9 Şubat 2012 Perşembe

BERLİN-HAMBURG-AMSTERDAM



26 Ağustos - 1 Eylül 2011





İşte ilk defa bir geziye ben öncülük etmiyorum. Hadi canım demeyin. Valla teklif yeğenlerim Cihan ve Gökalp'ten geliyor:) Büyük oğlum Kemal'de Amsterdam deyince olaya dahil oluyor. Ne şanslıyım yaaa:)) 3 yakışıklıyla seyahat kaç kadına nasip olmuştur?:))))Hadi ondan sonra gelsin planlar ve de telefon ve mail trafiği. Ben şu oteli buldum yok bu daha iyi falan derken. Her şeyi ayarlayıp yollara dökülüyoruz.

26 Ağustos 2011
Sabah daha doğrusu gecenin bir körü 3 gibi, Kemal, Cihan, ben; en erken uçak için hava limanındayız. Gökalp THY ile geldiği için o bizden sonra gelecek. Evet kargalarla beraber sabahın 7.30 u gibi "Berlin"deyiz.
Berlin, Almanya'nın başkenti ve en büyük şehri; kuzey Almanya'da, Spree ve Havel nehirlerinin arasındaki kumluk bölgeye kurulu.
Havalimanından dışarı çıktığımızda bir sürü taksi görüyoruz. Taksicilerin belli ki çoğu Türk. Ama biz kararlıyız, şehre trenle  gideceğiz. Fakat çok komik; soru sormaya çalıştığımız Almanlar korkarak kaçıyorlar. Türk olduğumuzu anlıyorlar mı, ne?:))
KEMAL, CİHAN
Hostelimizi bulup, eşyalarımızı bırakıp otelde kahvaltı ediyoruz 7avro. Gayet güzel bir kahvaltı. Haydi hemen sokaklara...Otelin köşesindeki otelimizin bulunduğu caddenin ismi epey gırgır geçmemize neden oluyor:)



Evet caddenin adı gerçekten çok komik resmen kopuyoruz: "Oranienburger":)))







HOSTELİMİZİN KARŞI KÖŞESİ
MEININGER Hotel Berlin Mitte  
Oranienburger Straße 67/68, Mitte, 10117 Berlin. S-Bahn (tramvay) istasyonunun yanında yer alıyor.
Dördümüz için 2 gece 206 avro ödüyoruz. Odamız biraz dar ama, merkezi, temiz, güzel. Otelden çıkıp sağa doğru yürüdüğümüzde sağda kocaman bir parka ulaşıyorsunuz: "Monbijoupark". İyi de Kemal yola çıkarken zaten antibiotik alıyordu, hastaydı, büsbütün kötü hissettiğini söyleyince canım sıkılıyor, üzülüyorum. Ama yapacak bir şey yok. Nerede dinlenmek için otursak yatay vaziyete geçiyor. İnsanlar köpek dolaştırıyorlar, koşuyorlar, yürüyorlar. Off hava soğuk. Yahu ağustos ayındayız diye kazak aldık ama, üzerimizde hep ince montlar var. Daha sokağa çıkar çıkmaz soğuk olduğunu ve olacağını anlıyorum maalesef.

MONBİJOUPARK

Neyse soğuk moğuk biz yolumuza devam ediyoruz. Uzaktan yeşil damlı bir kilise gözüküyor bile,bakalım burası neresi? Berliner Dom (Berlin Katedrali) 
Yapı, fiziki olarak birçok değişime uğramakla birlikte 15. yüzyıldan beri ayakta. Şehirdeki diğer birçok bina gibi, II. Dünya Savaşı’ndan ciddi biçimde etkilenmiş ve restorasyon çalışmalarının ardından 1993’te tekrar açılmış. Katedralde görebileceklerinizden bazıları; Hohenzollern ailesine ve Prusya krallarına ait lahitler. Ayrıca 270 merdiven çıkılarak ulaşılan 114 m yüksekliğindeki kubbesi de enfes bir Berlin manzarası sunmakta. Ama biz katedrale karşıdan bakmakla yetiniyoruz.

BERLİN KATEDRALİ







BERLİN'İN SİMGESİ AYI

BU FOTONUN BENİM ZORUMLA ÇEKİLDİĞİ NE KADAR DA BELLİ:)


Yolumuza devam ederek, "Alexanderplatz" a varıyoruz. Kocaman bir meydan, televizyon kulesi de burada. İlk oturduğumuzda Kemal hemen kucağıma yatıyor. Valla kendimi iki dakika evvel yanımıza gelen Bosnalı dilenci kadın gibi hissediyorum. "Abi be çocuğum hasta memlekete dönmek için para lazım. Alllaaah rızası için 5 avro:)" Ve de Kemal o kadar üşüyor ki, hava sanki giderek soğuyor, hemen, meydanda bulunan "Galleria" adlı mağazaya giderek, Kemal'e 100avroya bir bordo, kolsuz kalın mont alıyoruz.



Alexanderplatz’ın simgesi 368 m yüksekliğindeki Fernsehturm (Televizyon Kulesi). Berlin’in en yüksek binası olan kule, 1965 – 69 yılları arasında Doğu Berlinli mimarlar tarafından inşa edilmiş ve zaman içinde, bir televizyon kulesinden çok yılda neredeyse 1 milyon kişinin ziyaret ettiği turistik bir destinasyona dönüşmüş. 203 m yükseklikteki gözlem odası ve 207 m’deki, 30 dakikada bir dönme hareketi gerçekleştiren restoran; yapının en gözde mekânları. Gözlem odalarının ve restoranın da içinde bulunduğu küre, özellikle 2006 Dünya Kupası esnasında bir futbol topu şeklinde kaplanarak oldukça popüler olmuş. Fakat biz Berlin'i tepeden görmek için 10 avro vermek istemediğimiz için, kulenin tepesine çıkmıyoruz.

ABİLERİM ABLALARIM:))))


BERLİN TELEVİZYON KULESİ
Yürüyerek "Marienkirche" (Meryem Kilisesi)ne varıyoruz. Berlin'de bir kilise. Kilise Alexanderplatz'ın hemen yanında Karl-Liebknecht-Straße üzerinde. Yapım tarihi tam bilinmemekle birlikte, Alman kayıtlarında ilk olarak 1292 yılında ismine rastlanmakta. Onüçüncü yüzyılın başlarında yapıldığı düşünülmekte. Önceleri Katolik kilisesiyken, reform sonrası Protestan kilisesi olmuştur duvara da sonradan utanç duvarı denmiş.
MERYEM KİLİSESİ

Kilisenin önünden yürüdüğümüzde ortasında havuz olan bir meydana çıkıyoruz.

Bu çeşme eski kraliyet sarayından geri kalan tek kalıntı, Neptün Çeşmesini bulursunuz. Yani "Neptunbrunnen". 1886 yılında yapılmış bu çeşme biraz Roma çeşmelerini andırmıyor değil hani. Çeşmenin ortasında deniz tanrısı Neptün ve çevresindeki tanrıçalar Almanya'nın büyük nehirleri Ren, Wisla, Oder ve Elbe'yi temsil etmekte.

NEPTÜN ÇEŞMESİ
KEMAL VE CİHAN - BERLİN



Artık Alex'in en güneyine inerek Marx-Engel Forum'u görmenin vakti geldi dostlar. Bulunduğunuz yönden biraz daha batıya giderseniz hemen solunuzda kalacak olan ağaçlıklı bölümün içinde göreceksiniz onları.
MARX, ENGEL VE DE REYHAN:)
Aynı yoldan geri dönerek, Gökalp'i bekliyoruz.




Evvet sonunda Gökalp'e kavuşuyoruz. bizi buluyor. Gezmeye devam.


Eh saat 2 yi geçiyor. Karnımız bayağı acıktı. Yemek yemeğe karar veriyoruz.


Biralarımız çok değişik, hepimiz ayrı ayrı bira içiyoruz. Bizimkiler daha çok koyu renk biraları tercih ediyorlar. Çevre o kadar renkli ki, her tür şey satılıyor. Özellikle de hediyelik eşyalar.




evet yemekten sonra "Bergama Müzesi"ne gidiyoruz. O kadar şaşırıyorum ki. Araklama olsun olmasın, bu kadar büyük tarihi bir yapı buraya nasıl getirilmiş. İnanılır gibi değil!!! Müze 9:00-18:00 gezilebiliyor. Giriş 8 avro. Kuyrukta çok da fazla beklemiyorsunuz. Adres : Bodestraße 1-3, Museumsinsel, Mitte, 10178 Berlin. 

Zeusa adanmış sunak  Pergamon (Bergama) antik kentinden parçalar halinde, 19. yüzyılda, II. Abdülhamit zamanında, sanat yapılarına uygulanan bağnazlık nedeni ile başta Carl Humann olmak üzere alman arkeologlarca Berlin'e götürülür. Bu büyük sunak  düzenli bir şekilde kesilerek ambalajlanmış ve Dikili limanından gemilere yüklenmiştir. Daha sonra sunak ile ilgili kazılarda bulunan süsleme ve frizler de götürülerek Berlin’de Bergama müzesi dedikleri yerde restore edilmiştir. 
"Olmaz yani bu kadar!" dedirten bir vurdumduymazlık gerçekten...


BERGAMA MÜZESİ
BERGAMA SUNAĞI VE CİHAN
BERGAMA SUNAĞININ TEPESİNE ÇIKTIM
II.Eumenes zamanında Galatlara kaşı kazanılan zaferin anısına dikilen anıt Zeus ve Athenaya adanmıştır. Planı kare biçiminde olan bu anıtın, dış yüzü ise Olympos tanrılarıyla, gigantların savaşını betimlemektedir. Gigant  denilen devler aslan yada boğa kafalı ve yılan kuyruklu azmanlardır. Kabartmalarda devlerin, tanrıların gücü altında ezildikleri, gövdelerinin paramparça edilip korkunç acılar içinde kıvrandıkları canlandırılmıştır.
TANRILARLA DEVLERİN SAVAŞI - BERGAMA MÜZESİ
BERGAMA SUNAĞI
 KEMAL VE GÖKALP
BERGAMA SUNAĞI





CİHAN, KEMAL, GÖKALP -  BERGAMA MÜZESİ

Bu muhteşem anıt hellenistik dönem plastik ve heykelinin zirve noktalarından ve Barok sanatın öncüsü niteliğinde...








Bugün Bergama'ya gittiğiniz zaman, insanın içi parçalanıyor. Çünkü Bergama sunağının yerinde, zeminden başka hiç bir şey yok. Ben gördüğümde, çok çok üzüldüm ama eserleri Berlin'de görünce aptallığımıza daha da üzüldüm. Bir de bu olayın maddi yönü var. Her yıl bu müzeyi ziyaret eden binlerce turist sayesinde Almanya'ya, bizim eserlerimiz sayesinde, oluk oluk para akıyor. 
Fakat doğru yanlış bilemem ama, aldığım duyumlara göre; yıllardan beri sürdürdüğümüz bu tarihi eserleri geri alma savaşını kazanmışız. Fakat bu sefer de onları geri getirecek teknolojiye sahip olmadığımız için, geri alamıyormuşuz. Ne acı:(

Yağmur yağıyor, hava soğuk,müzeden çıkıp yürümeye başlıyoruz. Epey yoruluyoruz, hostelimize dönüyoruz. Dinlenip tekrar yemeğe çıkacağız. odamızda 2 ranza var. Biraz uzanıp uyuduktan sonra, Oranienburger Strasse'nin doğusunda Mitte merkez bölgesinde, Hackescher Markt meydanına gidiyoruz. Çok hoş bir meydan, restoranlar, tapas barar, bira içilen yerler var. Onlardan bir tanesine tapas bara oturuyoruz.











Yemek işimizi halledip Berlin'in güzel biralarından içtikten sonra, bira içmeye devametmek için "Kilkenny Irish Pub"a gidiyoruz. Adres: Am Zwirngraben 17-20  10178 Mitte, Berlin. Guiness içiyoruz. Bizim çocuklar bayılsa da, ben pek de sevmiyorum.

EVVETT GUINESSLERİN ŞEREFİNE:)

ÇOK KORKTUUUMMM:)
O NE BAKIŞ YAFFRUMMM:)


CİHAN, BEN, GÖKALP

IRISH PUB
NE KADAR DA GİZEMLİ BİR FOTO..
Gece 1:30 gibi hostelimize gidip yatıyoruz.

27 Ağustos 2011
Sabah kahkahalarla uyanıyoruz, çünkü ben herkese gece nasıl sesler çıkardığına dair taklitler yapıyorum. Neyse kendimizi dışarı atıyoruz. Bu sefer sola doğru gideceğiz, hedefimiz "Brandenburg Kapısı" na ulaşmak.







GÖSTERİ AFİŞLERİ







NEYSE SONUNDA KAHVALTI EDECEK BİR YER BULUYORUZ





ÇOK İLGİNÇ HEM İÇİYOR HEM DE ARABADA GİDİYORLAR

Sonunda, Pariser Platz’da bulunan Brandenburg Kapısı’na geliyoruz. Unter den Linden ile Ebertstraße’nin kesiştiği yerde şehrin son iki yüzyıllık tarihine şahitlik etmiş olan bir kapı bu. Prusya kralı II. Frederick William’ın emriyle bir barış simgesi olarak tasarlanan yapı, Karl Gotthard Langhans tarafından 1788 ile 1791 yılları arasında inşa edilmiş. II. Dünya Savaşı’nda hasar gören yapı, 2000’de restore edilmiş.





Brandenburg Kapısı, ilk ciddi restorasyonunu II. Dünya Savaşı’nın ardından geçirmiş. Savaş esnasında bomba ve kurşun delikleriyle kaplanan kolonlar; Doğu ve Batı Berlin yönetimlerinin ortak çalışmasıyla restore edilmiş. 1961 yılına kadar kapıdan araçlar ve yayalar rahatça geçebilmişler.


1961 yılının Ağustos ayında, Berlin Duvarı’nın dikilmesiyle, Batı Berlin’in Brandenburg Kapısı’yla olan bağlantısı kesilmiş. O zamanlar şehrin bölünmüşlüğünü simgeleyen bu tarihi yapı, takvimler 1989’u gösterdiğinde bu kez barışın ve özgürlüğün simgesi olmuştur. Bunun sebebi ise; Berlin Duvarı’nın yıkılması ve şehrin birleşmesi.
Adres: Pariser Platz, 10117, Berlin




Yapının, her iki yanda 6 olmak üzere 12 dorik kolonu bulunmaktadır. Kapının üzerindeki heykeldeyse, Roma zafer tanrıçası Victoria dört atlı bir savaş arabasını sürerken görülür.


KAPININ TAM ALTINDA IRKÇILIK KARŞITI GÖSTERİCİLER VARDI

Kapının önü panayır gibi, pantomimciler, protestocular, arka tarafında göstericiler... Çok canlı bir yer anlayacağınız.



Biz yolumuza kapının altından geçip giderek, devam ediyoruz. Karşımızda kocaman bir park var. Hem dinleneceğimiz, hemde plan yapabileceğimiz sakin bir mekan.
"Großer Tiergarten" (Türkçe: Büyük Hayvan Bahçesi), ya da kısaca Tiergarten, Berlin'in merkezinde Tiergarten semtinde bulunan bir Alman şehir parkı. İlk olarak elektörler tarafından av sahası olarak kullanılmış. Park 210 hektar yüzölçümüne sahip. Doğuda Brandenburg Kapısı'nda sona eren Straße des 17. Juni, parkın en büyük caddesi. Großer Tiergarten 1830'dan itibaren Peter Joseph Lenné tarafından modern bir şehir parkı haline getirilmiştir. 1961-1989 yılları arasında doğu sınırları Berlin Duvarı ile bölünmüş.

CİHAN,KEMAL,GÖKALP TİERGARTEN'DA
;






biraz oturup dinlendikten sonra, yola devam, Berlin duvarından kalanları görmeye "Potsdamer Platz" a gidiyoruz.
Berlin şehir merkezinin ortasında, kentin en işlek meydanlarından biri olan Potsdamer Platz yer almaktadır. Meydan, ünlü Brandenburg Kapısı ile Reichstag (Parlamento Binası)’ın bir kilometre güneyinde, Tiergarten Parkı’nın ise güneydoğu girişindedir. Yıllar önce Avrupa’nın en işlek meydanı olan Potsdamer Platz, savaş döneminde ve ülkenin Berlin Duvarı’yla ikiye bölündüğü yıllarda önemini yitirmiş, adeta ıssız bir boşluğa dönüşmüştür. Fakat duvarın yıkılmasıyla beraber bölgeye iş, eğlence ve alışveriş merkezleri açılmış, modern binalar dikilmiş ve Potsdamer Platz eski görkemli ve işlek günlerine tekrar kavuşmuştur.










İŞTE BİR ZAMANLAR DOĞU VE BATI DİYE ALMANYA'YI İKİYE BÖLEN DUVARDAN KALANLAR
DUVARINYERDEKİ İZİ
Potsdamer Meydanında yer alan yapıların en ilgi çekicilerinin başında “Sony Center” gelir. 2000 yılında 750 milyon Euro’luk bir bütçeyle tamamlanarak kullanıma açılan bina, geçen kısa sürede şehrin sembollerinden biri hâline gelmiş. Geceleri ışıl ışıl parlayarak Potsdamer Platz’ı aydınlatan yapının içinde mağazalar, restoranlar, süitler, ofisler, müzeler ve bir Sony satış merkezi bulunuyor.







Sony Center’ın içinde yer alan “Film Museum Berlin” (Salı – Pz: 10.00 – 18.00, Prş: 10.00 – 20.00, www.deutsche-kinemathek.de), mutlaka ziyaret etmeniz gereken bir müze. Burada amatör tekniklerle üretilen ilk filmlerden, dijital filmlere kadar sinema tarihine ışık tutan birçok eseri görebilir, filmlerin yapım süreçlerine ilişkin ilginç bilgiler öğrenebilirsiniz.


Dışarı çıktığımızda, çok şirin kocaman legolardan yapılmış bir zürafa görüyoruz. Çünkü legonun merkezi de burada.


ÇOK ŞİRİİİNNNNN...
YANAĞINA KADAR TIRMANAMADIM:)
LEGOLAR SÜPEER...
250 metre ileride "Kultur Forum" var. Bakacağız hangi müzeler ilgimizi çekecek ve de girişi de uygunsa o müzelere girebiliriz. Ama bu arada Kemal ve Gökalp müze görmeye hiç istekli değiller. 


MÜZELERE DOĞRU YAKLAŞIRKEN, BİR SANATÇININ BUZ VE BOYA KULLANARAK YAPTIĞI SANAT ESERİNİ GÖRÜYORUZ.


St. Matthäus Church. Adres: Matthäikirchplatz, 10785 Berlin





Kunstgewerbemuseum - Museum of Decorative Arts 

Adres : Matthäikirchplatz 10785 Berlin


Evet, Cihan ile dekoratif sanatlar müzesine girmeye karar veriyoruz. Kemal ile Gökalp ise müzenin önündeki kafede oturup bira içmeyi tercih ediyorlar.





BRUEGHEL'İM BENİM YAAAAA ....                                                                                                             Flemenk Atasözleri, tahta pano üzerine yağlıboya, 1559.
 Hastası olduğum için çocukların nasıl taşıyacaksın uyarılarına aldırmadan, gaza gelerek, 10avroya, Brueghel the elder'in bu tablosunun posterinden satın alıyorum. 


HASTASIYIM  BRUEGHEL'LERİN



ŞU DETAYLARA BAKIN...



Pieter Brueghel (baba): 1525 - 1569 yılları arasında yaşamış Hollandalı Rönesans ressamı. 1559' dan sonra soyadındaki "h" ' yi atmış ve eserlerini Bruegel şeklinde imzalamaya başlamıştır. Aynı isimli ressamın babasıdır.

Pieter Brueghel (oğul): 1564 ya da 1565 – 1636 yılları arasında yaşamıştır. 











CİHAAAAAANNN:) VE VENÜS

Biz gezerken neredesiniz diye Gökalp ile Kemal de müzeye giriyorlar. gelin başka bir bölümü gezeceğiz diyoruz ama beklemekten çok sıkıldıkları aşağıdaki fotoğraflardan belli oluyor:) Gökalp sayesinde bir poz foto çekmek için 15 dakika uğraşıyoruz:)
















E TABİ EN SONUNDA UYUMUŞUM YANİ

ANDY WARHOL



Müze gezimize gene Cihan'la ikimiz devam ediyoruz. Bu sefer eski objeler, vitraylar, porselenler, mobilyalar, giysiler her şey var, ben kesinlikle görülmesini tavsiye ederim.



MÜTHİŞ VİTRAYLAR

























BU DOLABA DA BİTTİM




















































Sonunda ayaklarımıza kara sular inmiş vaziyette müzenin kafesinde buluyoruz kendimizi.Kemal ile Gökalp artık sandayelerle bir olmuş şekildeler.Bizde yanlarına oturuyoruz. Çok yorulmuşuz yahu...










Biz Kultur forum'dan ayrılırken, sanatçının eseri de sonsuza dek, eriyerek yok oluyordu. Gene şehri arşınlamaya devam ediyoruz. Akşam Gökalp'i Berlin'de yaşayan kuzeni Barış'la buluşacağız. 



Yemekten sonra bir Türk'ün çalıştırdığı kafeye gidiyoruz. Hayatımdaki en güzel nargileyi içiyorum. Almanya'da ki samimiyetsizlikten memnun değil ve ana vatana dönmeyi düşünüyor.








28 Ağustos 2011
Sabah otelden ayrılıyoruz. Kahvaltıyı yakınlarda yapacağız.

 ODAMIZIN PENCERESİNDEN GÖRÜNTÜ  
ODAMIZIN PENCERESİNDEN GÖRÜNTÜ






Hackescher Markt Meydanı'na gidiyoruz. Çünkü akşam yemeğinden memnunuz. Krallara laik bir kahvaltı geliyor ...






VALLA KRALLARA LAİK BİR KAHVALTI YAPIYORUZ, KESİNLİKLE TAVSİYE EDİYORUM...


YAZARIMIZ HABİRE YAZIYOR

Krallara laik kahvaltımızdan sonra göbeğimizi kaldırıp, Alxandreplatz'a gidiyoruz. Meydandaki çok büyük elektronik alış veriş merkezini gezeceğiz. Niyetimiz uygun fiyata bulursak, Kemal'e telefon almak. Tabi Gökalp ile Cihan'da kendilerine birşeyler bakacaklar.Berlin Media Markt Shopping Mall Alexanderplatz.







Orada normal telefonlar falan çok pahalı ama  bizim Gökalp'in aklına bir  muzurluk geliyor. Bir çikolata dükkanından, çikolatadan bir telefon alarak Kemal'e şaka yapıyoruz. Tabi o da telefonunu yiyor:)






Tabi biz de biraz Kemal'in telefonunun tadına bakıyoruz: bayağı güzelmiş:) Acaba markası neydi:)
Şimdi biraz dinlenmek için, alış veriş merkezinin tam yanındaki kafeye yerleşiyoruz. Yahu bu gençlerde hiç iş yok! Benden evvel yoruluyorlar valla:)





Bir şeyler yiyelim, trene aç binmeyelim diyoruz. Berlin'in en önemli yiyeceği Alman usulü hazırlanmış sosisi, Currywurst. Sosisin özelliği dilimlendikten sonra üstüne ketçap ile birlikte toz halinde köri (curry) baharatı dökülerek servis edilmesi. Gerçekten daha önce tatmadığınız farklı bir lezzet sizi bekliyor. Yanında genelde ekmek ya da patates kızartması sunulmak ile birlikte isteğe bağlı olarak sade yada kızarmış soğan ile de birlikte yenebiliyor.
GÜLMEKTEN MAYIŞMIŞ BİR HALDE:)
Tamam şimdi dinlendik de, artık 18:30 Berlin-Hamburg (ICE) hızlı trenine binmek üzere, Berlin Hauptbahnhof (Ana tren istasyonu)´a gidiyoruz. Kişi başı 25avro ödüyoruz. Biletlerimizi daha önce internetten almıştık. İstasyon korkunç büyük! 3 ayrı katta peronlar var.

BERLİN TREN İSTASYONU
BERLİN TREN İSTASYONU
BERLİN TREN İSTASYONU
İçeride bir çok da mağaza var ama saat 6 olduğu için çoğu kapalı. 


Cihan ve Kemal'in tüm söylenmelerine rağmen Gökalp ile "Rossmann" mağazasına dalıyoruz. 


Sürekli "hadi ya anne!" ve "hadi ya teyze sizin yüzünüzden treni kaçıracağız!" sözlerine hiç aldırmadan bir kaç krem alıyorum. Tavsiye ederim bayağı ucuz bu "Rossmann" mağazalar zinciri. Gökalp de yeni doğacak yeğenine mama bulma derdinde. Neyse sonunda mağazadan çıkıp, koşarak trenimize biniyoruz. 


BERLİN'DEN HAMBURG'A GİDERKEN
Trenimiz süper güzel ve rahat, bu arada Gökalp'in aldığı iğrenç şekerleri yemek zorundaymışız gibi hem söylenip hem de götürüyoruz.



CİHAN YEMEEEEEE:)
Neyse daha fazla şeker yemek zorunda kalmadan, yaklaşık 2saat 20 dakika sonra, Hamburg'dayız.

HAMBURG TREN İSTASYONU
HAMBURG TREN İSTASYONU
Bu Ağustos gününde yağmurda kalmak da insan ayrıca koyuyor yani. Ah benim güzel Türkiye'mde hava ne güzeldir şimdi diye düşünüyorum. Neyse ki otelimiz yürüyerek gidebileceğimiz bir mesafede. Ibis Hamburg Alster Centrum Adres: Holzdamm 4-12 + 16  , 20099 Hamburg. 
Burada iki kişilik odalarda kalıyoruz. 2 kişi 63 avro. Kahvaltı hariç. Alster gölün çok yakın güzel bir otel. Zaten ibis oteller zinciri tüm dünyada belli standardı olan temiz, nezih, uygun fiyatlı, güzel oteller. Lobide ücretsiz internet var.
Eşyalarımızı bırakıp hava kararmadan biraz dolaşalım diyoruz.

AHBAP ÇAVUŞLAR ADRES ARIYOR
Hamburg Almanya'nın ikinci büyük şehri olup kendi başına ayrı bir eyâleti oluşturuyor. Almanya'nın dünyaya açılan kapısı da denilen kent, Almanya'nın en büyük limanına sahip. Rotterdam'dan sonra Avrupa'nın en büyük ikinci limanı.
Şehir, adını İmparator Şarlman'ın MS 808 yılında yaptırdığı kaleden almakta. Alster ve Elbe nehirlerinin arasındakı bataklıktaki kayalık bir bölgede inşa edilen kale Slav akınlarına karşı kurulmuş. Hammaburg adındaki kalenin ismindeki burg kale anlamına gelmekte. 
Ben bu arada Almanya'ya geldiğimizde beri habire ağzıma nereden takıldığımı bilmediğim "Der Spiegel"in merkez binasını karşımızda görünce çok gülüyoruz. 






Hamburg'da Amsterdam'daki kırmızı lamba bölgesini (red light district) andıran "St.Pauli" bölgesine doğru gidiyoruz. Bu bölgede çok sayıda gece kulübü ve diskotek, sex shop bulunmakta. Öncelikle karnımızı doyurmak üzere, orada düzgün gördüğümüz ilk restorana giriyoruz. "Rocco am Paulinenplatz" Adres: Wohlwillstr. 29 , 20359 Hamburg Sankt Pauli. Ben balık yiorum, yanında patatesi de var. Tadı gayet güzel.




Yemekten sonra şöyle bir dolaşalım diyoruz. Ama çevre pek de hoş değil. Red Light Street'den çok daha basit.

Bayağı üşüyoruz, ısınmak için "Herzblut St Pauli" ye giriyoruz. Çok büük bir mekan. Ama yorulmuşuz da, bir şeyler içer içmez, oradan ayrılıyoruz. hedefimiz otel ve sıcak yatağımız...


29 Ağustos

Sabah kahvaltımızı dışarı da yapmaya karar vererek, kendimizi sokaklara bırakıyoruz. Otelimizin bir kaç bina ötesinden köşeyi dönünce,  "Alster Gölü" karşımıza çıkıyor. 
13. yüzyıldan beri küçük Alster nehri ve daha küçük kollarının sularından birikerek oluşan Alster gölü, günümüzde dinlenmek ve koşu yapmak için popüler bir buluşma noktası. Hamburglular, vahalarının zevkini “Alster Suyu” ile çıkarıyorlar. Ne olduğunu bilmiyor musunuz? Yaz günlerinde Alster gölü kadar serinletici ve canlandırıcı olan limonatalı bira:)


Şimdilik sadece kahvaltı yapacak yere odaklanmış olarak yürüyoruz. Ama genede her yerde gördüğüm Haspa Bank dikkatimi çekiyor. 
Bir de Bruegel sergisi var ama şimdi gezelim mi diye teklif edecek cesareti kendimde bulamıyorum:(
Neyse sonunda kahvaltıya daha doğrusu bizim isterlerimize uygun bir yer bulup, çöküyoruz.



Oradaki görevli, yiyeceklerde domuz eti olabileceğini ve firmayı bundan dolayı sorumlu tutamayacağımız konusunda bizi ikaz ediyor.





O kadar soğudu ki hava ağustos demeye bin şahit lazım. Üst üste giyinmeme rağmen bana mısın demiyor. O yüzden de buradan çıkıp, Kemale Berlin'den aldığımız gibi bari mont falan alalım diye alış veriş bölgesine gidiyoruz.



Çok erken saatte alış veriş bölgesine gitmiş olmalıyız ki, henüz mağazalar kapalı. İlk mağazamız "Karstadt Sports". Mönckebergstraße (Hamburg Alisveriş Caddesi), kentin en büyük alışveriş caddesi. Mönckebergstraße'in hemen girişinde bulunan Sport Karstadt, Avrupa'nin en büyük spor mağazası.

MAĞAZA AÇILIŞI BEKLEYENLER


TÜRKÇE YAZIYOOORRRR:)
Neyse sonunda mağazalar açılıyor bizde kendimizi içeri atıyoruz. Bakalım burada mont falan var mı??







mont falan bulamıyoruz ama yıldız savaşlarından Darth Vader'la epey samimi oluyoruz. Neyse mont aramaya devam ama o kadar üşüyoruz ki önce sıcak bir şeyler içmemiz lazım.



Kesinlikle bu kafeyi tavsiye ediyorum. Hem ortamı hem de kahveleri çok sıcak:) hepimiz farklı kahveler içiyoruz. Irish coffe içindeki alkolden dolayı  bayağı ağır. Ama güzel. 








Ohhh adeta içimiz ısınıyor. Oradan ayrılıp, biraz daha dolaşıp mont arıyoruz. Ya istediğimiz gibi yok, ya da çok pahalı. neyse sonunda birer mont ve gözlük alacağımız bir mağaza buluyoruz. Oh be içimizi ısıtmıştık, şimdi de dışımız ısınıyor. Gerçekten soğukta gezmek işkence oluyor insana.

Eh şimdi de yemek vakti, güzel bir restoran bulma zamanı. "Coffe Lounge Hamburg" Adres: Gerhart-Hauptmann-Platz 50 (in der Landesbank Galerie) , 20095 Hamburg. Güzelce karnımızı doyurduktan, meşhur Alman sosislerinden ve de birasından yiyip içtikten sonra çıkıyoruz. Yemekler neffiss...




Mekan çok güzel ve "Gerhart Hauptmann Platz"a güzelbir meydana bakan çok geniş bir terası var eminim hava müsait olsa burada yemek yemek, havadar bir şekilde çok güzel olur. Biz gökalp ile bu terasa çıkıyoruz o sigara içiyor ben fotoğraf çekiyorum.

Gerhart-Hauptmann-Platz







Gerhart-Hauptmann-Platz

Alster Gölü kıyısına giderek, bir tekne turu yapmak istiyoruz. Sahil kuğular, ördekler, martılar ve onları besleyen insanlarla canlanmış.




50 dakikalık bir gezi seçerek tekneye biniyoruz. Kişi başı 14.50 avro veriyoruz. Hava güzel değil. Zaman zaman yağıyor. fakat bizimkiler sigara içtiği için, açık olan teknenin arka kısmına yerleşiyoruz. Bu arada yanımızda kocaman torbalar var. Ben kendime, Kemal de Yasemin'e kocaman peluş domuzlar alıyoruz. Nasıl taşıyacaksınız demeyin. O kadar şirinler ki:)













Cİhan vize durumlarını kontrol ederken:))))))))))))))
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG

ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG


ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
 ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG 
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
IRKLARI GÜZEL IRKLARI
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
BİRALAR GERÇEKTEN GÜZEL - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG


ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG
ALSTER GÖLÜ ÇEVRESİ - HAMBURG









Avrupa'nın en fazla köprüsüne sahip şehirdir. Amsterdam ve Venedik'in köprülerinin toplamı bile Hamburg'un köprü sayısını geçmemektedir.






HAMBURG BELEDİYE BİNASI
Hamburg Belediye binası: 1897’de neo-rönesans tarzı inşa edilen bina bugün hala belediye binası olarak kullanılmaktadır. Görkemli bina 111 m genişliğindeki ön cephesi, 112 m yüksekliğinde ortada yer alan kulesi ve avlusuyla görülmeye değer.Turistik açıdan belediye binası'nın (Rathaus) kulesine, biz çıkmıyoruz, ama siz çıkarak şehrin güzelliğini tepeden de görebilirsiniz.


 HAMBURG BELEDİYE BİNASI  












Binanın muhteşem mimarisi içeri girdiğimizde bizi gene kucaklıyor. Çok güzel bir bina...






HAMBURG BELEDİYE BİNASI
HAMBURG BELEDİYE BİNASI
Bu eski, Hamburg Belediye binasının (Rathaus) içinden geçip, arka avlusuna çıktığınızda; muhteşem bir çeşme ile karşılaşıyorsunuz: “Hygieia Çeşmesi”. Ana kaidesinde sağlık ve temizlik tanrıçası Hygieia’yı tasvir eden bir heykel bulunmakta.
Alman heykeltraş Joseph von Kramer tarafından 1895-96 yıllarında tasarlanmış, yapımına başlanmış ve 1897 yılında tamamlanmış. Çeşmede işlenilen temada mitolojik sağlık ve temizlik tanrıçası Hygieia'nın kullanılmış olma nedeni, 1892 yılında Hamburg, Almanya'da yaşanan kolera salgınını alegorik biçimde dile getirmektir. 


HYGİEİA ÇEŞMESİ




HYGİEİA ÇEŞMESİ
HYGİEİA ÇEŞMESİ
SAĞLIK VE TEMİZLİK TANRIÇASI HİGİEİA
Bu heykelde Hygieia, elinde günümüzde de eczacılığın sembolü olan tastan su dökmektedir. Ancak Kramer'in bu eserinde tasın etrafında yılan sarılı değildir.











Bu binayı da gezip bitirdikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Şimdi niyetimiz   
"Aziz Nikolai Kilisesi"ne gitmek. Adres : Willy Brandt Strasse 60, 20457 Hamburg. Epeyce yürüdükten sonra Kiliseye varıyoruz.
Gotik stildeki, Aziz Nikolai Kilisesi (Almanca: St.-Nikolai-Kirche), eskiden ana beş Lüterci kiliseden biriymiş. Yapımı 1846'dan 1874'e kadar sürmüş. İkinci Dünya Savaşı'da Müttefik Devletler'in hava saldırıları sonucunda büyük zarar görmüş. Ve sonraki 60 yıl boyunca Nazi kurbanlarının anısına bir yapıt olarak ayakta kalmış. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Harvestehude'ye yeni bir Aziz Nikolai Kilisesi yapılmış.
Kilise 1874'ten 1876'ya kadar Dünya'nın en yüksek yapısı ünvanına sahip olmuş. Şu anda Hamburg'un en yüksek ikinci yapısı. Günümüzde Hamburglular "Nikolaikirche" dendiğinde hâlâ eski kiliseyi anlamaktalar.














Aziz Nikolai Kilisesinin bahçesinde Nazi kurbanları için yapılmış bir anıt bulunmakta.








AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİNİN ASANSÖRÜ
AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ


AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ
AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ
AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ
AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ
AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ
AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ
 AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ  
AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ
AZİZ NİKOLAİ KİLİSESİ











Yolumuza devam, fakat önce biraz bir parkta dinlenmemiz azım. Zaten şehirde  hemen bir park bulmak hiç de zor değil.




























ÜÇ SİLAHŞÖRLER YİNE YOLLARA DÜŞMÜŞ...HEYY BENİ BEKLEYİN:)


Yürüye yürüye "St. Michaelis Kirche" ye geliyoruz. Adres: 1a, Englische Planke, Hamburg 20459. Barok stilde yapılmış, Hamburg'un simgesi haline gelmiş, beş ana protestan kilisesinden en ünlü olanı. Baş Melek Mikail şerefine yapılmış olan bir kilise. Giriş kapısının üzerinde baş meleğin şeytanla savaşını gösteren bronz bir heykel bulunmakta. 


ST MİCHAELİS KİLİSE KAPISI -  BAŞ MELEK MİKAİL ŞEYTANI ALTEDERKEN
Bugünkü kilise aynı yerde yapılan üçüncü kilise. 1647de yapımına başlanan kilisenin ilk yıkılışı 1750de bir yıldırım sonucu oluyor. 1786 da bugünkü haliyle yenilenen kilise 1906 da çalışmalar sırasında çıkan bir yangın sonucu harap oluyor. Üçüncüsü ise 1944-45 de savaş esnasındaki bombardımanlarla oluyor. Sonra 1983den itibaren, kulesi ve damı da yenilenmek üzere çalışmalara başlanmış. 2500 oturma yeriyle, Hamburg'un en büyük kilisesi. Biz kuleye çıkmıyoruz ama liman ve şehri panoromik olarak görmek istiyorsanız, biz çıkmıyoruz ama siz kulesine çıkabilirsiniz. Sabah 9:00 ; akşam 19:30 arası ziyarete açık. Kilise ziyareti ücretsiz ama kuleye çıkmak isterseniz 3 avro. Biz içeriye sadece şöyle bir bakıp çıkıyoruz.
ST MİCHAELİS KİLİSESİ
ST MİCHAELİS KİLİSESİ
PROTESTANLIĞIN KURUCUSU MARTİN LUTHER KİNG'İN HEYKELİ KİLİSE BAHÇESİNDE
MARTİN LUTHER KİNG'İN HEYKELİ
ST MİCHAELİS KİLİSESİ 
 ST MİCHAELİS KİLİSESİ  
Kilise ziyaretinden sonra tekrar St Pauli bölgesine yemeğe gidiyoruz.




Dün akşam geldiğimiz "Herzblut Restaurant Bar" a geliyoruz.










Hesap kişi başı 17 avro geliyor.


KEMAL HAFİF ÇAPTA KEYİFSİZLEŞMEYE BAŞLIYOR
Kemal'in biraz allerji gibi bir şeyi başladı ama bir şey yapamıyoruz. Hatta biraz kaşıntı da var. Geldiğimiz gibi tren istasyonuna giderek, bizi Amsterdam'a götürecek trene biniyoruz. Kişi başı 48 avro ödüyoruz. Biletleri, daha evvel internetten alıyoruz...
Binmeden evvel Gökalp'ten bu trenlerin nasıl güzel olduğu, Avrupa'nın sayılı trenlerinden olduğu hakkında vaaz dinliyoruz. Aman Allahım trene bindiğimizde bizim sirkeci banliyö trenlerinden daha kötü bir trenle karşılaşıyoruz. 6 kişilik bir kompartmandayız. İçeride daha evvelden binmiş , uyuyan kuzeyli bir genç var. 




Tabi biz girince kalkıp toparlanıyor. İçerisi resmen ahır gibi kokuyor ve karşıdaki koltukla mesafe çok dar, koltuklarda sanki eskilikten dolayı kokuyor gibi geliyor bana. Hem eyvaahh diyoruz, hemde  bir taraftan Gökalp'e trene binmeden evvel söylediklerini "şirin" bir şekilde hatırlatıyoruz:) trende restoran falan da yok, daha doğrusu kapalı diyorlar. Kompartman kapısını açık bırakıp koridordaki pencereyi sürekli açık bırakıyoruz. Daha kaç saat gideceğiz. Ne yapalım şans!!! Bir de tren fiyatının uygun olması çok yer dolaşarak gitmesinden kaynaklanıyor. Yandık... Üstelik Kemal de bayağı hastalanıyor. 

30 Ağustos 2011
Sabah Amsterdam'dayız. Hostelimiz yürüyerek ulaşacağımız bir mesafede olduğu için yürüyoruz. "Hotel Westertoren" Adres: Raadhuisstraad 35 1016DC Amsterdam. Amsterdam merkezde bir küçük aile oteli. Hostelde asansör falan yok. Klasik dar ve korkunç yüksek merdivenli bir Hollanda evi tarzında. 



Ama odamız çok tatlı arka tarafta sessiz bir avluya bakıyor. tuvalet ve banyosu ayrı. 

ODAMIZIN PENCERESİNDEN GÖRÜNEN AVLU - HOTEL WESTERTOREN


ODAMIZIN PENCERESİNDEN GÖRÜNEN AVLU - HOTEL WESTERTOREN
Saç kurutma makinası ve ücretsiz internet var. Sabah kahvaltısı odanıza geliyor. Ücrete dahil. Bir kişi kahvaltı dahil 27,5 avro. Dördümüz aynı odada kalıyoruz. 3 yatak yan yana sırayla; cam kenarında Cihan, ortada Gökalp, son yatakta Kemal yatacak. Ben de onların karşısında duvarın dibideki yataktayım. baş ucumdaki giyotin pencereden avluyu görüyorum. En önemlisi odamızda buz dolabı, kettle var. Ayrıca ücretsiz, kahve çay ve şeker. Çok şirin bir oda, odamızı seviyoruz. Eşyalarımızı bırakıp, kendimizi dışarı atıyoruz.





Haydi bakalım, Amsterdam'dayız artık. Karnımız aç önce onu halletmeliyiz. Otelden çıkıp sağa doğru dümdüz yürümeye başlıyoruz. Heh burası iyidir dediğimiz ilk yere çöküyoruz. Benim Amsterdam'a ikinci gelişim. Özlemişim:)












Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra yola koyuluyoruz. Dolaş dolaş gene karnımız acıkınca bir yerlere çöktük gene.










Dolaşırken dinlenmek ve bir şeyler  içmek için bir "Coffee shop Green Place"e giriyoruz. Adres: Kloveniersburgwal 4  1012 CT Amsterdam.








Tekrar dolaşmaya çıktığımızda hava kararmak üzereydi. Biz de meşhur "Red Light Street"e gidiyoruz.








Yürüye yürüye yorulmuş bir şekilde hostelimize dönüyoruz. Gece Kemal gittikçe kızarmaya başlıyor. Belli ki allerjik bir durum var. Uyu geçer falan diyoruz.

31 Ağustos 2011
Sabah ilk iş Otelciden en yakın tıbbi yardım merkezini öğrenmek oluor. Çünkü Kemal kırmızıdan bordoya doğru renk değiştirerek, montuyla aynı renk oldu. bayağı korkuyorum. Hafif hafif şişme de var ve kaşınıyor. Neyse adresi alıp, bir taksiye atlıyoruz. Bayan doktor aldığı antibiotiğe allerjisi olduğunu söyleyip, bir ilaç yazıyor.
















Soğuk ve sevimsiz bir hava var. Bazen yağıyor.









KEMAL KIPKIRMIZI
Amsterdam’ın, De Pijp bölgesinde bulunan, en büyük sokak pazarı "Albert Cuyp"tayız. Pazartesi’den Cumartesi’ye 09.30-17.00 saatleri arasında açık olan bu pazarda sebzeden kıyafete, çiçekten peynire, balığa kadar pek çok ürün bulabilirsiniz.
ALBERT CUPY AÇIK PAZARI




ALBERT CUPY AÇIK PAZARI - DE PİJP BÖLGESİ



AŞK OLSUN BE GÖKALP BİTMİŞ BİR HALDESİN YAHUUUUU:)

KANALLAR ŞEHRİ AMSTERDAM
AMSTERDAM DA BİSİKLET DOLU



Kemal kendini bayağı kötü hissediyor. Hostele gidip yatacak. Biz dolaşmaya devam ediyoruz. 
MUSEUMPLEİN
"Museumplein" (Müze Meydanı) olarak anılan bölgede Rijk Müzesi, Van Gogh Müzesi ve Stedelijk Müzesi gibi müzeler; bir arada bulunuyor. Böğürtlen ve çilek alarak meydanda oturup biraz dinleniyoruz. 






Museumplein
Museumplein
Museumplein
Museumplein
"Van Gogh Müzesi"ne gitmek üzere meydandan ayrılıyoruz.






Rijkmuseum’un aksine Van Gogh müzesi, Gerrit Rietveld tarafından tasarlanmış, oldukça modern bir binada yer alıyor. Müzede, Van Gogh’un çeşitli eserlerini görebilir, çağdaşlarının da Gogh ile aynı zaman diliminde ortaya çıkardığı eserleri inceleyebilirsiniz. Zaman zaman konsepti değişen başka sergiler de burada yapacağınız gezintiye ayrı bir renk katar. Vincent’ın Yatak Odası, Patates Yiyenler ve Vazodaki Ayçiçekleri; Gogh’un müzedeki bazı önemli eserleri arasındadır. Adres : Paulus Potterstraat 7  1071 CX Amsterdam
Müze sabah 10:00 akşam 18:00 arası açık. Kişi başı 14 avro veriyoruz.





Müzenin satış mağazasında Van Gogh eserleriyle ilgili bir sürü eşya yer alıyor. Ben sadece Selim'e bir kupa almakla yetiniyorum.






Müzeyi gezmeyi bitirdikten sonra müze meydanında biraz oturup bir şeyler yiyoruz. Bu arada Kemal'i arıyorum. Uyuduğunu söylüyor. 

















Epey bir dolaştıktan sonra otelimize dönüyoruz. Kemal iyi değil. Akşam için ikimiz hostelde kalıyoruz. Cihan ile Gökalp'e siz çıkın diyorum. Onlar gidiyor. Kemal'in ateşi çıkıyor, neyse ki odada mini buz dolabı var. Gece geç saatlerde ateşi düşüyor. 

1 Eylül 2011
Bu gün de çok parlak değil Kemal'in durumu ama ateşi yok en azından. gezmeye devam ediyoruz. Bugün artık Amterdam'da ki son günümüz, zamanımızı iyi değerlendirmemiz lazım. Bot turu yapmak istiyoruz. sabah 10dan itibaren turlar başlıyor her yarım saatte bir tekne var. Kişi başı 13 avro  veriyoruz.










AYY CANIM YA HASTA HASTA GEZİYOR:)


























Dam Meydanında bulunan Ulusal Anıt, II. Dünya Savaşı kurbanlarını anmakta ve Hollanda’nın savaşta üstlendiği rolü vurgulamakta.


DAM MEYDANI






"Ristorante Pizzeria Doria" da yemeğimizi yemeğe karar veriyoruz. Pizza,bira kişi başı 16 avro veriyoruz. Pizzalar gayet güzel. Adres: Damstraat 3  1012 JL Amsterdam.













Uçağımıza gitmeden evvel, kalan zamanımızı sokaklarda takılarak geçiriyoruz. Eeeee bakalım Amsterdam'a 3. defa gelebilecek miyim? İnşallah:)

Döndüğümüz günün ertesi sabahı Kemal yerinde bile duramadığı için erkenden doktora gittik. Amsterdam'daki doktor çok hafif bir ilaç vermiş. Derhal kortizon iğnesine başlandı. 3. gün ancak iyileşme emaresi göründü. 
Tevekkeli değil Atatürk de "beni türk doktorlarına emanet edin" demiştir:))))) Merak edenlere duyurulur:)))))))))))))))))))






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler