21 Ocak 2013 Pazartesi

GÜNEY İTALYA

                                          23-26 Ekim 2012

NAPOLİ-POMPEİ-SORRENTO-POSİTANO-AMALFİ




NAPOLİ - POMPEİ


"Kuzeyliler güneylileri sevmez, güneyliler kuzeylileri sevmez ama bütün İtalyanlar Napoli'yi sevmez" diye bir deyiş var:)
Napoli, V. yy.'da kurulur İ.Ö. 327'de Romalılar tarafından işgal edilir. İ.Ö. 90'da Roma Municipium'u, Claudius zamanında da koloni olur. M.S. 553'de Bizanslıların eline geçer. MS. 661'de Bizans düklüğünün merkezi olur. 1139"da kente giren Sicilya Kontu, Napoli'yi Norman Krallığının feodal çerçevesi içine alır ve onu bu krallığın başkenti yapar. Napoli, Tancredi döneminde (1189-1194) ve imparator Heinrich Vl'nın ölümünden sonra yeniden kazanmaya çalıştığı özerkliğini Friedrich ll'nin taç giymesi sonrasında yitirir. Kral Roberto  (1309-1343) döneminde düşünce merkezi durumuna gelen Napoli,  Cenevizliler, Barselonalılar, Marsilyalı'lar, Pisalılar, Floransalılar ve Amalfililer'in elinde uluslararası bir ticaret merkezi olur. İspanya egemenliği altındayken (1442-1713) Napoli’de gerçek bir halk ihtilali patlak verir (1647-1648). Fransızlar Napoli'yi işgal edince, onu Porte Nopea Cumhuriyetinin başkenti yaparlar. Napoli iki Sicilya krallığının çöküşüne ve Garibaldi tarafından işgal edilinceye kadar (7 Eylül 1860) başkent olarak kalır.



Sabah 7:30 da Bologna Centrale'den bindiğimiz tren 3.5 saat sonra Napoli Centrale istasyonuna varıyor. www.trenitalia.com'dan kişi başı 29 avro'ya biletleri önceden alıyorum. Tren bayağı kalabalık ve çok ilginç birşey oluyor. Bir turist yanına koyduğu sırt çantasını yere koymak istemiyor. Hatta karşısında oturan kız arkadaşı daha ilginç bir şekilde isterseniz benim yerime oturun gibi bir teklif de bulunsa da bize dinletemiyor:) Ama turist çocuk, 2 Türk'e çattığının farkında değil!!! Tabi ki de paşa paşa sırt çantasını yere indiriyor. Deli mi ne bunlar 3.5 saat ayakta mı gideceğiz???Pöh:)



Porta Nolana
Hostelimiz "Donna Adelina" Porta Nolana'da. Yeri tren istasyonuna çok yakın fakat Han kapısı gibi bir kapıdan giriyoruz. Evet gibisi fazla burası bir han!!! Gerçekten şoka uğruyoruz. Eski  mi eski, zangır zangır titreyen bir asansör, üstelik ilk defa gördüğüm paralı çalışanlardan. Merdivenler ise siyahla gri arası ve beni kullanırken başınıza her türlü şey gelebilir diye bas bas bağırıyor. Kapının önünde ise her hallerinden göçmen oldukları anlaşılan bir takım insanlar. 
Odamızın balkonundan Porta Nolana'nın gece görüntüsü:)
Aman Allahım ne yapacağız diye düşünürken bir taraftan da Hilal'e çaktırmamaya çalışıyorum. O da bana sürekli Reyhan istersen yukarıya da bir bakıp, başka bir otele gidelim diyerek, kibarca beğenmediğini ifade ediyor. Hayır, bir de burada 4 gün kalacağız. Neyse! ya Allah Bismillah deyip hanın 2. katına çıkıp kapıyı çalıyoruz ki Donna Monna hiç kimse yok!!! Kapı duvar. Haydaaa neyse ki sahibi Angela'nın telefonu var. Tam telefon açacakken yandaki kapı açılıyor. Burası bir avukatlık bürosu. Ben bize yardım edin diye içeri dalıyorum. Bu arada da en önemli problemimiz, burada fare olup olmadığı. Adama (italyanca fare kelimesini hatırlamama rağmen) soruyorum. Ooooo no! diye cevap alıyoruz. Hilal  bu arada sürekli burada fare de vardır, fare de vardır diye tekrarlıyor çünkü onun en büyük fobisi bu:)

Hostelin içini bir görüp gidelim diye beklerken Angela geliyor. Bize kalacağımız yeri gösteriyor. Burası resmen mutfağı olmayan  2 katlı, yani mezzazin bir daire. İçeriye girince şaşırıyoruz gayet güzel dışarıyla alakası yok. Üstelik 3 yatak olmasına rağmen bizden 2 kişilik parası alacak. Eh ne yapalım artık deyip kalmaya karar veriyoruz. 

Angela elimize birer harita veriyor, sabah kahvaltısını da yandaki daireden alıp tepsiyle buraya getirebilirsiniz deyip, çekip gidiyor. Zaten bir daha da kendisini görmüyoruz ayrılırken de  masa üzerine bıraktığımız 180 avroyu almaya gönderdiği temizlikçi  geliyor.



Napoli azınlığın beğenisine hitap eden bir şehir. Renkli bir tarihi, karakter sahibi bir mimariyi, uçlarda dolaşan insan tiplerini, curcunayı, döküntülüğü ve macerayı sevenler için güzel bir şehir. Şehrin bugün en ilginç yanı, tarihi mahallelerinin, banliyölerinin ve bazı önemli iş sektörlerinin, Camorra denilen Napoli mafyasının idaresi altında olması. Kurtarılmış bu bölgelere yanlışlıkla girip de başınızı belaya sokmamak için, gideceğiniz yere, kestirme değil de ana yollardan ulaşmak zorundasınız. Camorra’nın Napoli’nin başına açtığı en büyük bela, çöp sorunu. Çöpleri yok etmenin yanı sıra, sokak temizleyicileri ve çöp kamyonları da Camorra’nın emri altında.  İtalyan hükümetinin çöp ve atık yok etmek için, yeni bir yer tesis etme girişimleri, Camorra’nın rekabet yaratır endişesi ve sonrasındaki şiddete dayalı tepkisiyle yarım kalmış. Napoliler’in dediklerine göre, hükümet yetkilileri ile girilen bu savaşı Camorra kazanmış.


Neyse biz bavullarımızı bırakıp yemeye gidiyoruz. Napoli'de, ünlü iki pizzacı var: Biri Via Tribunali, 38 numaradaki “Ristorante Sorbillo”, diğeri de gene en eski pizzacılarından biri olan, "L'Antica Pizzeria Da Michele". Evet biz de  napoliten pizza yemeye buraya gidiyoruz. Adres: Via Cesare Sersale, 1  80139 Napoli. Burası 1870 den beri varlığını sürdüren resmen bizim esnaf lokantaları gibi bir mekan. İçeride sadece 2 tip pizza bulunuyor. Pizza Margherita da domates sos, fesleğen yaprakları, mozerella peyniri ve zeytinyağ var. Diğer pizza çeşidi Marinaranın içindeyse sadece domates sos, fesleğen ve zeytinyağ bulunmakta. İçeri girmek içinse size küçük bir kağıda yazılı numara veriyorlar. Kapının önünde bekliyorsunuz, numaranız okunduğunda içeri girip hemen siparişinizi veriyorsunuz. Büyük boy pizza sadece 5 avro ve de nefis. Biz aşağı yukarı 20-25 dakika sonra restorana girebiliyoruz. Masada benim yanımda bir Japon, Hilal'in yanındaysa bir Napoli'li oturuyor. İşiniz bittiği an hemen kalkmalısınız bekleyen çok!







Neyse karnımızı da güzelce doyurduktan sonra doğru Porta Nolana tren İstasyonuna, oradan da Sorrento trenine binip, Pompei'de iniyoruz (1 kişi başı 2.80 avro). Trenden inince hadi birer kahve içelim deyip Porta Marina kapısından gireceğimiz için en yakın çay bahçesinde bir nescafe içelim diyoruz ama berbat bir yani iki kahveye 9 avro veriyoruz. Neyse deyip, biletimizi (1 kişi 11 avro) alıp giriyoruz. Pompei harabeleri 8:30-19:30 arası açık. 



Girişte harita alıyoruz ama o kadar çok yer var ki görülecek. Kapıdaki görevliye mutlaka görülmesi gereken yerleri soruyoruz. başlıyoruz gezmeye, gerçekten çok karışık haritaya rağmen aynı yerden 3 kez geçtiğimiz oluyor. 

Pompei antik bir Roma kenti ama bir ticaret şehri olduğu için çok zengin. Bu yüzden de her türlü aşırılık, sapkınlık, eşcinsellik, sefahat, putlara tapma görülüyor. 24 ağustos M.S. 79 da Vezüv yanardağı patlayarak, tüm şehri ve insanları lavlar altında bırakıyor. Buna da Tanrı'nın gazabı deniliyor. 
Pompei ilk hamam ve sauna kültürünün ortaya çıktığı şehir. Girdiğimiz "Terme Stabiane" hamamlardan bir tanesi. 









İçeride o kadar çok bölme var ki. Tüm duvarlar da resim ve oymalar. Çok güzel bir kırmızı kiremit rengi hakim. Ama esas gözümün önünden gitmeyen görüntü 2 adet donmuş gibi taşlaşmış insan.










Yukarıda görüldüğü gibi evlerin bahçelerinin ortasındaki havuzların üzerinde aynı büyüklükte yağmurda su toplanmasını yarayan açıklık bulunmakta. 

Hamamdan ayrılıyoruz. Yolumuzun üzerinde o dönemde çok rövaşta olan "Lupanare" - genelev var. Hatta eskiden lupanareye giden yolun zemininde penis resimleri buluyormuş. 2 katlı binaya girdiğinizde küçücük küçücük odalarla karşılaşıyorsunuz. Odaların içinde taştan yataklar var. Müşteri yoğunluğundan dolayı biri çıkınca diğer müşteri gelmeden suyla yıkanıyormuş. gelen müşteri istediği pozisyonu kapısının üzerinde ki resminden seçerek, o odaya girermiş. 








Her köşebaşında farklı figüre sahip bir çeşme bulunmakta, bu sayede adres vermek buluşmak, daha kolaymış..

Pompei'de evler muhteşem, yaklaşık 15 odalı, iç bahçeleri olan, havuzlu ve duvarları çok  resimlerle bezenmiş.






Haritada 60 nolu anfiteatro
Anfiteatroyu da gezdikten sonra havanın kararmakta olduğunu görüp, kapıdaki görevlinin "görülmesi şart" diye işaretlediği yerlerden "Villa dei Misteri"yi görelim diyoruz. Ama çok geç... Kapanmaya 20 dakika var, bir de buralarda kapalı kalmak var. Bizde ne yapıyoruz? Zincirlerin üzerinden, kameraların görmediği bir köşeden atlayarak, kısa yoldan, koşmaya başlıyoruz. Bu arada kalbimiz ağzımızda, ama bir taraftan da fotoğraf çekiyoruz. Yarı yola geldiğimizde; ne önümüzde, ne de arkamızda, kimse olmadığını görünce çok geç kaldığımızı anlayıp, kararan havayı da hesaba katarak maalesef sırlar evini göremeden dönüyoruz. Eh ne yapalım kısmetimizde yokmuş!

Doğru tren istasyonuna.
Fareli Köyün Kavalcısı:))))))))))))))))))))))))))))))))))
Hava  karardığı için üstte gördüğünüz banka oturup tren beklemeye başlıyoruz, yanımıza da yabancı ve çocuklu bir çift gelip oturuyor. Hilal huzursuz! Ay arkamız çalılık, bir şey gelir mi? falan diyor. Ben de aman yok canım rahat ol ne gelecek? dememe kalmıyor, yanımızdaki çiftten çığlıklar yükseliyor ve Hilal de aynı anda ayağa fırlıyor. O da ne Hilal'in yanındaki çöp kutusundan da bir fare dışarı fırlamıyor mu? Aman Allahım yani inanamıyorum. Galiba insan hayatta hep neden korkarsa onu çekiyor.
Tabi Hilal'i sakinleştirmem epey zaman alıyor ve de sonrasında, şu yukarıda fotoğrafda gördüğünüz direğin altından Hilal'i ayıramıyorum, tabi tren gelene kadar:) 
Trene binince de bu sefer başımıza gelenden dolayı gülme krizimiz tutuyor. Bu trende de bir şey var herhalde, çünkü yanımızda ki çift herhalde yanlış anlaşmış olmalılar ki; adam iniyor, kadınla bebek trende kalıyor. Haydaaa!!! Bu sefer kadına yardım etmeye çalışıyoruz. Zaten bir sonraki son durak. Burada kadının çevresinde bir kalabalık oluşuyor. Her kafadan bir ses: in! Bekle! Paran var mı? Biz götürelim mi? falan gibi sorulara kadın yok bekleyeceğim diye cevap verince, biz de bırakıp, istasyondan ayrılıyoruz. Bize de hep Napoli sokakları tekin değil dendiği için, epey bir karanlık Napoli sokaklarında, koşturarak otelimize ulaşıyoruz. içeri girip kapıyı kapattığımızda birbirimizden gizli bir oh çektiğimiz kesin:) 
Bu arada otele gelmeden evvel, bir bakkala uğrayalım da su, bira, peynir falan alalım diyoruz. Bakkal diyorum çünkü uğradığımız yer tam anlamıyla bir bakkal. Porta Nolana bölgesinde Hintli, Afrikalı vs. göçmen çok. Girdiğimiz bakkal da Hintli. Elimi attığım su şişesinin kapağı açık! Hintliye gösterdiğimde hee o mu? O şişeyi bırakın ben daha evvel içtim, onu bırak başka al! diyor. Hilal de sinirle neden peki oraya geri koydunuz diye soruyor, ama cevap yerine bir gülümseme geliyor. Bir an kendimi Hindistan'da zannediyorum. Neyse biz bira ve çerezlerimizi alıp dükkandan çıkıyoruz. Biraz da karşıdaki dükkandan peynir alıp otelin yolunu tutuyoruz. Ortada kimseler yok! Bayağı karanlık, fakat bizim otelin karşı köşesinde bir hareketlilik mevcut. Biri şişman, diğeri daha zayıf iki kadın. Ortak noktaları ikisinin de dar, siyah mini elbise giymiş olmaları.  Biri köşenin bir tarafında diğeri diğer tarafına, birer sandalyeye oturmuşlar. Bizim sokak tarafında ki, seksi bir şekilde bacak bacak üzerine atmış. Biz tabi şaşırıyoruz. Az ileride de diğer köşede bayazlar giymiş bir kadın var. Arasıra bir araba duruyor. 
Odamızın ışıklarını kapatıp bir fotoğraflarını çekmeye çalışırken, bir taraftan da kadın olmanın zor yanlarıyla ilgili; "cık cık cık" sesleriyle fısıltıyla konuşuyoruz. Fotoğrafı tabi flaşsız çekiyoruz. Flaş patlarsa dayak yediğimizin resmidir:) Çünkü kadınlar dünyanın en eski mesleğini icra ediyorlar. 



İnsanlık dramı ve kadınların kullanılması dünyanın neresinde olursa olsun aynı! Maalesef böyle, çok üzücü:( 


SORRENTO - CAPRİ


Bugün 24 Ekim. Sabah erkenden kalkıp yan tarafa geçiyoruz. Kahvaltımızı alacağız. Her şey güzel hoş da daire giriş kapıları 2 kanat olduğu için, tek kanatları açık ve o kadar dar ki, kahvaltılıkları koyduğumuz tepsi girmiyor. Dikey deneyelim yok olmadı, sen tut, ben çayları alayım falan derken kahkaha krizleri arasında tepsiyi dairemize almayı başarıyoruz. 

Capri'ye gitmek için önce Porta Nolana tren istasyonundan, Sorrento'ya gidiyoruz (kişi başı 2 avro). Tren dolu ayaktayız, yolcular bağıra çağıra birbiriyle konuşuyor. Aklınıza gelen her tip insan mevcut. Belli ki işe gidenler çoğunlukta, yaz olmadığı için o kadar turist yok. Sorrento'ya doğru tren bayağı boşalıyor.
Napoli Sorrento treni
Tren istasyonu dahil yollarda her yer graffiti. Herhalde bu da burada ki kargaşa, kozmopolitlik ve sefalete bir tepki olsa gerek diye düşünüyoruz. 


Sorrento çok tatlı bir sahil kasabası. Sahili denize dik. Ana caddesi boyunca hediyelik eşya dükkanları üzerinde Sorrento yazan limon şeklindeki sabunlarla dolu. 

Bu bölgenin içkisi olan "Limoncello" limon likörü de bu bölgede yetişen, çok iri limonlardan yapılıyor.Tatlı içki sevmiyorsanız, bu içki size göre değil demektir:) Ama tatmanızı kesinlikle tavsiye ederim.

































Sorrento gerçekten çok tatlı bir kasaba ama bizim amacımız capri'ye gitmek olduğu için sahile iniyoruz. Burada birer portakal suyu ve kahve içtikten sonra 13:30 daki bizi Capri'ye götürecek olan feribota biniyoruz. 




(GESCAB s.r.l. ile kişi başı 16.80 avro). yaklaşık yarım saatte Capri, Marina Grande'ye varıyoruz. Belki benim beklentim daha fazlaydı ama Capri'yi görünce aman Allahım dedirtecek bir şeyle karşılaşmıyoruz. Belki de bizim adalardan bu tür görüntülere gözlerimizin aşına olmasındandır. Tamam gayet hoş ve de güzel bir ada. 

Şöyle bir sahilde etrafımıza bakıp fünikülere biniyoruz.




Saat kulesinin'de bulunduğu "Piazza Umberto"ya çıkıyoruz. Her taraf hediyelik eşya dükkanları, restoranlar ve turistlerle kaplı. Adım atacak yer yok! Karnımız aç, öncelikle yemek yiyebileceğimiz  Pastanemsi bir yere giriyoruz. Tatlı mı yeseeek? Tuzlu mu? falan derken, 2 ayrı şey seçip ikisinden de tatmaya karar veriyoruz. Birer de cola alıyoruz. Bir tanesi nohut görünümünde ama yiyince onların küçük hamur topları olduğunu  anlıyoruz. Diğeri de tuzlu bir turta tat ve görünümünde. İkisini de beğeniyoruz. (23 avro)



Çatlayacak kadar tok olmama rağmen gelato -dondurma da yemek istiyorum ama Allah'tan Hilal engelleyerek, daha sonra yeriz diyor. İtalyan dondurmalarına karşı koymak çok zor! 




























Evet Capri'de çok lüks mağazalar var. Ama çok şirin görünümlü evlerle karışık malikane gibi binalar da var, villalar da var. İlginç bir yer.






















Capri’nin ilk hayranı MÖ 29 yılında adayı ziyaret eden Caesar Augustus olmuş. Adanın güzelliğinden o kadar etkilenmiş ki, buraya sahip olabilmek için, verimli toprakları olan Ischia Adası’nı ve Napoli şehrini Capri ile takas etmiş. Thomas Mann, Ernest Hemingway, Jean Paul Sartre, Pablo Neruda adanın güzelliğine kapılıp burada yaşayan isimlerden. Kalabalık yüzünden, Capri’nin sembollerinden mavi mağara Grotta Azzurra’yı ise görecek halimiz de, isteğimiz de kalmıyor.





Fünikülerle aşağıya sahile inip feribot bileti almaya gidiyoruz. Hiç şaşırmayın aynı yere sefer yapan bir çok şirket var. Biz direk Napoli bileti alıyoruz bu sefer. (dönüş bileti kişi başı 18.70 avro) Arrivederci Capri!!! deyip adadan ayrılıyoruz.

Napoli Porto Beverollo'ya varıyoruz. Yaklaşık 1 saat sürüyor. Limana geldiğimizde karşımızda Napoli'nin "Castel Nuovo"su ile karşılaşıyoruz ama biz burayı gezmeyip:( arka taraflara doğru yürüyoruz. Via Toledo (Via Roma) üzerinde yer alan Kral Umberto I'in adı verilen, 1887-18891yıllarında yapılan: "Galleria Umberto I"e gidiyoruz. Burası bana Milano'daki "Vittorio Emanuele"yi hatırlatıyor. Aynı tarz binalar. 







İçerisinde bir sürü mağaza ve kafenin bulunduğu alışveriş merkezinin en ortasında, tabanında 12 burç yer almakta. Biz de tabi kendi burçlarımızı buluyoruz:)





Via Roma'ya çıkıyoruz, her büyük şehirde olan görüntüler; çöpler ve evsizler burada da mevcut.




POSİTANO

25 ekim sabahı gene Porta Nolana'dan yola çıkarak trenle Sorrento'ya gidiyoruz. Sorrento'dan otobüse tek bir bilet alarak Positano, Amalfi, Salerno'yu gezebileceğiz (kişibaşı 7.20 avro). otobüse bindiğimde herkesin sağ tarafa binmiş olduğunu görüyorum, Allah Allah güneş mi gelecek o tafaf diye düşünürken az sonra sebebi ortaya çıkıyor, çünkü sahil sağ tarafda:) Sahil şeridi çok dar ve sarp. Biz ekimdeyiz yazın bu yollardan geçebilmek için millet ne cambazlıklar yapıp, kimbilir ne kadar bekliyor! Manzara muhteşem! Neyse Positanooo!!! diye bağırınca şoför iniyoruz.



Positano








Positano
Yürüyerek aşağı doğru iniyoruz, güneş bayağı yakıyor, birden susadığımızı hissedip, şu güzel manzaraya karşı birer bira içelim diyerek önümüze çıkan ilk kafeye oturuyoruz. Manzara müthiş! Ben "Nostro Azurro", Hilal de "Heineken" içiyor.




Positano yamaca kurulmuş turistik bir kasaba. Aşağıya, sahile doğru inerken her şey iyi hoş da, yukarı çıkarken, ya bir vasıtayla döne dolaşa çıkacaksınız, ya da artık kaç yüz tane olduğunu bilemediğim merdivenleri tırmanacaksınız. 
Hilal'in tüm itirazlarına rağmen onu "şimdi taksi buluruz", yok "kestirme yoldan gideriz" falan diye kandırarak en tepeye kadar, güneşin alnı kabağında, merdivenlerden tırmanarak çıkarıyorum. Artık Hilal benimle bir daha geziye çıkar mı? İşte ondan emin değilim:)

Merdivenlerine rağmen çok şirin bir belde. Beyaz evler, mavi panjurlar, tezgahlarında türlü seramiklerin, makarnaların, rizottoların, limoncello'ların, limon görünüm ve kokulu sabunların teşhir edildiği hediyelik eşya dükkanları, restoranlar, minik oteller...

Daha evvel "Kızgın Güneş" adıyla gösterilen "Yetekli Bay Ripley-Talented Mr. Ripley" filmi burada çekilmiş olan bir film. Mutlaka seyretmelisiniz. 
Bu arada girdiğimiz dükkanlardan birinden, vakumlanmış naylon torbada, mantarlı rizotto alıyorum. İnşallah iyi çıkar!












Positano





Saatimize baktığımızda sadece "Amalfi"yi ziyarete vaktimiz kaldığını anlıyoruz. Salerno'dan  vaz geçmek zorunda kalıyoruz. Ana yola çıkıp Amalfi'ye giden otobüsü bekliyoruz. Biletimiz halen geçerli.





Amalfi'ye giderken
AMALFİ

Amalfi, 6. yüzyıl ortalarında Bizans egemenliğine girene değin önem taşımıyordu. 9. yüzyılın ilk İtalyan kıyı cumhuriyetlerinden biri olan Amalfi, Doğu ile yapılan ticarette Pisa, Cenova, Venedik ve Gaete'nın rakibi durumundaydı. 
Amalfi ismi şöyle bir mitolojik hikayeye dayanmakta: Herkül, Amalfi adında çok güzel bir su perisine aşık olur. Ancak Amalfi genç yaşta ölünce bu aşk yaşanamaz. Bunun üzerine Herkül, anısına Amalfi kasabasını inşa eder. Çok romantik değil mi?:)


Amalfi kıyılarının, Türk dünyası ile ilişkisi, biraz daha karışık.  27 Haziran 1544, de, Barbaros Hayrettin Paşa, Amalfi’ye saldırmış. Ancak, Amalfililer’in inanışlarına göre, Aziz Andrea öylesine büyük bir fırtına çıkarmış ki, Barbaros geri çekilmek zorunda kalmış. İşte, o tarihten bu yana, her 27 Haziran, Amalfi’de kutsal bir gün olarak kutlanıyor ve bronz Aziz Andrea heykeli, sahile indiriliyor. 
Ayrıca Aziz Andrea’nın kemikleri, Amalfi’nin, Arap mimarisi izlerini taşıyan katedralinde saklanıyor. Bu kemikler, 1204 Latin istilası sırasında, İstanbul’dan götürülmüş Amalfi’ye. Pek tabii, Amalfi’de kimse, olayı bu şekilde anlatmıyor. ‘Asil aileler tarafından bu kemikler, İstanbul’dan Amalfi’ye hediye olarak getirildi’ deniliyor.
Costieri Amalfitana
Costieri Amalfitana




Yapımına 9. yüzyılda başlanan ve sonraları pek çok kez onarılan "St. Andrea Katedrali", kente hakim durumda. Katedralin görkemli bronz kapıları 1065'te İstanbul’da yapılmış, çan kulesi ise 1180-1276 arasında tamamlanmış.  Bizim  gezemediğimiz; Katedrale bitişik Chiostro del Paradiso Manastırı (1266-68) ile şimdi otel olan eski Kapusin Rahibeler Manastırı (yapımı 1212), kentin önemli yapılarından.



Cattedrale di Sant'Andrea - Duomo di Amalfi










El yapımı kağıt 


Amalfi bugün, ılıman iklimi ve kıyı şeridinin güzelliğiyle İtalya'nın önemli turizm merkezlerinden. Mulini Vadisinde su gücüyle çalışan kağıt imalathaneleri var. Biz de bundan etkilenerek, "Museo della Carta" yani Kağıt Müzesi'ni ziyaret ediyoruz.  Via delle Cartiere, 23, Amalfi Salerno, İtalia.(kişi başı 4 avro). Müzeyi, daha doğrusu imalathaneyi, bir rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz. 











İlk el yapımı kağıt, İ.Ö. 2. yy.da Çin'de yapılıyor. Daha sonra kervan yollarıyla yayılarak, Amalfi'ye kadar geliyor. Akdeniz'de ilk el yapımı kağıt üzerine yazılı bulunan belge; 12 yy. başında Sicilya kontesi tarafından yazılan bir mektup. 
Müzeyi gezdiren rehber de bize kağıt yapımını göstererek anlatıyor. Pamuklu çaputlar, su dolu çukurlarda bekletildikten sonra, tahta araçlarda çevrile çevrile ufalanıyor. Lapa gibi olunca, kalıp süzgeçlerde sularından arındırılarak, kurutulup, presleniyor. Ve işte size, yanda rehberin elinde tuttuğu el yapımı kağıt!
.
Kağıt Müzesi - Kağıt pres makinası - Amalfi
Kağıtların üzerine Amalfi arması presleniyor
İmalathanenin dışında dere yatağını andıran su yolları bulunuyor. belli ki suya çok ihtiyaç duyuluyor.

Offf karnımız çok aç hemen gözümüze kestirdiğimiz bir restorana girerek, deniz ürünlü spagetti ve bira istiyoruz. Yemekler burada da gayet güzel (36 avro).                       

Çıkıp biraz da hediyelik eşya mağazalarına bakıyoruz.





ben hala merdiven çıkmaya doyamadığım için, katedralin merdivenlerini tırmanıp, ziyaret ederken, Hilal aşağıda beni bekliyor.









Katedralin tam önündeki meydan da çok güzel,  17. yy.yapımı, barok bir çeşme var: "Fontana di Sant'Andrea" veya "Fontana di Popolo". 


Fontana di Sant'Andrea - Fontana di Popolo
Çeşme'nin en üstünde şehrin azizi Sant'Andrea'nın heykeli var. Altta yer alan ğögüslerini tutan deniz kızları kadın cinselliğini vurgulamakta.



Havanın yavaş yavaş kararmaya başlamasıyla birlikte artık Napoli'ye dönme zamanı geldi diyerek sahile dönüyoruz.





Amalfi Sahil
Amalfi'den Sorrento'ya varışımız yaklaşık 1 saat sürüyor. Hava artık tamamen kararmakta. otobüsden indiğimizde Napoli trenine binmeden evvel birer parça pizza alıyoruz. (May Flower'dan iki dilim= 5 avro) . Napoli trenindeyiz, çevremizde bayan az ve göçmen gibi tuhaf tuhaf tipler var. Neyse Garibaldi tren istasyonu yani son istasyonda inip hızla otelimizin yolunu tutuyoruz. Han kapımıza geldiğimizde Hilal, çevreyi kolaçan etmekten, kapıya odaklanmadığı için, fark etmiyor. Birden kapı açılıyor ve simsiyah bir zencinin dışarı çıkmasıyla Hilal'in çığlık atması bir oluyor. Adam şaşkın. Ne yapsın, korkuttuğu için bizden özür dileyip yoluna devam ediyor. Bizse içeri girip kapıyı kapattıktan sonra gülmekten yerlere yatıyoruz:) 
Eh bu günü de Napoli'de kazasız belasız tamamlıyoruz. Gerçi biz istanbulluyuz, biz bilmeyeceğiz de kim bilecek hırsızdan, uğursuzdan korunmayı! :)

NAPOLİ

27 Ekim gününü tamamen Napoli'ye ayırıyoruz, çünkü yarın sabah Torino'ya uçuyoruz. Şehrin eski yüzünü görebilmek için olarak "Museo  Archeologico Nazionale"ye gidiyoruz. Piazza Museo, 19, 80135 Napoli. Önce Statione Garibaldi'den bindiğimiz metro ile Piazza Cavour'a, oradan da "Piazza Museo"ya ulaşıyoruz. Öncelikle müzeye bakan "Principe di Napoli" kafede kahvelerimizi içip, vitrinde iştah açıcı duran kuru pastalardan tadıyoruz. Ucuz değil! 2 cappucino, bir tuzlu, bir de tatlıya 14 avro ödüyoruz.
Bu arada unutmadan; Torino dahil bazı İtalyan şehirlerinde bir "Piazza Cavour" a rastlamak mümkün. Zira, Camillo Benso Cavour, Cavour Kontu (1810-1861, Torino) Uluslararası gelişmeler ve devrimci hareketlerden yararlanarak Savoia hanedanı yönetiminde İtalya'nın birliğini sağlayan ve yeni krallığın ilk başbakanı olan Piemonteli muhafazakar bir İtalyan devlet adamı. O yüzden de bir çok meydana adı verilmiş.



Museo Archeologico Nazionale
Avrupa'nın en önemli arkeoloji müzesi olan "Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi", Greko - Roman dönemine ait, dünyanın en değerli tarihi eserlerine ev sahipliği yapıyor. (Giriş 8 avro)




Müzede, Roma dönemine ait freskler, heykeller, Yunan mitolojisine ait kitabeler, objeler ve antika eşyalar sergilenmekte. 



















Ayrıca "Gizli Oda" adı verilen ve tarihi erotik resim, heykel ve objelerin bulunduğu bir galeri bölümü de yer almakta. Özellikle de Pompei'de bulunan bir sürü değerli kalıntı burada sergilenmekte.




Roma Rönesans döneminde Farnese Sarayı'nda bulunan sanat eserlerine günümüzde Farnese koleksiyonu adı verilmekte. 



Farnese koleksiyonunun en önemli parçaları olan Herkül, Atlas ve Farnese Boğası heykelleri; Ulusal Arkeoloji Müzesi'nin en dikkat çekici parçaları arasında yer almakta.


Herkül bana mı bakıyor acaba?:)))
Farnese boğası
 Ayrıca Eski Mısır ve Erturya uygarlıklarına ait ilginç obje ve sanat eserlerini de içerisinde barındıran müze; 09.00 - 19.30 saatleri arasında ziyarete açık.

Müzeden çıkınca, tekrar metro ile, Napoli'yi tepeden görmek amacıyla "San Martino" ya gidiyoruz. Oradan bayağı bir mesafeyi yürüyerek tepeye doğru tırmanıyoruz. Bu arada buradaki evler çok güzel ve lüks. Anlaşılan zengin bir semt.



Napoli kalelerinden biri de "Castel Sant'Elmo". Tepeden bakıldığında bir yıldız formunda olan kale, köşeli mimarisi ile dikkatleri üzerine çekmekte. Vomero Tepesi'nin üzerinde yer alan tarihî yapının teraslarından Napoli'nin en muhteşem manzaraları izlenebilmekte. Fakat biz kalenin içine girmeyip önündeki seyir terasından, şehri tepeden inceliyoruz. Via Tito Angelini, 20, 80129, Napoli.



Yavaş yavaş geri dönüş yoluna geçiyoruz. Yol üzerindeki evleri, köşkleri inceleyerek ilerlerken bir bistroda bir şeyler içmek üzere duruyoruz.




Genelde bira cila olur ama ben limoncello ile biraya cila yapıyorum:)
Tekrar füniküleri kullanarak şehre iniyoruz. Piazza Plebiscito; "La basilica di San Francesco di Paola" beyaz sütunlarıyla tüm meydana hakim.



Tam karşısında ki pembe dikdörtgen önü heykellerle süslü bina ise Bourbon krallarına ev sahipliği yapmış olan "Palazzo Reale" yani "Kraliyet Sarayı".






















Vezüv Yanardağı

Fontana dell'İmmacolata
Napoli, İtalya'nın 3. büyük şehri ve Campania bölgesinin başkenti. Sahile Santa Lucia bölgesine geldiğimizde önümüze etkileyici bir çeşme çıkıyor. "Fontana dell'İmmacolata" Michangeleo Naccherini ve  Pietro Bernini tarafından 1601  de dizayn ediliyor. Bu arada “Immacolata Concezione” Meryem’in İsa’ya hamile olduğunun anlaşıldığı gün.

Sahile indiğimizde karşımızda, uzaktan da olsa Vezüv'ü görmek çok hoş hisler uyandırıyor. Bayağı bir rüzgar var. Yavaş yavaş "Castel dell'Ovo" "Yumurta Kalesi" görünmeye başlıyor. Napoli Körfezinde bulunan kale, bir yarım ada üzerine 12.yüzyılda yapılmış. Efsaneye göre orta çağda bir büyücü olarak ünlenen Romalı Şair Virgil kalenin temeline altın bir yumurta bırakmış. Bu yumurtanın bulunup çıkarılması ile Napoli şehrinin büyük bir felakete uğrayacağı anlatılmakta. Kale günümüzde Tarih Öncesi Müzesine ev sahipliği yapmakta. Kaleyi kıyıya bağlayan yol üzerinde manzara harika; bulutlu gök yüzü, yelkenliler, kalenin ayaklarına oturmuş restoranlar...





Castel dell'Ovo - Yumurta Kalesi
Kalenin sağ tarafında restoranlar...
Kaleye yaklaştıkça heyecanımda artıyor. Ben artık gene oralarda değilim. Taaa ortaçağlara gidiyorum:)))) Girişte napoli2nin eski halini gösteren kocaman bir harita var.


Napoli'nin eski haliyle benim yeni halim:)

Deniz'den ne zaman döner acaba?:)))














Hilal Napoli'ye dalmış



Kaleden güç bela ayrılabiliyorum:) Ve çıkışta İzmir Kordona benzeyen sahilde bir "Much More" adlı restorana girerek birer pizza ve bira istiyoruz. (24 avro) Hava yumuşuyor, cuma akşamı olmasına rağmen ortalık bomboş. Biz de yavaştan kalkıp, otelimizin yolunu tutuyoruz. Eh ne de olsa yarın Torino'ya uçacağız.
Evet böylelikle , daha da gezme isteğiyle dolu olarak, Güney İtalya gezimizi de güzelce tamamlıyoruz. Nice güzel seyahatlere:)








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler