23-26 Ekim 2012
NAPOLİ-POMPEİ-SORRENTO-POSİTANO-AMALFİ
NAPOLİ - POMPEİ
"Kuzeyliler güneylileri sevmez, güneyliler kuzeylileri sevmez ama bütün İtalyanlar Napoli'yi sevmez" diye bir deyiş var:)
Napoli, V. yy.'da kurulur İ.Ö. 327'de Romalılar tarafından işgal edilir. İ.Ö. 90'da Roma Municipium'u, Claudius zamanında da koloni olur. M.S. 553'de Bizanslıların eline geçer. MS. 661'de Bizans düklüğünün merkezi olur. 1139"da kente giren Sicilya Kontu, Napoli'yi Norman Krallığının feodal çerçevesi içine alır ve onu bu krallığın başkenti yapar. Napoli, Tancredi döneminde (1189-1194) ve imparator Heinrich Vl'nın ölümünden sonra yeniden kazanmaya çalıştığı özerkliğini Friedrich ll'nin taç giymesi sonrasında yitirir. Kral Roberto (1309-1343) döneminde düşünce merkezi durumuna gelen Napoli, Cenevizliler, Barselonalılar, Marsilyalı'lar, Pisalılar, Floransalılar ve Amalfililer'in elinde uluslararası bir ticaret merkezi olur. İspanya egemenliği altındayken (1442-1713) Napoli’de gerçek bir halk ihtilali patlak verir (1647-1648). Fransızlar Napoli'yi işgal edince, onu Porte Nopea Cumhuriyetinin başkenti yaparlar. Napoli iki Sicilya krallığının çöküşüne ve Garibaldi tarafından işgal edilinceye kadar (7 Eylül 1860) başkent olarak kalır.
Sabah 7:30 da Bologna Centrale'den bindiğimiz tren 3.5 saat sonra Napoli Centrale istasyonuna varıyor. www.trenitalia.com'dan kişi başı 29 avro'ya biletleri önceden alıyorum. Tren bayağı kalabalık ve çok ilginç birşey oluyor. Bir turist yanına koyduğu sırt çantasını yere koymak istemiyor. Hatta karşısında oturan kız arkadaşı daha ilginç bir şekilde isterseniz benim yerime oturun gibi bir teklif de bulunsa da bize dinletemiyor:) Ama turist çocuk, 2 Türk'e çattığının farkında değil!!! Tabi ki de paşa paşa sırt çantasını yere indiriyor. Deli mi ne bunlar 3.5 saat ayakta mı gideceğiz???Pöh:)
Porta Nolana |
Odamızın balkonundan Porta Nolana'nın gece görüntüsü:) |
Hostelin içini bir görüp gidelim diye beklerken Angela geliyor. Bize kalacağımız yeri gösteriyor. Burası resmen mutfağı olmayan 2 katlı, yani mezzazin bir daire. İçeriye girince şaşırıyoruz gayet güzel dışarıyla alakası yok. Üstelik 3 yatak olmasına rağmen bizden 2 kişilik parası alacak. Eh ne yapalım artık deyip kalmaya karar veriyoruz.
Angela elimize birer harita veriyor, sabah kahvaltısını da yandaki daireden alıp tepsiyle buraya getirebilirsiniz deyip, çekip gidiyor. Zaten bir daha da kendisini görmüyoruz ayrılırken de masa üzerine bıraktığımız 180 avroyu almaya gönderdiği temizlikçi geliyor.
Napoli azınlığın beğenisine hitap eden bir şehir. Renkli bir
tarihi, karakter sahibi bir mimariyi, uçlarda dolaşan insan tiplerini,
curcunayı, döküntülüğü ve macerayı sevenler için güzel bir şehir. Şehrin bugün
en ilginç yanı, tarihi mahallelerinin, banliyölerinin ve bazı önemli iş
sektörlerinin, Camorra denilen Napoli mafyasının idaresi altında olması.
Kurtarılmış bu bölgelere yanlışlıkla girip de başınızı belaya sokmamak için,
gideceğiniz yere, kestirme değil de ana yollardan ulaşmak zorundasınız.
Camorra’nın Napoli’nin başına açtığı en büyük bela, çöp sorunu. Çöpleri yok
etmenin yanı sıra, sokak temizleyicileri ve çöp kamyonları da Camorra’nın emri
altında. İtalyan hükümetinin çöp ve atık
yok etmek için, yeni bir yer tesis etme girişimleri, Camorra’nın rekabet
yaratır endişesi ve sonrasındaki şiddete dayalı tepkisiyle yarım kalmış.
Napoliler’in dediklerine göre, hükümet yetkilileri ile girilen bu savaşı
Camorra kazanmış.
Neyse biz bavullarımızı bırakıp yemeye gidiyoruz. Napoli'de, ünlü iki pizzacı var: Biri Via Tribunali, 38 numaradaki “Ristorante Sorbillo”, diğeri de gene en eski pizzacılarından biri olan, "L'Antica Pizzeria Da Michele". Evet biz de napoliten pizza yemeye buraya gidiyoruz. Adres: Via Cesare Sersale, 1 80139 Napoli. Burası 1870 den beri varlığını sürdüren resmen bizim esnaf lokantaları gibi bir mekan. İçeride sadece 2 tip pizza bulunuyor. Pizza Margherita da domates sos, fesleğen yaprakları, mozerella peyniri ve zeytinyağ var. Diğer pizza çeşidi Marinaranın içindeyse sadece domates sos, fesleğen ve zeytinyağ bulunmakta. İçeri girmek içinse size küçük bir kağıda yazılı numara veriyorlar. Kapının önünde bekliyorsunuz, numaranız okunduğunda içeri girip hemen siparişinizi veriyorsunuz. Büyük boy pizza sadece 5 avro ve de nefis. Biz aşağı yukarı 20-25 dakika sonra restorana girebiliyoruz. Masada benim yanımda bir Japon, Hilal'in yanındaysa bir Napoli'li oturuyor. İşiniz bittiği an hemen kalkmalısınız bekleyen çok!
Neyse karnımızı da güzelce doyurduktan sonra doğru Porta Nolana tren İstasyonuna, oradan da Sorrento trenine binip, Pompei'de iniyoruz (1 kişi başı 2.80 avro). Trenden inince hadi birer kahve içelim deyip Porta Marina kapısından gireceğimiz için en yakın çay bahçesinde bir nescafe içelim diyoruz ama berbat bir yani iki kahveye 9 avro veriyoruz. Neyse deyip, biletimizi (1 kişi 11 avro) alıp giriyoruz. Pompei harabeleri 8:30-19:30 arası açık.
Girişte harita alıyoruz ama o kadar çok yer var ki görülecek. Kapıdaki görevliye mutlaka görülmesi gereken yerleri soruyoruz. başlıyoruz gezmeye, gerçekten çok karışık haritaya rağmen aynı yerden 3 kez geçtiğimiz oluyor.
Pompei antik bir Roma kenti ama bir ticaret şehri olduğu için çok zengin. Bu yüzden de her türlü aşırılık, sapkınlık, eşcinsellik, sefahat, putlara tapma görülüyor. 24 ağustos M.S. 79 da Vezüv yanardağı patlayarak, tüm şehri ve insanları lavlar altında bırakıyor. Buna da Tanrı'nın gazabı deniliyor.
Pompei ilk hamam ve sauna kültürünün ortaya çıktığı şehir. Girdiğimiz "Terme Stabiane" hamamlardan bir tanesi.
İçeride o kadar çok bölme var ki. Tüm duvarlar da resim ve oymalar. Çok güzel bir kırmızı kiremit rengi hakim. Ama esas gözümün önünden gitmeyen görüntü 2 adet donmuş gibi taşlaşmış insan.
Yukarıda görüldüğü gibi evlerin bahçelerinin ortasındaki havuzların üzerinde aynı büyüklükte yağmurda su toplanmasını yarayan açıklık bulunmakta.
Hamamdan ayrılıyoruz. Yolumuzun üzerinde o dönemde çok rövaşta olan "Lupanare" - genelev var. Hatta eskiden lupanareye giden yolun zemininde penis resimleri buluyormuş. 2 katlı binaya girdiğinizde küçücük küçücük odalarla karşılaşıyorsunuz. Odaların içinde taştan yataklar var. Müşteri yoğunluğundan dolayı biri çıkınca diğer müşteri gelmeden suyla yıkanıyormuş. gelen müşteri istediği pozisyonu kapısının üzerinde ki resminden seçerek, o odaya girermiş.
Her köşebaşında farklı figüre sahip bir çeşme bulunmakta, bu sayede adres vermek buluşmak, daha kolaymış.. |
Pompei'de evler muhteşem, yaklaşık 15 odalı, iç bahçeleri olan, havuzlu ve duvarları çok resimlerle bezenmiş.
Haritada 60 nolu anfiteatro |
Doğru tren istasyonuna.
Fareli Köyün Kavalcısı:)))))))))))))))))))))))))))))))))) |
Tabi Hilal'i sakinleştirmem epey zaman alıyor ve de sonrasında, şu yukarıda fotoğrafda gördüğünüz direğin altından Hilal'i ayıramıyorum, tabi tren gelene kadar:)
Trene binince de bu sefer başımıza gelenden dolayı gülme krizimiz tutuyor. Bu trende de bir şey var herhalde, çünkü yanımızda ki çift herhalde yanlış anlaşmış olmalılar ki; adam iniyor, kadınla bebek trende kalıyor. Haydaaa!!! Bu sefer kadına yardım etmeye çalışıyoruz. Zaten bir sonraki son durak. Burada kadının çevresinde bir kalabalık oluşuyor. Her kafadan bir ses: in! Bekle! Paran var mı? Biz götürelim mi? falan gibi sorulara kadın yok bekleyeceğim diye cevap verince, biz de bırakıp, istasyondan ayrılıyoruz. Bize de hep Napoli sokakları tekin değil dendiği için, epey bir karanlık Napoli sokaklarında, koşturarak otelimize ulaşıyoruz. içeri girip kapıyı kapattığımızda birbirimizden gizli bir oh çektiğimiz kesin:)
Bu arada otele gelmeden evvel, bir bakkala uğrayalım da su, bira, peynir falan alalım diyoruz. Bakkal diyorum çünkü uğradığımız yer tam anlamıyla bir bakkal. Porta Nolana bölgesinde Hintli, Afrikalı vs. göçmen çok. Girdiğimiz bakkal da Hintli. Elimi attığım su şişesinin kapağı açık! Hintliye gösterdiğimde hee o mu? O şişeyi bırakın ben daha evvel içtim, onu bırak başka al! diyor. Hilal de sinirle neden peki oraya geri koydunuz diye soruyor, ama cevap yerine bir gülümseme geliyor. Bir an kendimi Hindistan'da zannediyorum. Neyse biz bira ve çerezlerimizi alıp dükkandan çıkıyoruz. Biraz da karşıdaki dükkandan peynir alıp otelin yolunu tutuyoruz. Ortada kimseler yok! Bayağı karanlık, fakat bizim otelin karşı köşesinde bir hareketlilik mevcut. Biri şişman, diğeri daha zayıf iki kadın. Ortak noktaları ikisinin de dar, siyah mini elbise giymiş olmaları. Biri köşenin bir tarafında diğeri diğer tarafına, birer sandalyeye oturmuşlar. Bizim sokak tarafında ki, seksi bir şekilde bacak bacak üzerine atmış. Biz tabi şaşırıyoruz. Az ileride de diğer köşede bayazlar giymiş bir kadın var. Arasıra bir araba duruyor.
Odamızın ışıklarını kapatıp bir fotoğraflarını çekmeye çalışırken, bir taraftan da kadın olmanın zor yanlarıyla ilgili; "cık cık cık" sesleriyle fısıltıyla konuşuyoruz. Fotoğrafı tabi flaşsız çekiyoruz. Flaş patlarsa dayak yediğimizin resmidir:) Çünkü kadınlar dünyanın en eski mesleğini icra ediyorlar.
İnsanlık dramı ve kadınların kullanılması dünyanın neresinde olursa olsun aynı! Maalesef böyle, çok üzücü:(
SORRENTO - CAPRİ
Bugün 24 Ekim. Sabah erkenden kalkıp yan tarafa geçiyoruz. Kahvaltımızı alacağız. Her şey güzel hoş da daire giriş kapıları 2 kanat olduğu için, tek kanatları açık ve o kadar dar ki, kahvaltılıkları koyduğumuz tepsi girmiyor. Dikey deneyelim yok olmadı, sen tut, ben çayları alayım falan derken kahkaha krizleri arasında tepsiyi dairemize almayı başarıyoruz.
Capri'ye gitmek için önce Porta Nolana tren istasyonundan, Sorrento'ya gidiyoruz (kişi başı 2 avro). Tren dolu ayaktayız, yolcular bağıra çağıra birbiriyle konuşuyor. Aklınıza gelen her tip insan mevcut. Belli ki işe gidenler çoğunlukta, yaz olmadığı için o kadar turist yok. Sorrento'ya doğru tren bayağı boşalıyor.
Napoli Sorrento treni |
Bu bölgenin içkisi olan "Limoncello" limon likörü de bu bölgede yetişen, çok iri limonlardan yapılıyor.Tatlı içki sevmiyorsanız, bu içki size göre değil demektir:) Ama tatmanızı kesinlikle tavsiye ederim.
Sorrento gerçekten çok tatlı bir kasaba ama bizim amacımız capri'ye gitmek olduğu için sahile iniyoruz. Burada birer portakal suyu ve kahve içtikten sonra 13:30 daki bizi Capri'ye götürecek olan feribota biniyoruz.
(GESCAB s.r.l. ile kişi başı 16.80 avro). yaklaşık yarım saatte Capri, Marina Grande'ye varıyoruz. Belki benim beklentim daha fazlaydı ama Capri'yi görünce aman Allahım dedirtecek bir şeyle karşılaşmıyoruz. Belki de bizim adalardan bu tür görüntülere gözlerimizin aşına olmasındandır. Tamam gayet hoş ve de güzel bir ada.
Şöyle bir sahilde etrafımıza bakıp fünikülere biniyoruz.
Saat kulesinin'de bulunduğu "Piazza Umberto"ya çıkıyoruz. Her taraf hediyelik eşya dükkanları, restoranlar ve turistlerle kaplı. Adım atacak yer yok! Karnımız aç, öncelikle yemek yiyebileceğimiz Pastanemsi bir yere giriyoruz. Tatlı mı yeseeek? Tuzlu mu? falan derken, 2 ayrı şey seçip ikisinden de tatmaya karar veriyoruz. Birer de cola alıyoruz. Bir tanesi nohut görünümünde ama yiyince onların küçük hamur topları olduğunu anlıyoruz. Diğeri de tuzlu bir turta tat ve görünümünde. İkisini de beğeniyoruz. (23 avro)
Çatlayacak kadar tok olmama rağmen gelato -dondurma da yemek istiyorum ama Allah'tan Hilal engelleyerek, daha sonra yeriz diyor. İtalyan dondurmalarına karşı koymak çok zor!
Evet Capri'de çok lüks mağazalar var. Ama çok şirin görünümlü evlerle karışık malikane gibi binalar da var, villalar da var. İlginç bir yer.
Capri’nin ilk hayranı MÖ
29 yılında adayı ziyaret eden Caesar Augustus olmuş. Adanın güzelliğinden o
kadar etkilenmiş ki, buraya sahip olabilmek için, verimli toprakları olan
Ischia Adası’nı ve Napoli şehrini Capri ile takas etmiş. Thomas Mann, Ernest Hemingway,
Jean Paul Sartre, Pablo Neruda adanın güzelliğine kapılıp burada yaşayan
isimlerden. Kalabalık yüzünden, Capri’nin sembollerinden mavi mağara Grotta Azzurra’yı
ise görecek halimiz de, isteğimiz de kalmıyor.
Fünikülerle aşağıya sahile inip feribot bileti almaya gidiyoruz. Hiç şaşırmayın aynı yere sefer yapan bir çok şirket var. Biz direk Napoli bileti alıyoruz bu sefer. (dönüş bileti kişi başı 18.70 avro) Arrivederci Capri!!! deyip adadan ayrılıyoruz.
Napoli Porto Beverollo'ya varıyoruz. Yaklaşık 1 saat sürüyor. Limana geldiğimizde karşımızda Napoli'nin "Castel Nuovo"su ile karşılaşıyoruz ama biz burayı gezmeyip:( arka taraflara doğru yürüyoruz. Via Toledo (Via Roma) üzerinde yer alan Kral Umberto I'in adı verilen, 1887-18891yıllarında yapılan: "Galleria Umberto I"e gidiyoruz. Burası bana Milano'daki "Vittorio Emanuele"yi hatırlatıyor. Aynı tarz binalar.
İçerisinde bir sürü mağaza ve kafenin bulunduğu alışveriş merkezinin en ortasında, tabanında 12 burç yer almakta. Biz de tabi kendi burçlarımızı buluyoruz:)
Via Roma'ya çıkıyoruz, her büyük şehirde olan görüntüler; çöpler ve evsizler burada da mevcut.
POSİTANO
25 ekim sabahı gene Porta Nolana'dan yola çıkarak trenle Sorrento'ya gidiyoruz. Sorrento'dan otobüse tek bir bilet alarak Positano, Amalfi, Salerno'yu gezebileceğiz (kişibaşı 7.20 avro). otobüse bindiğimde herkesin sağ tarafa binmiş olduğunu görüyorum, Allah Allah güneş mi gelecek o tafaf diye düşünürken az sonra sebebi ortaya çıkıyor, çünkü sahil sağ tarafda:) Sahil şeridi çok dar ve sarp. Biz ekimdeyiz yazın bu yollardan geçebilmek için millet ne cambazlıklar yapıp, kimbilir ne kadar bekliyor! Manzara muhteşem! Neyse Positanooo!!! diye bağırınca şoför iniyoruz.
Positano |
Positano |
Positano yamaca kurulmuş turistik bir kasaba. Aşağıya, sahile doğru inerken her şey iyi hoş da, yukarı çıkarken, ya bir vasıtayla döne dolaşa çıkacaksınız, ya da artık kaç yüz tane olduğunu bilemediğim merdivenleri tırmanacaksınız.
Hilal'in tüm itirazlarına rağmen onu "şimdi taksi buluruz", yok "kestirme yoldan gideriz" falan diye kandırarak en tepeye kadar, güneşin alnı kabağında, merdivenlerden tırmanarak çıkarıyorum. Artık Hilal benimle bir daha geziye çıkar mı? İşte ondan emin değilim:)
Merdivenlerine rağmen çok şirin bir belde. Beyaz evler, mavi panjurlar, tezgahlarında türlü seramiklerin, makarnaların, rizottoların, limoncello'ların, limon görünüm ve kokulu sabunların teşhir edildiği hediyelik eşya dükkanları, restoranlar, minik oteller...
Daha evvel "Kızgın Güneş" adıyla gösterilen "Yetekli Bay Ripley-Talented Mr. Ripley" filmi burada çekilmiş olan bir film. Mutlaka seyretmelisiniz.
Bu arada girdiğimiz dükkanlardan birinden, vakumlanmış naylon torbada, mantarlı rizotto alıyorum. İnşallah iyi çıkar!
Positano |
Saatimize baktığımızda sadece "Amalfi"yi ziyarete vaktimiz kaldığını anlıyoruz. Salerno'dan vaz geçmek zorunda kalıyoruz. Ana yola çıkıp Amalfi'ye giden otobüsü bekliyoruz. Biletimiz halen geçerli.
Amalfi'ye giderken |
AMALFİ
Amalfi, 6. yüzyıl
ortalarında Bizans egemenliğine girene değin önem taşımıyordu. 9. yüzyılın ilk
İtalyan kıyı cumhuriyetlerinden biri olan Amalfi, Doğu ile yapılan ticarette
Pisa, Cenova, Venedik ve Gaete'nın rakibi durumundaydı.
Amalfi kıyılarının, Türk dünyası ile ilişkisi, biraz daha
karışık. 27 Haziran 1544, de, Barbaros Hayrettin Paşa, Amalfi’ye saldırmış. Ancak, Amalfililer’in
inanışlarına göre, Aziz Andrea öylesine büyük bir fırtına çıkarmış ki,
Barbaros geri çekilmek zorunda kalmış. İşte, o tarihten bu yana, her 27
Haziran, Amalfi’de kutsal bir gün olarak kutlanıyor ve bronz Aziz Andrea heykeli, sahile indiriliyor.
Ayrıca Aziz
Andrea’nın kemikleri, Amalfi’nin, Arap mimarisi izlerini taşıyan katedralinde
saklanıyor. Bu kemikler, 1204 Latin istilası sırasında, İstanbul’dan götürülmüş
Amalfi’ye. Pek tabii, Amalfi’de kimse, olayı bu şekilde anlatmıyor. ‘Asil aileler
tarafından bu kemikler, İstanbul’dan Amalfi’ye hediye olarak getirildi’
deniliyor.
Costieri Amalfitana |
Costieri Amalfitana |
Yapımına 9. yüzyılda
başlanan ve sonraları pek çok kez onarılan "St. Andrea Katedrali", kente hakim
durumda. Katedralin görkemli bronz kapıları 1065'te İstanbul’da yapılmış, çan
kulesi ise 1180-1276 arasında tamamlanmış. Bizim gezemediğimiz; Katedrale bitişik Chiostro del
Paradiso Manastırı (1266-68) ile şimdi otel olan eski Kapusin Rahibeler
Manastırı (yapımı 1212), kentin önemli yapılarından.
Cattedrale di Sant'Andrea - Duomo di Amalfi |
El yapımı kağıt |
Amalfi bugün, ılıman iklimi ve kıyı şeridinin güzelliğiyle İtalya'nın önemli turizm merkezlerinden. Mulini Vadisinde su gücüyle çalışan kağıt imalathaneleri var. Biz de bundan etkilenerek, "Museo della Carta" yani Kağıt Müzesi'ni ziyaret ediyoruz. Via delle Cartiere, 23, Amalfi Salerno, İtalia.(kişi başı 4 avro). Müzeyi, daha doğrusu imalathaneyi, bir rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz.
İlk el yapımı kağıt, İ.Ö. 2. yy.da Çin'de yapılıyor. Daha sonra kervan yollarıyla yayılarak, Amalfi'ye kadar geliyor. Akdeniz'de ilk el yapımı kağıt üzerine yazılı bulunan belge; 12 yy. başında Sicilya kontesi tarafından yazılan bir mektup.
Müzeyi gezdiren rehber de bize kağıt yapımını göstererek anlatıyor. Pamuklu çaputlar, su dolu çukurlarda bekletildikten sonra, tahta araçlarda çevrile çevrile ufalanıyor. Lapa gibi olunca, kalıp süzgeçlerde sularından arındırılarak, kurutulup, presleniyor. Ve işte size, yanda rehberin elinde tuttuğu el yapımı kağıt!
Kağıt Müzesi - Kağıt pres makinası - Amalfi |
Kağıtların üzerine Amalfi arması presleniyor |
Offf karnımız çok aç hemen gözümüze kestirdiğimiz bir restorana girerek, deniz ürünlü spagetti ve bira istiyoruz. Yemekler burada da gayet güzel (36 avro).
Çıkıp biraz da hediyelik eşya mağazalarına bakıyoruz.
Fontana di Sant'Andrea - Fontana di Popolo |
Havanın yavaş yavaş kararmaya başlamasıyla birlikte artık Napoli'ye dönme zamanı geldi diyerek sahile dönüyoruz.
Amalfi Sahil |
Amalfi'den Sorrento'ya varışımız yaklaşık 1 saat sürüyor. Hava artık tamamen kararmakta. otobüsden indiğimizde Napoli trenine binmeden evvel birer parça pizza alıyoruz. (May Flower'dan iki dilim= 5 avro) . Napoli trenindeyiz, çevremizde bayan az ve göçmen gibi tuhaf tuhaf tipler var. Neyse Garibaldi tren istasyonu yani son istasyonda inip hızla otelimizin yolunu tutuyoruz. Han kapımıza geldiğimizde Hilal, çevreyi kolaçan etmekten, kapıya odaklanmadığı için, fark etmiyor. Birden kapı açılıyor ve simsiyah bir zencinin dışarı çıkmasıyla Hilal'in çığlık atması bir oluyor. Adam şaşkın. Ne yapsın, korkuttuğu için bizden özür dileyip yoluna devam ediyor. Bizse içeri girip kapıyı kapattıktan sonra gülmekten yerlere yatıyoruz:)
Eh bu günü de Napoli'de kazasız belasız tamamlıyoruz. Gerçi biz istanbulluyuz, biz bilmeyeceğiz de kim bilecek hırsızdan, uğursuzdan korunmayı! :)
27 Ekim gününü tamamen Napoli'ye ayırıyoruz, çünkü yarın sabah Torino'ya uçuyoruz. Şehrin eski yüzünü görebilmek için olarak "Museo Archeologico Nazionale"ye gidiyoruz. Piazza Museo, 19, 80135 Napoli. Önce Statione Garibaldi'den bindiğimiz metro ile Piazza Cavour'a, oradan da "Piazza Museo"ya ulaşıyoruz. Öncelikle müzeye bakan "Principe di Napoli" kafede kahvelerimizi içip, vitrinde iştah açıcı duran kuru pastalardan tadıyoruz. Ucuz değil! 2 cappucino, bir tuzlu, bir de tatlıya 14 avro ödüyoruz.
Bu arada unutmadan; Torino dahil bazı İtalyan şehirlerinde bir "Piazza Cavour" a rastlamak mümkün. Zira, Camillo Benso Cavour, Cavour Kontu (1810-1861, Torino) Uluslararası gelişmeler ve devrimci hareketlerden yararlanarak Savoia hanedanı yönetiminde İtalya'nın birliğini sağlayan ve yeni krallığın ilk başbakanı olan Piemonteli muhafazakar bir İtalyan devlet adamı. O yüzden de bir çok meydana adı verilmiş.
Museo Archeologico Nazionale |
Müzede, Roma dönemine ait freskler, heykeller, Yunan mitolojisine ait kitabeler, objeler ve antika eşyalar sergilenmekte.
Ayrıca "Gizli Oda" adı verilen ve tarihi erotik resim, heykel ve objelerin bulunduğu bir galeri bölümü de yer almakta. Özellikle de Pompei'de bulunan bir sürü değerli kalıntı burada sergilenmekte.
Roma Rönesans döneminde Farnese Sarayı'nda bulunan sanat eserlerine günümüzde Farnese koleksiyonu adı verilmekte.
Farnese koleksiyonunun en önemli parçaları olan Herkül, Atlas ve Farnese Boğası heykelleri; Ulusal Arkeoloji Müzesi'nin en dikkat çekici parçaları arasında yer almakta.
Herkül bana mı bakıyor acaba?:))) |
Farnese boğası |
Napoli kalelerinden biri de "Castel Sant'Elmo". Tepeden
bakıldığında bir yıldız formunda olan kale, köşeli mimarisi ile dikkatleri
üzerine çekmekte. Vomero Tepesi'nin üzerinde yer alan tarihî yapının
teraslarından Napoli'nin en muhteşem manzaraları izlenebilmekte. Fakat biz kalenin içine girmeyip önündeki seyir terasından, şehri tepeden inceliyoruz. Via Tito Angelini, 20, 80129, Napoli.
Yavaş yavaş geri dönüş yoluna geçiyoruz. Yol üzerindeki evleri, köşkleri inceleyerek ilerlerken bir bistroda bir şeyler içmek üzere duruyoruz.
Genelde bira cila olur ama ben limoncello ile biraya cila yapıyorum:) |
Tam karşısında ki pembe dikdörtgen önü heykellerle süslü bina ise Bourbon krallarına ev sahipliği yapmış olan "Palazzo Reale" yani "Kraliyet Sarayı".
Vezüv Yanardağı |
Fontana dell'İmmacolata |
Sahile indiğimizde karşımızda, uzaktan da olsa Vezüv'ü görmek çok hoş hisler uyandırıyor. Bayağı bir rüzgar var. Yavaş yavaş "Castel dell'Ovo" "Yumurta Kalesi" görünmeye başlıyor. Napoli Körfezinde bulunan kale, bir yarım ada üzerine 12.yüzyılda yapılmış. Efsaneye göre orta çağda bir büyücü olarak ünlenen Romalı Şair Virgil kalenin temeline altın bir yumurta bırakmış. Bu yumurtanın bulunup çıkarılması ile Napoli şehrinin büyük bir felakete uğrayacağı anlatılmakta. Kale günümüzde Tarih Öncesi Müzesine ev sahipliği yapmakta. Kaleyi kıyıya bağlayan yol üzerinde manzara harika; bulutlu gök yüzü, yelkenliler, kalenin ayaklarına oturmuş restoranlar...
Castel dell'Ovo - Yumurta Kalesi |
Kalenin sağ tarafında restoranlar... |
Napoli'nin eski haliyle benim yeni halim:) |
Deniz'den ne zaman döner acaba?:))) |
Hilal Napoli'ye dalmış |
Evet böylelikle , daha da gezme isteğiyle dolu olarak, Güney İtalya gezimizi de güzelce tamamlıyoruz. Nice güzel seyahatlere:)