri bacası gördüğüm için çok etkileniyorum. Resmen insan kendini yapay bir film setinde gibi hissediyor. Gerçekten çok ilginç! Kafasında taş taşıyan iri insanlar gibi. 







Burada da kayalar oyularak içine kiliseler, evler yapılmış. Duruşları kadar, birbirinden bağımsız, değişik tonlardaki renkleri de çok etkileyici. Fotoğraf çekerken  yerin beyazlığı resmen gözlerimi alıyor. Tam bir doğa harikası…

Yolumuza devam ederek, “Derbent”e geliyoruz. Her yer rüyalar aleminden fırlamış gibi. Sanki bir heykeltıraş gelip kayalara, çeşitli hayvan ve insan şekilleri vermiş. 



Öpüşenler bile var:)



Rehberimiz Mustafa Bey Derbent’te birkaç saatliğine vadiye yayılıp, peri bacaları arasında trekking yapabileceğimizi, bu bölgeye yurt dışından bu iş için çok insan geldiğini söylüyor. Biz daha fazla yer görmeyi tercih ederek, yola devam etmeyi tercih ediyoruz.
 “Üç Güzeller” fotoğraf çekmek ve çevreyi tepeden izlemek için güzel bir yer. 2 büyük, 1 küçük Peri bacasına 3 güzeller adının verilişi bir çok efsaneye dayandırılıyor. 


Üç güzellerde: Meral-Ben-Mihri
Bu rivayetleri bir kenara bırakıp karnımızdan gelen gurultulara kulak veriyoruz. Hemen yol üzerindeki; “Ürgüp Tandırevi” bu konuda muhteşem. Açık büfe 15TL! Bedava, ne isterseniz istediğiniz kadar alabiliyorsunuz. Kesinlikle tavsiye ederim.
Göreme girişindeki kaya oluşumları beni resmen en tepesine kadar tırmandırdı. Kayalar oyularak evler yapılmış, ikiye kesilmiş büyük bir pasta gibi evin kalan yarısını, odaları, rafları çok rahat görebiliyorsunuz.







“Ürgüp” de, buraları daha da meşhur eden Asmalı Konak dizisinin konağına geliyoruz. Kendimi terk edilmiş bir film setinde hissediyorum. Konağa girer girmez solda Özcan Deniz ve Nurgül Yeşilçay’ın birlikte fotoğrafı bizi karşılıyor. 


Asmalı Konak - ÜRGÜP




Mihri Asmalı Konak avluda
İster avludan, ister kıvrılarak yükselen ahşap merdivenden üst kata çıkılabiliyor. Çoğu odalar kilitli. Bana biraz kasvetli geliyor.
“Turasan” Kapadokya bölgesi şaraplarının tadım ve satış yeri. Buraya kadar gelip de evdekilere bu şaraplardan tattırmamazlık olmaz. Bir adet 2011 Kalecik Karası (25TL) alıyorum. İçerisi, çoğu yabancı, turistlerle dolu.
“Göreme Onyx Jewellery” epey bir zamanımızı alıyor. Meral abla oradan hepimize bu gezimizin anısı olarak aynı kolyeden alıyor. Çok güzel şeyler var tabi. Fiyatlar taşa ve işçiliğe göre değişiyor. 


Göreme Onyx Jewellery  merdivenlerinde çay molası
Kapının önündeki çay molasından kısa bir süre sonra, kendimizi “Güvercinlik Vadisi” ne tepeden bakarken buluyoruz. 








Güvercinlik Vadisinden Uçhisar'ın görüntüsü

Dik yamaçların üzerine oluşturulmuş güvercinliklerin amacı; az miktarda elde edilen güvercin gübrelerinin bağlarda gübre olarak kullanılması. Tabi az elde edildiği için değerli ve her bir güvercinliğin sahibi var. Eskiden bu gübrelerden barut yapımında da faydalanılıyormuş. Dikkatimizi çeken bir nokta da her güvercinliğin altında tenekeden bir çıkıntı bulunması, bu da sansar saldırısı içinmiş. Ne ilginç değil mi? Bazen çok gezenin daha çok bildiğine inanası geliyor insanınJ
“Uçhisar Kalesi” ni uzaktan görmek bana direk Star Wars’u hatırlattı. Çok değişik bir yer. Roma döneminden beri oyularak içine çok sayıda oda, ev, sığınak, depo, sarnıç, mezar, mahsen, yapılmış, Arap akınlarına karşı önemli bir savunma noktası olmuş. 





Üzerinde saldırganlara karşı savunma amaçlı kullanılan büyük taş gülleler bulundurulmuş. Hem bir gözetleme kalesi hem de savunma kalesi olarak kullanılan Uçhisar Kalesi, Selçuklu ve Beylikler döneminde de önemini korumuştur (12.-14. yy.). Hatta 1950'li yıllara kadar insanlar kale içine oyulmuş odalarda yaşamışlar.  Kalenin tünellerle bölgenin değişik noktalarına bağlandığı söylense de, bu tünellerle ilgili henüz herhangi bir ize rastlanmamış.


Uçhisar Kalesine tırmanırken iç kısmından bir görüntü
Kale girişinde Turkish Viagra diye satılan ürünler hemen bizi kendine çekiyor ama önce kaleye tırmanmalıyız. Yukarı tırmanmak kolay, kolay da biraz performans gerektiriyor. En tepeden Avanos, Göreme ve Ortahisar’ı geniş açıdan görebiliyorsunuz. Tepedeki bayrağın dibinde çay kahve hizmeti veren salaş bir büfe bile var. 

Turistlerle şakalaşan büfeci o kadar rahat tavırlı ki kendisine sorulan sen nerelisin? Sorusuna; İtalyanım cevabı hepimizi kopartıyor:) Bu noktada hayat güzel diye düşünmeden edemiyor insan. Yolunuz Uçhisar Kalesi’ne  düşerse kale girişindeki kuru yemişlerden almayı unutmayın. Harika ötesi. Ben ki, kuru incir sevmem, bu kadar güzel ve tazesini şimdiye kadar yememiştim. Ahududu kurusu, erik kurusu, dut kurusu hepsi harika. Kesinlikle alınmalı!
Yolumuzun üzerinde adını “un helvası” koyduğumuz “Aşk Vadisi” var. Sanki kaşık kaşık un helvası yanyana dizilmiş gibi, muhteşem bir manzara.


Aşk Vadisi
“O Ağacın Altı” nda ki kahve molamızda ise karşımıza başka bir Kapadokya panaromik görüntüsü çıkıyor. 






Burada peri bacalarının rengi sanki beyaz. Beyaz tuvalet kağıtları bağlanarak oluşturulan dilek ağacıyla acayip bir uyum içerisinde. Manzara için kesin gidilmeli.



Bugün ki son durağımız; “Göreme Açık Hava Müzesi” ne giriş 15 TL. http://www.muze.gov.tr/goreme . II. yüzyılın sonlarında Kapadokya'da önemli sayıda Hıristiyan toplumu bulunmakta ve  bu devre ait iki piskoposluk bölgesi bilinmekte. Bunlardan biri bölgede uzun süre hıristiyanların merkezi olacak olan Kayseri, diğeri ise Malatya. 3. yüzyılda güçlü bir takım rahipler bölgeyi dini düşünce ve yaşantının canlı bir merkezi haline getirirler. 4. yüzyılda Kapadokya, üç büyük azizin: Kayseri piskoposu Büyük Basil, kardeşi Nyssalı Gregory ve Nazianuslu Gregor’un memleketi olarak biliniyor.
Basil, çok sofu bir hayatı tercih etmemiş, köy ve kasabalardan yeteri kadar uzakta,  manevi bir sığınak yeri olarak küçük yerleşim yerleri kurmuş. Basil'in Kapadokya kiliselerinde yapmış olduğu önemli bir reform cemaatle dua usulünü yeniden başlatması. Bugünkü Göreme Açık Hava Müzesi bu eğitim sisteminin başlatıldığı, Soğanlı, Ihlara, Açıksaray ise aynı eğitim sisteminin daha sonraları görüldüğü yerler.
Müze alanında ayrıca 8 TL ödeyerek girdiğimiz “Karanlık Kilise” dışında, “Elmalı Kilise”,   ve “Yılanlı Kilise” yi geziyoruz. Kiler, mutfak, yemekhaneyi görüyoruz. Karanlık Kilisenin adı tek bir küçük pencereden aydınlanmasından, Elmalı ve Yılanlı Kiliselerinin adları ise duvarlarındaki elma ve yılan figürlerinden kaynaklanıyor. Bu zamana kadar bu fresklerin bu kadar canlı renklerle kalmış olması muhteşem bir şey. Aklım her ne kadar Rahibeler ve Rahipler Manastırında kalıyorsa da, istemeyerek Açık Hava Müzesinden ayrılıyoruz. Alan çok güzel yeşillendirilmiş ve bakımlı. Ama dikkat saat 17.30 da kapanıyor. Bizimse çok fazla zamanımız yok, çünkü bir de açık hava müzesinin dışında aynı biletle  gezilebilen “Tokalı Kilise” yi görmek istiyoruz. Aslında yeraltı şehirleri dahil daha gezilecek bir sürü yer var. Kesinlikle, ölmeden görülmesi gereken yerlerden.
Dönüşde Kayseri Öğretmen Evinde iniyoruz ve doğğruuu ver elini “Elmacıoğlu İskender”. Burası adeta bizim Kayseri’de ki ikinci adresimiz oluyor. Hesap 4 kişi için 55TL civarında geliyor. Yemekler harika bu arada Pastanede Dilek hanımdan aldığımız numarayı arayarak, araba kiralıyoruz. Benzin hariç 70TL’ye bir  Hundai getiriyorlar. Orada garson olarak çalışan Serkan’da bize yardımcı olmak amacıyla bize şoförlük yaparak, arabayla, Talas ve Endürücük bölgelerini gezdiriyor. Söylediğine göre bu yörede güzel Rum evleri var fakat karanlıktan bir şey göremediğimiz için dönmeye karar veriyoruz. Talas gerçekten Kayseri zenginlerinin yaşadığı, gençlerin akşamları gitmek için can attığı, eğlence ve dinlence yerlerinin yoğunlukta olduğu hızlı bir bölgesi. Güzel bir yer.
Yatağımıza yattığımızda tabanlarımız zonkluyor. Ne güzel!!!

Yahyalı, Sultan Sazlığı



Üçüncü günümüzde, Kayseri'ye gelmeden önceki araştırmalarım çerçevesinde belirlemiş olduğum yerleri görmek üzere yola çıkıyoruz. Erciyes üzerinden "Develi" tarafına gideceğiz. Hava hafif hafif atıştırıyor, Erciyes yoluna girip de yükseldikçe, hava soğuyor, kar yağışı ve sisle baş başa kalıyoruz. Serkan bize Erciyes'de Kardan Adam Tesislerini önermişti, fakat havayı böyle görünce, orada fazla vakit kaybetmemek adına durmuyoruz. Herşeye rağmen gördüğümüz mazara bizi memnun ediyor: kayak kıyafetleriyle dolaşanlar, teleferik v.s bizi bir an kış ortasına götürüp getiriyor. 



İnsan yaşamı da hava gibi değil mi? Bir anda her şey değişip, ne olduğunu şaşırabiliyor insan. Allahtan ki güneş çıkmakta gecikmiyor:) Yapacak bir şey yok! Yola devam. Göz gözü görmüyor, ovaya doğru inmeye başladığımızdaysa sis dağılıp, nihayet güneş yüzünü gösteriyor. Manzara harika! Yemyeşil verimli düzlüklerde otlayan hayvanlar, arkasında başı dumanlı, karlı dağlar. 



Develi cıvıklısı yemek istiyoruz ama saat daha erken o yüzden halı, kilim bakmaya "Yahyalı" ya gidelim deyip, Develi'yi es geçiyoruz. 
Yahyalı, ortasından ırmak geçen bir kasaba. İlk gösterilen halı dükkanına dalıyoruz. Yanmakta olan sobanın başında üç yaşlı oturmuş, sohbet edip, ısınmaya çalışıyorlar. İçeride kesif bir yün kokusu, duvarlar, sandalye üstleri silme halı dolu. 
Dükkanın adı Lale Halı ve Kilimcilik. Tel: (0352) 611 31 63. Adres: Camikebir Mahallesi Cumhuriyet Meydanı No:3 Yahyalı/Kayseri. 
Dükkan sahibi Niyazi Göksun, bu işe gönül vermiş bir Yahyalı'lı. Satışı Kayseri dahil bir sürü yere toptan yapıyor. Bize hemen söylediği türk kahvelerinin eşliğinde güzel bir halı, kilim gösterisi yapıyor. Renk ve desenler o kadar muhteşem ki! Bu arada Niyazi Bey'den aldığımız bilgiye göre; Yahyalı halılarını Bünyan halılarından ayıran en önemli özellik; hem çözgüsünün hem de dokuma ipinin yün olması. Bünyan halısının örgüsü pamuk olup, dokusu yün ve floşmuş. Ama iki tür halı da Kayseri'nin en önemli el sanatları içerisinde yer almakta. 
Meral ablaya halı seçerken, tam "Heh budur!" dediğimiz anda gösterilen bir başkasına "Aaa bu da çok güzel!" diye diye, ortalık tepeleme halı doluyor. Neyse sonuçta oy birliği ile yağ yeşili kenarında benim bayıldığım ev figürleri dizili olan  orta  boy bir halı (350TL) ile kırmızının hakim olduğu küçük bir de kilimde ( 200TL) karar kılıyoruz. Bu arada Niyazi Bey aşka gelerek "Siz halıdan anlıyorsunuz ve seviyorsunuz madem" deyip, şovu abartarak elinde ki antika, değerli ve satmayı düşünmediği halı ve kilimleri de bize gösteriyor. Hepsi birer sanat eseri. İnsan böyle anlarda nasıl da Türk olduğuyla gurur duyuyor! Ne muhteşem bir kültür ve gelenek birikimimiz var değil mi? Aldıklarımızı arabanın arkasına atıp yola devam ediyoruz. Yalnız burada üzücü bir durum var, eskiden buralarda yol kenarında, hep halı kilim dokuma tezgahları diziliymiş. Şimdi nerdeee? Belki de Kirazlı Köy'ünde aradığınızı bulursunuz diyorlar ama biz köyün içinden geçerken  dokuma tezgahı falan göremiyoruz, açıkçası fazla da aramıyoruz. "Derebağı"nda ki küçük şelaleye vardığımızda, yemek yemeğe niyet etmemize rağmen, bizden başka kimse olmadığını görerek, fotoğraf çekip, "Sultan Sazlığı" na doğru yola koyuluyoruz. 

DEREBAĞI - KÜÇÜK ŞELALE

Sultan Sazlığı, Türkiye'nin sahip olduğu en önemli kuş cennetlerinden birisi. Kayseri'ye 70 km. mesafede  Develi ovasının doğu kısmında; Develi, Yahyalı ve Yeşilhisar üçgeni içinde yer almakta. Mevsimlere göre sazlığın alanı, 8 ila 13 bin hektar arasında değişmekte. Büyük kısmı sazlarla kaplı ve yer yer sahanın merkezine kadar görülmeyecek kadar çok, yüzen saz adacıkları var. Ayrıca yaklaşık 4.000 m yüksekliğindeki Erciyes ve sazların oluşturduğu muhteşem manzaralar, tüm dünyadan fotoğrafçıları bu bölgeye çekmekte.




IV. Murat 1636’da Revan Seferi’ne giderken, Yeşilhisar’da konaklar ve otağını buraya kurdurur. Ordu, 3 aydan fazla bir süre burada kalır. Sultan Ordusu’na hizmet vermesinden dolayı o tarihten itibaren sazlığın ismi; “Sultan Sazlığı” olarak kalır. Bu bölge, Afrika ile Avrupa arasındaki göçmen kuşların kullandığı iki ana göç yolunun kesişme noktasında ve eşine az rastlanan bir şekilde tatlı ve tuzlu suyu  bir arada bulunduruyor. Sultan Sazlığı, barındırdığı 301 kuş türü ile de Manyas Gölü’nden sonra Türkiye’nin ikinci önemli kuş cenneti ve ülkemizin sahip olduğu 7 önemli sulak alandan biri. Bu sebeple de, Sultan Sazlığı, “Uluslararası Ramsar Sözleşmesi” kapsamına alınıyor.


Ovaçiftliği Köyünden geçerek sazlığın kıyısına ulaşıyoruz. Hemen koşarak yanımıza bir bey geliyor ve buraya kadar arabayla girmenin yasak olduğunu söylüyor. Atalay Atasoy bizi orada bulunan, kardeşi Mesut Atasoy ile birlikte işlettikleri "Sultan Pansiyon" a götürüyor. Sultan Sazlığı Kuş Cenneti Ovaçiftliği Köyü/ Yeşilhisar / Kayseri. www.sultanbirding.com  tel: 0 352 658 55 49 . Temiz, güzel ve sazlığa en yakın pansiyon. Ayrıca Atalay Bey, burada trekking, bot ve jip safarileri yaptıklarını söylüyor. Bize burada çektikleri kuş türlerini gösteren bir video izletiyor. Sultan Pansiyon'da 2 kişi, oda kahvaltı 90TL . Dinlenmek ve doğayı yakından gözlemlemek için muhteşem bir yer. Kuş seslerinden başka birşey yok. Arada bir gözlem kuleleri görülüyor. Menüyü incelediğimizde, çoğu müşterisinin yabancı olmasından olsa gerek, rakamlar bize yüksek geliyor. 10TL ye bir bira içiyorum ve oradan istemeyerek de olsa ayrılıyoruz. Kesinlikle tavsiye edilir.
Yolda, karnımız bayağı bir acıktığından "Yeşilhisar"da mola vererek, merak ettiğimiz meşhur Develi Cıvıklısından yiyoruz. Minik minik parça etli gibi bir pide. Evet güzel ama, çok da abartılı değil:) Yemek yediğimiz esnaf lokantasının pek hijyenden nasibini almamış olması, oradan çabuk ayrılmamıza neden oluyor.


Develi Cıvıklısı
Soğanlı Harabelerine varıyoruz. Oraya varana kadar tüm yol boyunca bize tür tür peri bacaları eşlik ediyor. Tokalı Kilise yazısını görünce Meral abla ile tepeye doğru tırmanmaya başlıyoruz, ama kayalar üzerine oyulmuş basamaklar bir noktada kayboluyor ve düz kaya halini alıyor. Biz de inişi düşünerek oturarak aşağıya doğru inmeye karar veriyoruz. Yerler çok kaygan. Bu arada bir müddet sağ ayağımın üzerine oturmuş olarak kalıyorum çünkü gülmekten ayağımı uzatamıyorum. 
Buraları kesinlikle görülmeli. Ürgüp, Göreme'den aşağı kalır yanları yok fakat çok ihmal edilmişler. Harabeleri gezmeye başlamadan evvel giriş kapısının tam dibindeki çay bahçesinde nefis ev yapımı ekmek eşliğinde demli çaylarımızı içiyoruz. 







Tırmanamadığımız Tokalı Kilise

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler