26-30 Temmuz 2011
 |
DİVRİĞİ CAMİİ - SİVAS |
İktisattan üniversite arkadaşlarımızla, Ayşegül'ün evinde buluştuğumuzda, Mayıs falan gibiydi. Bizden kokartlı:) rehberimiz, Muhsin'e; şu hep bahsettiği Sivas gezisini yaptırtmaya karar verdik. Bu bizim için çok önemli çünkü, Yasemin Gürün'lü, Muhsin Divriği'li olunca bizim için bundan daha iyi bir Sivas gezisi düşünülemezdi. Neyse Muhsin'i kandırarak; 26 Temmuzda, aşıklar diyarı Sivas'a doğru yola çıkma kararı aldık. Ben, Sermin, Yasemin, Muhsin, Deniz, Yakup, Seher, Fazıl, Emir tam 9 kişiyiz. Melek, Ahmet, Canan, Adil, Ayşegül, Süleyman ise katılamıyorlar:(
Sivas, Türk Kurtuluş
Savaşı'nın temellerinin atıldığı, Selçuklu devrinin dev eserleriyle süslü,
yüzölçümü bakımından Konya'dan sonra ikinci sırada yer alan ilimiz. Üç vadi
arasındadır Sivas. Kızılırmak Havzası; kenti İç Anadolu iklimine, Yeşilırmak;
Karadeniz, Fırat Havzası ise Doğu Anadolu iklimine bağlamaktadır. Bu üç su, üç
yol, üç farklı kültür demektir.
Tarihi açıdan bakacak olursak; Timur'un tarihçisi Şerafettin Yazdî, Sivas
surlarının çok sağlam olduğunu, kuzey, güney, doğu ve batının hendeklerle
kuşatılmış olduğunu, 7 kapısının bulunduğunu kaydeder. Evliya Çelebi'nin
tasviri de bu hükmü desteklemektedir. A. Gabriel'de Timur'un Sivas surlarını
tamamen yıkmadığını, kale bedenleri ile kapıları tahrip ettiğini yazar.
Osmanlı hakimiyeti altında Sivas büyük bir
eyalet merkezi olmuştur. XVI. yüzyılda Eyalet-i Rûm (Anadolu Eyaleti) denilen
Sivas eyaleti, Orta Fırat havalisinden, Orta Karadeniz bölümüne kadar
uzanıyordu.
Sivas şehri halk ozanları aşıkları diyarı olarak ta bilinir. Halk ozanlarının çoğu Sivas'lıdır. Bu ozanlar arasında en
bilindikleri; Pir Sultan Abdal ve bir başka halk ozanı Veysel Şatıroğlu bilinen adı ile Aşık Veysel'dir.
Sivas, Cumhuriyet dönemimize de; 4 Eylül 1919 da yapılan "Sivas Kongresi" ile damgasını vurmuştur.
26 Temmuz
Sabah en erken uçakla Sivas'a iniyoruz. Orada Muhsin'in bizim için ayarladığı minibüse binerek, Sivas merkeze doğru yola çıkıyoruz. İlk hedefimiz Muhsin'in belirlediği üzere "Osman Ağa Konağı". Biliyorsunuz Sivas konakları meşhur. Bizde kahvaltımızı bunlardan birinde yapacağız.
 |
SERMİN,BEN,YAKUP,DENİZ,FAZIL,SEHER,EMİR; OSMAN AĞA KONAĞINDA KAHVALTIDAYIZ. |
Masamıza bol miktarda "kete" getiriyorlar. Kete; yağlı, mayalı
veya mayasız hamurdan yapılan çörek. Mükellef kahvaltımız bittikten sonra, "4 Eylül" anıtını ziyaret ediyoruz. 4 Eylül 1919, Sivas da "Sivas Kongresi"nin yapıldığı tarih.
 |
4 EYLÜL ANITI |
Her ne kadar çevrede kale falan göremesek de burası "Sivas Kalesi" olarak geçiyor. Oradan sonra yolumuzu Sivas Kongresinin yapıldığı "İnkılap Müzesi"ne yöneltiyoruz. Müze yöneticisi bizim Yasemin'in akrabası o yüzden çok güzel karşılanıp, özel ilgi ile gezdiriliyoruz.
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ
|
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ
|
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ
|
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ
|
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ - FAZIL VE YAKUP DİNLENİRKEN |
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
 |
OSMANLI KEŞKÜL - SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
Keşkül-ü Fukara (Fukara Keşkülü), Osmanlı
devrinde özellikle de Kanuni Sultan Süleyman zamanında, doyurucu olması ve tok
tutması sebebiyle fakirlere dağıtılan yüksek kalorili sütlü bir tatlıdır.
"Keşkül" ise Hindistan cevizinin kabuğunun içi
oyulmak suretiyle elde edilen kabın adıdır.
Mevlevi kültüründe el açmak, yardım istemek yasak
olduğundan, Mevlevi dervişleri gurur ve kibirlerini yenmek için kollarına
zincirlerle astıkları bu keşküller ile halkın arasına karışır, topladıkları
kuru gıdaları ihtiyacı olan fakirlere dağıtırlardı. Bu sebepten,
imarethanelerde dağıtılan bu tatlıya da Keşkül-ü Fukara denmiştir.
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ
|
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
 |
TRABZAN SÜSLERİ MUHTEŞEM |
 |
ATA'MIZIN NÜFUS KAĞIDI |
 |
ATATÜRK'ÜN (4-11 EYLÜL) SİVAS KONGRESİNDE KULLANDIĞI MASA VE SANDALYE |
 |
SERMİN O DÖNEMKİ İLETİŞİM ARAÇLARINI DENERKEN... |
 |
ATATÜRK'ÜMÜZÜN YATAK ODASI |
 |
SAYGILARIMIZLA ATAM... MEKANIN CENNET OLSUN |
 |
SİVAS KONGRESİNİN YAPILDIĞI SALON - SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
 |
SİVAS İNKILAP MÜZESİ |
Şu satırları yazarken olduğu gibi Atamızın huzurunda da gözyaşlarımı tutamıyorum. İnşallah karşısında göğsümüzü gere gere duracağımız zamanlar yakındır diyerek, "İnkıkalp Müzesi"nden ayrılıyoruz. Çıktığımız yer kent meydanı. Burada görmemiz gereken, o güzelim eserin; "Çifte Minareli Medrese"nin bulunduğu yer, sanki inşat sahası. Bayağı hayal kırıklığına uğruyorum.
Çifte Minareli Medrese’nin,
taç kapı üzerinde yer alan kitabesine göre 1271 yılında İlhanlı Veziri Sahip
Şemseddin Mehmed Cüveyni tarafından yaptırılmış. Medrese, süslemeli taç kapısı
ve tuğla-çini örgülü iki minaresi ile dikkati çekmekte. Sivas Gök Medrese ve
Erzurum Çifte Minareli Medrese ile benzerlik gösteren eser iki katlı olarak
inşa edilmiş. Medresenin sadece doğu yönündeki minarelerin bulunduğu asıl
cephesi ayakta kalmış. Şifaiye Medresesi'nin tam karşısında yer almakta.
 |
Çifte Minareli Medrese |
 |
ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE |
 |
Çifte Minareli Medrese |
 |
Çifte Minareli Medrese
|
Restorasyon çalışmaları kapsamında tarihi medresenin minareleri ve dış yüzeyi temizlenirken, zemini de güçlendiriliyor. Medresenin arka kısmındaki kalıntılar ortaya çıkarılarak, bu çalışmayla eserin temel kalıntıları da yükseltiliyor.
 |
Çifte Minareli Medrese |
 |
Çifte Minareli Medrese
|
 |
Çifte Minareli Medrese |
 |
Çifte Minareli Medrese |
 |
Çifte Minareli Medrese |
 |
Çifte Minareli Medrese |
 |
Çifte Minareli Medrese
|
Çifte Minareli Medere'den çıkarak, biraz soluklanmak için, aynı meydanda bulunan "Buruciye Medresesi"ne giriyoruz. Buruciye
Medresesi 1271 yılında, Medreseler Sokağında, Birinci Keykâvus Şifâhânesi ve
Çifte Minâreli Medrese arasında inşâ edilmiş. Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin
Keyhüsrev döneminde, dönemin zenginlerinden İran yakınlarındaki Burucird'den
gelme Muzaffer Burucerdi; fizik, kimya, astronomi öğretimi amacıyla yaptırmış. Hacı
Mes’ûd Medresesi olarak da biliniyor. Dışa taşkın taşkapı kitâbe kuşakları,
geometrik geçmelerle bezenmiş. Dört eyvanlı, iki katlı bir yapı. Medrese’de
Muzaffer Burucerdi ve iki çocuğunun türbesi de bulunmakta. Medrese 1965-66’da
tâmir edilmiş ve müze hâline getirilmiş.
 |
BURUCİYE MEDRESESİ DIŞ KAPISI |
 |
BURUCİYE MEDRESESİ GİRİŞ |
 |
BURUCİYE MEDRESESİ |
Tahta işçiliği çok gelişmiş, girişte hemen solda ki hediyelik eşya satan dükkanlardan değişik ağaç oyma eşyalar alınabilir.
 |
BURUCİYE MEDRESESİ |
 |
BURUCİYE MEDRESESİ |
 |
BURUCİYE MEDRESESİ |
Medresede çayımızı, gazozumuzu içip serinledikten sonra yola koyuluyoruz. Bu defa "Ulu Camii"ye gidiyoruz.
Anadolu'nun en
eski camilerinden olan Sivas Ulu Camii yapım kitabesinden de anlaşılacağı üzere
1196-1197 yıllarında II. Kılıçarslan'ın oğlu; Kudbettin Melik Şah'ın zamanında yapılmış. Avlusuna 3 yönden girişi ve düz damlı,
dikdörtgen planlı, kufe tipli cami sınıfına giren ender örneklerden. Kubbe
fikrinin henüz gelişmediği dönemde yapılmış. 13. yy'ın ilk yarısında inşaa
edilen minaresi Caminin güneydoğu köşesine yaklaşık 3 metre uzaklıkta. Minare
kaidesi tuğla örgülü sekizgen kaideli. Caminin avlusuna girdiğinizden itibaren bir huzur sarıyor içinizi. İçeri girdiğimizde ise, kemerler şaşırtıyor insanı.
 |
ULU CAMİİ MİNARESİ |
 |
ULU CAMİİ AVLUSU - SİVAS |
 |
ULU CAMİİ - SİVAS |
 |
SEHER'LE SİVAS ULU CAMİİ |
 |
SİVAS ULU CAMİİ MİNARESİ |
Ulu Camii ziyaretimizden sonra, "Gök Medrese"ye gidiyoruz. Fakat restorasyon çalışmaları devam ettiği için dışarıdan sadece iki minare görebiliyoruz. Ama neden Gök Medrese adını aldığını anlıyoruz.
Asıl adı Sahibiye
Medresesi olan Gök Medrese; Selçuklu veziri Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından, 1271 yılında, Konyalı Mimar Kaluytan'a yaptırılmış.
Taç kapının
üzerindeki kitabede şöyle yazılmış: "Ulu sultan,
yüce şahlar şahı, dünya ve dinin yardımcısı Kılıç Arslan oğlu Keyhüsrev’in
devleti zamanında yapılmıştır. Allah devletini daim eylesin."
Çifte minareli
taç kapısı, ve kapının üzerindeki süslemeler, yapının en görkemli bölümü. Zaten Gök Medrese adını, tuğla örgülü çifte minaresindeki mavi çinilerden almakta. Süslemelerde 12 tür hayvan başı, yıldız, ve hayat ağacı motifleri
kullanılmış. Duvarları yontma kalker taşından yapılan medresenin minareleri
25 metre uzunluğunda.
Medreseye girişte sağda mescit, solda Dar-ül Hadis bölümü bulunmakta. 1934-1967 yılları
arasında müze olarak kullanılmış. Biz de minarelerin karşısına geçip fotoğraf çekmekle yetiniyoruz. Restorasyon tamamlandığında buraya kesinlikle dönmek lazım. Evet bunu hissediyorum.
 |
GÖK MEDRESE - SİVAS |
Gök Medreseden sonra, güzergahımız, "Abdülvahabi Gazi Camii"
Şehzade Bayezid
(1525 - 1561), Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan olma
şehzadelerindendir. Babası henüz sağ iken kardeşi Şehzade Selim ile giriştiği
taht mücadelesinde yenilmiş; sığındığı İran Şahı’nın sarayında babasının
adamları tarafından oğulları ile birlikte boğularak öldürülmüştür.
Bayezid ve
oğullarının cenazeleri Sivas’a getirilerek surların dışında bulunan
"Melik-i Acem türbesi"'ne defnedilmiştir. Bu türbe Abdulvahabi Gazi
Camii içerisinde bulunur.
Bayezid'in
ölümünden sonra İstanbul’a nakledilen karısı bir kale içinde bekletilmiş ve
yanında bulunan üç yaşındaki oğlu da öldürülmüştür. İnsanın bu bilgileri aldıkça tüyleri diken diken oluyor, değil mi? O zaman için gayet normal karşılanan bu olaylar, insanın kanını donduruyor.
Abdul Vahabi Gazi ise ünlü bir Selçuklu komutanıdır. 1085-1086
senesinde Sivas’ta Rum çeteler ile savaşarak şehit düştüğü bilinmektedir.
 |
BİZİM EKİBİN BAYANLARI TÜRBE ZİYARETİNDE |
 |
ADDÜL VAHABİ CAMİİ VE TÜRBESİ |
 |
AH BAYEZİD AHHH... |
 |
ABDÜL VAHABİ CAMİİ MİNARESİ |
Camiyi ve
türbesini ziyaret edip, Allah kabul ederse dualarımızı da ettikten sonra,
tekrar yollara düşüyoruz. Amaaa bu sefer çok güzel bir yere gidiyoruz. Ünlü
Sivas kebabından yemek üzere, "Lezzetçi Çamlık Restaurant"a gidiyoruz. Adres : Ankara Yolu 9. km. E.T.B. Karşısı, Yıldızeli.
Sivas Kebabı: Koyun eti parçalanır, bunlar pirzola büyüklüğünde ayrılıp, tuz, soğan ve
baharattan oluşan bir karışıma yatırılır. Bu etler bir ucu baston gibi eğik
uzunca şişlere dizilir, alaca soyulup dilimlenmiş patlıcan, yeşilbiber ve
domates de sırayla ayrı şişe dizilir. Bu şişler bir tandırı andıran 1,5 metre
derinlikte ve genişliğinde olan tuğlalardan örülmüş toprakla sıvanmış ocakta
pişirilir. Ocağın üzeri açık olup asmak için bir tel vardır. Şişler ateş
üzerinde dik asılarak pişirilir. Ve de afiyetle yemek üzere bizim masamıza
getirilir. Fakat kebaptan önce masamıza o kadar çok meze getiriliyor ki,
kebapları yemeye yer kalmıyor.
 |
LEZZETLİ ÇAMLIK RESTAURANT - SİVAS |
 |
LEZZETLİ ÇAMLIK RESTAURANT - SİVAS |
 |
LEZZETLİ ÇAMLIK RESTAURANT - SİVAS |
 |
LEZZETLİ ÇAMLIK RESTAURANT - SİVAS
|
Hava çok sıcak fakat bizim bulunduğumuz yer kocaman bir bahçe içerisinde. Bizse büyük bir ağaç altındayız, o yüzden de sıcağı pek farkında değiliz. Köpüklü kahvemizi de içtikten sonra, artık yolcu yolunda gerek diye yola koyuluyoruz. Yolumuz "Eğri Köprü"ye düşüyor. Eğri Köprü; Sivas'ın 3 km
güney doğusunda, Sivas-Malatya eski karayolu ve Kızılırmak'ın üzerinde 18
kemerli bir köprü. Uzunluğu 179,60 m , eni 4,55m dir. En büyük kemer
açıklığı 7,70 m dir. Mimari açıdan sağlam olması için eğri yapılan köprüye, aynı doğrultuda olmadığı için Eğri Köprü denilmiştir.
Köprünün kitabesi olmadığı için hangi tarihte ve kim tarafından yapıldığı
bilinmemektedir.
Bizde minibüsümüzden inip, fotoğraf molası veriyoruz. Sıcak ve hafif rüzgarlı bir hava var.
 |
EĞRİ KÖPRÜ - SİVAS |
 |
BEN, DENİZ, SEHER EĞRİ KÖPRÜ - SİVAS |
 |
DENİZ İLE SEHER KÖPRÜ BAŞINI TUTMUŞLAR:) |
 |
EĞRİ KÖPRÜ - SİVAS |
Köprü başında bir sürü hayallere dalıp çevreyi inceledikten sonra, "Gürün"e doğru yol alıyoruz. Muhsin Gürün "Gökpınar Gölü"ne gittiğimizi söylüyor. Oooo göl kelimesini duyunca aklıma ilk gelen suya girmek oluyor. Yaşadık:)Bu sıcakta da harika olur doğrusu. Gökpınar Gölü, Kayseri-Malatya yolu üzerinde, Çayboyu Yol ayırımı 10.km.de yer alıyor. Sivas'a uzaklığı 146 km.
Gürün’ün Yelken Köyü
ve Karahisar Köyü sınırları içerisinde bulunan Gökpınar Gölü, ve Gökpınar
Vadisi, Türkiye’nin sayılı doğal güzelliklerinden birisi. Bu göl günümüze kadar,
kirletilmeden korunabilmiş ender göllerden birisi. Bu gölden doğan, Gökpınar
suyu milyonlarca yıl içerisinde, santim, santim aşındırarak oluşturmuş olduğu,
yaklaşık 20 km uzunluğunda olan Gökpınar Vadisi içerisinde kıvrılarak akar ve Suçatı
Beldesi’nde, Gürün İlçesinden gelen Tohma Nehri ile birleşerek, Malatya da ki
Karakaya Barajına dökülür.
Fakat Gökpınar'a vardığımızda bu göle girmenin o kadar da kolay olmadığını anlıyorum. Çünkü otelin restoranındaki görevliler gölün suyunun kalp durduracak kadar soğuk olduğunu söylüyorlar. Bana kalsa ben gene de girerim ama vakit yok, etrafı dolaşıp, fotoğraf çekmek istiyoruz:)
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
Gökpınar Gölü'nün alanı 3000m2 ve yer yer derinliği 30 metreye varıyor. Gölün suyunun çok soğuk ve berrak olması sebebiyle çok iyi ve tatlı alabalık
yetişmekte. Devlet tarafından da, suni alabalık üretim tesisleri kurulmuş.
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
 |
REHBERİMİZ MUHSİN VE SEVGİLİSİ YASEMİN - GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
Sermin'le, Yasemin ve Muhsin'i bu romantik anlarını yalnız yaşasınlar diye baş başa bırakıp, yarım saate döneriz, bizi bekleyin anacığım diyerek oradan ayrılıp, göl kıyısında fotoğraf çekmeye gidiyoruz.
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
Size nasıl anlatsam; günün o saatinden midir? Yoksa havanın serinlemesinden mi? Yoksa gölün o eşşiz mavisinden mi? O kadar dingin, huzurlu bir yer ki burası anlatamam. Ses yok, sadece kuş sesleri, gün batımının o muhteşem renklerini bu sefer suyun yüzünde görüyorsunuz. Muhteşem bir görüntü ve his. İnsan girmese de kendisini gölün içinde gibi hissediyor. Sanki orada tabiatın bir parçasıymışçasına.
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
Fotoğraflarımızı
çektikten sonra, ekibin kalanının da restoranda toplandığını görerek yanlarına
gidiyoruz. Ama zaten bir şeyler atıştırdığımız için, Sermin’le yemek yememe
kararı alıyoruz. Ama anacım ne mümkün?? Karpuz geliyor, yok biz bir şey
yemeyeceğiz derken, masaya hamur işleri geliyor, azıcık ben seninkinden, yok
çayla, yok şundan, biraz da bundan, derken gelen gidiyor maşallah! İşte o an Fazıl’la Yakup
muzurluk yapıp buranın kiremitte balığı meşhur yemezseniz hiç geldim demeyin
deyince, hadi bakalım al işte hani birşey yemeyecektik??? Yiyoruz tabiki
de... Zaten istidadımız var maaşallahJ) Hatta Sermin'le bu konuda o kadar başarılıyız ki; fırında helva 2 kez yanmasına rağmen yılmadan, usanmadan bekleyerek, 3. kez çıkan helvaya kavuşuyoruz. Herkes kalkıp gitmiş, yatmış bile... Hiç önemi yok! Biz helvalarımıza kavuşuyoruz ya önemli olan o.:) Hadi bakalım gelsin kabuslar. Eh gece 10 dan sonra yenen helva da ancak kabus görmeye yarar:) Ama bir şey söyleyeyim mi size? Ben bu kadar güzel kiremitte balık ve helva yediğimi hatırlamıyorum. Tatları enfes!!! Yolunuz Gökpınar'a düşerse kesinlikle tavsiye ederim. Fiyatlar da çok uygun üstelik. Otele, bir Gece için, oda kahvaltı kişi başı 37.5 TL ödüyoruz. yalnız odalarda müthiş sivri sinek var. eh tabi su kenarı, olacak o kadar. Otelin sinek ilaçları var ama biz kendimizinkini fişe takıp yatıyoruz.
 |
HERKES YATMIŞ, AMA SERMİNLE HALA HELVALARIMIZI BİTİRMEYE UĞRAŞIRKEN:) |
27 Temmuz
Sermin'le sabah erken
kalkıp fotoğraf çekelim diyoruz ama ne mümkün. Mekan o kadar sakin ve sessiz
ki, uyumayı fotoğrafa yeğliyoruz. Ama Muhsin'in talimatları çerçevesinde, 8:30 da
"teker döner" deyince, aceleyle, kendimizi göl
kıyısına atıyoruz. Çünkü yasemin'in yengesi bizi sabah kahvaltısına çağırıyor. Geç kalmak ayıp olur.
Dünkü gün batımı yansımaları yerine bu sefer, gölün üzerinde
parlak güneş ışığı. Göl o kadar berrak ki, olduğu gibi içi görünüyor. Mavisinin
özelliğinive güzelliğini anlatamam. Velhasıl ben burayı çok seviyorum. İnşallah
tekrar gelmek nasip olur.
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
 |
SERMİN FOTOĞRAFIMI ÇEKERKEN - GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
 |
GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN |
 |
MORLU KADIN VE GÖKPINAR GÖLÜ - GÜRÜN
|
Gökpınar'dan ayrılıp, yengelere kahvaltıya gitmek üzere yola koyuluyoruz. Aman Allahım kadıncağız, gelini, komşuları hepsi seferber olup bize muhteşem bir kahvaltı sofrası hazırlamışlar. Bir kuş sütü eksik. Üstelik de her şey doğal. Peynir, reçel, bal, tereyağ, zeytin, her şey, her şey doğal, kendi yapımları. Bir gün evvelden ise peynirli, patatesli, ıspanaklı börekler, keteler pişirilmiş. Gerçekten muhteşem bir kahvaltı sofrası hazırlamışlar. Tabi Yasemin'in arkadaşlarıyız ve de İstanbul'dan geliyoruz diye, bize çok büyük bir özen gösterilmiş. Hem Yasemin'e, hemde yengesine, gelinine, oğluna binlerce teşekkür, sağ olsunlar var olsunlar!!!
 |
GÜRÜN'DE YASEMİN'İN YENGESİNİN EVİ |
Bu kadar güzel mamaları götürdükten sonra, arka bahçeye çıkıyoruz. O kadar çok şey ekili ki; domates, biber, salatalık, fasulye, mısır v.s İnsan bir an acaba hep burada mı kalsam diye düşünüyor. Bahçe hayatını o kadar özlemişim ki, sormayın gitsin. Galiba bizim şehirde mutlu olamayışımızın nedeni toprakla ilişiğimizi kesmiş olmamızdan kaynaklanıyor. E ayağımız hiç toprağa değmiyor ki! Onun için de tabi bu kadar elektrik birikiyor.
 |
GÜRÜN |
 |
GÜRÜN |
 |
GÜRÜN - YENGENİN BAHÇESİ |
 |
GÜRÜN |
Ev sahiplerine çok teşekkür ettikten sonra yolumuza devam ederek, yarım saat mesafedeki "Şuğul Kanyonu"na varıyoruz. Burası da harika bir yer. İncesu köyü ile Gürün
arasında Tohma Irmağı'nın geçtiği dar ve uzun vadide yer alan ve
Gürün ilçesinin turizm mekanlarından 7 kilometre uzunluğundaki Şuğul
Kanyonu'nda, Hititler döneminden kalma su arkları ve Yazıtlar da bulunmakta. Su olan yer serin oluyor, hemen girişteki kafeyi görünce şuraya yayılalım diyoruz, ama rehberimiz Muhsin, haklı olarak önce gezelim sonra otururuz diyor. Başlıyoruz yürümeye.
Yüzey sekilleri bakımından son derece sarp, dik
ve parçalı bir araziye sahip olan Gürün ilçesi, genellikle bitki örtüsünden
yoksun. O yüzden Şuğul Kanyonu gözümüzde, daha da önem kazanıyor.
 |
MUHSİN BELGELİYOR |
Kayalık bir yamacın kenarına ince bir yürüyüş yolu bırakılmış, kenarda demir trabzan var. Aşağıdan şarıl şarıl su akıyor.
 |
DENİZ SICAKTAN BUNALAN YAKUP'UN SUYA ATLAMASINI ENGELLERKEN:) |
 |
DENİZ ŞUĞUL KANYONU'NDA KEŞİFTE |
 |
EVVET UZUN AİLESİ DE UZAKTAN GELMEKTE... |
 |
ŞUĞUL KANYONU |
Bizse güneşe çıktıkça fenalık geçiriyoruz. İçeri doğru bir müddet yürüdükten sonra dönmeye karar veriyoruz. Çok sıcak. Herhalde sıcaklık 40 a falan çıkıyor, güneşte kaç derece bilemiyorum artık!
Kafede bizden başka kimse olmadığı için gerçekten her tarafa yayılıyoruz. özellikle de suyun kenarına.Hatta ben sandalyemi suyun içine koyuyorum bu arada Fazıl tepeden başlayarak suya girmiyor ama girmiş kadar oluyor. Bu sıcakta olunacak en harika yer. Bilmem buradan nasıl ayrılacağız. Dışarısı cehennem gibi. Ama ilelebet de burada kalamayacağımıza göre, minibüsümüze dönüyoruz. Hedefimiz "Kangal" ilçesi daha doğrusu Kangal köpekleri. o kadar sevimliler ki inanılmaz bir şey. Bakıcılarıyla konuşuyoruz, fiyatları da çok ucuz; 500 milyon.
Kangal Çoban
Köpeğini, Orta Asya’dan gelen, “Kanglı (Kangar)” Türk Boyunun göç ederken
getirdiği düşünülmektedir. Kangal Çoban Köpeği’nin kökeni hakkında bazı başka rivayetler
de vardır.
İlk rivayete
göre, Hint Mihracesi tarafından Osmanlı Padişahına bir Köpek Hediye edilir. Bu
padişah Muhtemelen Yavuz Sultan Selim’dir. Hediye edilen köpek Kangal’ın
Deliktaş Köyü yakınlarında kaybolur. Köpek, tüm aramalara rağmen
bulunamaz. Kangal Köpeğinin bu kaybolan köpekten türediği şeklindeki rivayet, Kangal Köpeği’nin kökenini de Hindistan olarak kabul eder.
Diğer bir rivayet
ise; Kangal Köpeği’nin kökeninin Anadolu olduğunu söyler. Eski Anadolu uygarlıklarının
vahşi hayvanlardan korunmak için “arslan gibi güçlü” ve “iri yarı” olan bu köpekleri kullandıkları
söylenmektedir. Evliya Çelebi’de Seyahatname’sinde Kangal Köpeklerinden
bahsetmektedir.
 |
CANIM YA... BU SICAKTA DİLLERİ DIŞARDA... |
Bir gerçek varsa bu özel türe gerekli önemin verilmediği. Bulundukları yerler böyle özel tür köpek için, hiç de uygun değil. Umarım en kısa zamanda bu türe hak ettiği önem verilir ve gerçekten kaybolmadan koruma altına alınır. Bir iki tanesini bakıcıları çıkartıyor ve bizim sevmemize izin veriyorlar. O cüssenin ardında gayet sakin bir hayvanın olduğu görülüyor. Çok tatlılar...
Köpeklerden güçlükle ayrılarak yolumuza devam ediyor ve Balıklı Çermik'e gidiyoruz.
“Balıklı Kaplıca” ya da “Balıklı Çermik” Sivas’a 98, Kangal ilçesine 13 km uzaklıkta. Kaplıca suyu belirli
bir kaynak noktasından çok, kum taşları arasından yaygın olarak yüzeye çıkmakta
ve dere kenarı boyunca sızıntılar oluşmakta. Kangal Balıklı Kaplıca’sının;
ülkemiz termal kaplıcaları içerisinde kendine özgü bir yeri var. Tedavi
özelliği itibari ile dünyada bir benzeri bulunmayan kaplıca; tıbbi bir mucizeyi
gerçekleştirerek, "Sedef Hastalığını tedavi etmekte”. Kaplıcada ilk kez
yıkananlar ellerinde olmayarak tarifi mümkün olmayan bir ürperti hissetiklerini
söylüyorlar. Çünkü suya girer girmez, ince, kahverengi, gri, bej rengindeki
sazan ve kaya balığı türü balıkların hastanın etrafında dolaşmaya ve ciltte
hastalık belirtisi olan yerleri temizlemeye başladıklarını görürler. Hastaların
balıklara alışmaları 2-3 gün sürer. Dişleri olmayan bu balıklar, 36-37 derece
sıcaklıktaki suyun yumuşatmış olduğu kabarık yara kabuklarını yavaş ağız
(dudak) hareketleriyle acıtmadan ve kanatmadan kopararak cilt pürüzsüz hale
gelinceye kadar temizler. Tedaviden olumlu sonuç alınması için üç hafta (21
gün) süresince günde 2 seans şeklinde 4 er saat havuza girmek ve toplam 8 saat
suda kalınması gerekmekte. Ayrıca, sabahları aç karına birkaç bardak şifalı
sudan içmeyi ihmal etmemek gerekir. Diğer taraftan yerden kaynayan su içindeki
kabarcıkla ve balıkların vücut üzerinde yaptığı darbelerle vücutta bir gevşeme
ve dinlenme görülmekte. Tedavi tamamen yan etkisiz olup, kesinlikle herhangi
bir ilaç kullanılmamakta.
1917 yılında sazlık bir alan olan kaplıca, 1966 yılında dört adet havuz
ve iki katlı 16 odalı bir motel ile hizmete açılmış. Günümüzde ise dört kısım
otel, altı havuz, 16 adet özel banyo, lokanta , market ve çay bahçesi hizmet
vermekte.
 |
BALIKLI ÇERMİK KAPLICASI |
 |
BALIKLAR SEDEF HASTALIĞI BAŞTA OLMAK ÜZERE BİR ÇOK DERİ HASTALIĞINI İYİLEŞTİRİYOR |
Hemen biz de mayolarımızı giyip bayanlar havuzuna girmek üzere hazırlanıyoruz. Fakat Yasemin, "kızlar siz o havuza giremezsiniz" diyor, ben de ohooo Yasemin'ciğim ben Uganda da bile ne göllere girdim diyerek, Yasemin'e kulak asmıyorum. Sermin'le salına salına bayanlar havuzunun kapısından giriyoruz kiiiii!!! Şok, Şok, Şok:) Bir kere havuzun giriş kapısında mayosuz girilmez yazısına rağmen, havuz kenarı başı bağlı, elbiseli ve de iç çamaşırlı bayanlar tarafından çevrelenmiş vaziyette. Bu manzarayı görünce, Yasemin'in ne demek istediğini anlayarak, aynen geri dönüyoruz. Biz de havuz yerine dereye girmeye karar veriyoruz. Deniz, ben, Sermin önce derenin kenarına oturarak, ayaklarımızı dizimize kadar suyun içine sokuyoruz.Bir sürü minik balık toplanarak, kafa atar gibi hareketlerle, bir şeyler koparmaya çalışıyorlar. Benim bacaklarımda yara falan olmamasına rağmen, sürekli kafa atıyorlar. İnsan önce çok gıdıklanıyor ama daha sonra müthiş bir rahatlama hissediyor. Sanki masaj yapılıyor gibi. Hemen, derenin içine başımız dışarıda kalacak şekilde diğer insanların arasına girerek, uzanıyoruz. Her tarafımızda balıklar. hem gülüyoruz, hem de şaşkınız ama çok eğlendiğimiz kesin. Bu arada Seher gıdıklandığı için, Yasemin de üşendiği için bizimle dereye girmiyorlar. Onlar kıyıda giyimli olarak bizi bekliyorlar. Bizde 20 dakika falan kaldıktan sonra çıkıyoruz. o sıcakta o kadar iyi geliyor ki, anlatamam. Orada bulunan tesisin tuvaletinde giyinerek, çay bahçesine gidip, çayımızı, gazozumuzu içiyoruz. Tüm ekip toplandığında, beyler de gelince deneyimlerimizi paylaşıp, gülüşüyoruz. Kesinlikle tavsiye ederim. Muhteşem bir deneyim:)
Saat 7 gibi Divriği'ne tepede bakabileceğimiz bir yere götürüyor Muhsin bizi. Gün batımında işte karşımızda Divriği ve o muhteşem "Divriği Ulu Camii" fakat bu arada da yıkık Divriği Kalesi de görünmekte. Divriği, Bizans
imparatorluğunun Tephrike diye isimlendirdikleri önemli bir kalesidir. Malazgirt
zaferinden sonra, Anadolu’nun kapılarının Türklere açılması ile kurulan Anadolu
Selçuklu Beyliklerinden Mengücek Gazi’ye bağlı olarak kurulan “Mengücekoğuları
Beyliğinin” bir süre sonra ki devlet merkezi yine Divriği’dir.
Sivas’ın Divriği
ilçesinde yıkılmış bir kale bulunur, şehrin kuzeydoğusunda bulunan bu kale “Kesdoğan
Kalesi” adıyla anılmakta. Bu kale, yıllarca önce buralara yerleşmeyi tasarlayan
bir Ermeni kralı tarafından yapılmış. Efsaneye göre; Kralın Belkıs isimli çok sevdiği güzel bir
kızı varmış. Bu nedenle de kaleye kızının ismini vermiş: Belkıs Kalesi. Bu
kalenin karşısında bulunan “Divriği Kalesi”nde de Şahin Şah hüküm sürermiş. Bir
gün oğlu Ertuğrul Bey, tek başına geyik avına çıkar ve avdan dönmekte olan,
Ermeni Kralının kızı Belkıs ile karşılaşır. O anda kıza aşık olur. Belkıs da bu
yiğit delikanlıdan hoşlanmıştır. Ertuğrul atını
sürüp babasının yanına varır. Belkıs ile evlenmek istediğini söyler; kızın
babası din ayrımı gözetip kızı vermezse savaş açmasını ister. Şah Ermeni
kralına adamlarıyla durumu bildirir. Kral elçileri güler yüzle karşılar,
ikramlarda bulunur. Şah’ı reddetmeyi hemen göze alamadığından: “Savaş da neymiş?
Hiç şahlar şahı kızımı ister de ben vermez miyim? Yalnız hemen cevaplamam olmaz
kızımla da bir konuşayım” der.
Belkıs çoktan
razıdır. Ertuğrul Bey gün batımlarında kalenin burcuna çıkar, okunun ucuna
bağladığı mektubu, Belkıs’a fırlatır. Belkıs da iki gün sonra aynı yolla
cevabını yollar. Zamanla Belkıs’ın cevabı gecikmeye başlar. Ertuğrul Bey
babasından bir kez daha elçiler göndermesini ister. Bu kez Kral: Kızımla
konuştum o da istekli, ama kızım çok gururludur. Erkek çocuğum olmadığından onu
bir erkek gibi yetiştirdim. Şimdi o da “ Ben şahın oğluna varmak isterim,
dillerini de dinlerini de kabul ederim, ancak; evleneceğim erkeğin de ne denli
yiğit olduğunu görmeliyim diyor.” der. Elçiler biz ağızdan: “Şahınızın oğlu
dilediğinizden de yiğit, dilediğinizden de merttir. Dileğiniz nedir” diye
sorar.
Kral da
“Kalenizin burcundan kalın bir halat gerile, bu halat üç gün üç gece iç yağıyla
yağlana, Şahımızın oğlu huzurumuzda bu halata tutunarak boğazı geçip bizim
kalemize vara. Bunu başarırsa kızımı veririm” der. Elçiler durumu Şaha anlatır.
Şah bunu kabul etmek istemez, oğlunu vazgeçirmek için yalvarmaları da fayda
etmez.
Ertuğrul Bey
Belkıs’a kavuşmak için kabul eder. Hazırlıklar tamamlanır. Ertuğrul halata
tutunup karşıya geçmeye çalışır Belkıs’ın yüreği ağzındadır. Ertuğrul bey büyük
bir gayretle karşıya geçmeye çalışmaktadır. Tam kale burcuna tutunacağı sırada
Ermeni Kral yanındaki pehlivanına “kes Doğan” diye seslenir.
Pehlivanın halatı
kesmesi ile Ertuğrul Bey uçuruma yuvarlanıp parçalanır. Durumu gören Belkıs da
kendini burçtan atar. Şahin Şah ordusuyla Belkıs Kalesi’ne yürür. Kaleyi alır.
Kral kaçmayı başarır. Olaydan sonra kalenin adı “Kesdoğan” olarak anılır.
Günümüzde kalenin
duvarlarında kan lekesine benzeyen lekeler vardır. Bunun Belkıs ve Ertuğrul’un kanı
olduğuna inanılır.
Ne acı değil mi?? Biz hem çevreyi inceliyor, hem de fotoğraf çekiyoruz, gün ışığı fotoğraf için çokuygun, hava da yavaş yavaş serinlemekte.
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ - UZAKTAN GÖRÜNTÜ |
 |
YASEMİN VE GÜN BATIMI |
 |
YASEMİN VE DÜŞÜNCELER.... |
 |
DİVRİĞİ |
 |
DİVRİĞİ |
Divriği'ni uzaktan inceledikten sonra, "Divhan Otel"e yerleşiyoruz. Adres : Selavattepe Sosyal Site, Divriği. Otelimiz gayet güzel, bir problemimiz yok. odalarda mini buzdolabı da var. Sermin'le odamıza yerleştikten sonra, ekiple otel girişinde buluşuyoruz. Seher, Fazıl ve Emir otelde yer olmadığı için bize yakın başka bir otelde kalıyorlar. Onlar da geliyorlar. Akşam yemeğine gideceğiz
 |
DENİZ |
 |
YAKUP |
 |
SERMİN |
 |
REYHAN |
 |
MUHSİN |
 |
YASEMİN |
 |
SEHER |
 |
FAZIL |
Ayyy ekibimizin maskotu, neşe kaynağımız, en miniğimiz Emir'ciğimi neden tek çekmemişim bilemiyorum. Olmadı o eksik kaldı:( Bir dahaki gezide borcum olsun sana Emir'ciğim... Yemeğimizi bitirdikten sonra, orgunluk atmaküzere, otelimize gidip yatmaktan başka bir şey kalmıyor. İyi geceler:)
28 Temmuz
Sabah kahvaltımızı otelimizin önünde ki küçük alanda yapıyoruz. Hava, sabah olmasına rağmen, gene de çok sıcak. Kahvaltıdan sonra yola çıkarak, Divriği'nin o meşhur ev ve konaklarından bazılarını ziyaret edeceğiz.
Divriği evlerinin tarihi kale çevresine yerleşme
ile başlıyor. Bu dönemde kale içine sığmayan halk (Ermeni, Rum, Türkmen) kale
dışına taşmış. Ermeniler ve Rumlar Taşbaşı, Çirgişan, Güllübağ ve Horevenk
mevkilerine, Türkmenler Ulucami, Kale, Iğımbat tepesi etekleri ile Mercan Tepe
mevkiilerine yerleşmişler. Bu evler 17. yüzyılın sonlarına kadar tek katlı
olup hımış tekniği ile yapılmış evler. Türkmenlerde evler, zemin taş ve
ardıç ağaçlarıyla sıkıştırılır ve üzerine dikmelerle bina inşa edilirmiş. Ermeni
ve Rumlarda ise temel açılır su basmana kadar taşla sonra kerpiçle örülürmüş.
Bunların bulunduğu mevkilere eski Divriği adı verilmiş. Bu tip evlerin
bazılarının harabeleri bugün dahi görülebilmekte.
İlk önce "Abdullah Paşa Konağı"nı ziyaretle başlıyoruz. Muhsin görevlilerden daha önceden randevu alıyor. Biz kapıya gittiğimizde henüz görevli ortalarda yok. Evin yanındaki dut ağacının gölgesinde, hem anahtarın gelmesini bekliyoruz, hem de dut yiyoruz.
 |
Abdullah Paşa Konağı |
 |
Abdullah Paşa Konağı |
 |
ABDULLAH PAŞA KONAĞININ YANINDA Kİ DUT AĞACINDAN BİZİM EKİP DUT YERKEN... |
 |
DİVRİĞİ |
Ceditpaşa Mahallesi,
Paşa Camii Sokak'ta bulunan ve Çaltı Vadisi'ne hâkim bir noktada yer alan “Abdullah
Paşa Konağı”nın, İlk defa turizm amaçlı kullanılmak üzere
49 yıllığına tahsisi düşünülmüş. Konak gerek zemin katla 1. katı birbirine
bağlayan açık merdiveni, gerekse kalın duvarlar içinde mabeyn, kış-yaz odaları
ve yıldız köşkü mahalli ile Anadolu sivil mimarisinin güzel bir örneğini sunuyor.
 |
Abdullah Paşa Konağı Bahçe girişinde eski çeşme - Divriği |
 |
Abdullah Paşa Konağı |
 |
Abdullah Paşa Konağı - Divriği |
 |
Abdullah Paşa Konağı - Divriği |
 |
Abdullah Paşa Konağı - Divriği |
 |
DİVRİĞİ SOKAKLARI |
 |
DİVRİĞİ SOKAKLARI... |
 |
DİVRİĞİ SOKAKLARI |
 |
DİVRİĞİ SOKAKLARI |
Sancaktar Evi'nin kapsından içeri girerek, ziyaret ediyoruz.
 |
SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ |
 |
SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ |
 |
SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ |
 |
SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ |
 |
SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ |
 |
SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ
|
 |
SERMİN VE DENİZ. EKİP İNCELEMEDE:))) |
 |
SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ
|
 |
YASEMİN SULTAN KONUK ODASINDA:))) SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ |
 |
SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ |
 |
SANCAKTAR EVİ - DİVRİĞİ
|
O civarda ki, restorasyon çalışmalarının henüz devam ettiği; "Mühürdarzade Konağı"na giriyoruz. Adres: Gökçe Camii Mahallesi Sancaktar Sokak No: 8/A, Divriği. Nuri Demirağ'ın torunu, İstanbul milletvekili, Mesude Nursuna Memecan, Mühürdarzade Konağının restore edileceğini ve buranın "Nuri Demirağ Müzesi" olarak işlev göreceğini bildirmiş. Bu yapı da herhalde tamamlanınca harika olacak. Muhsin'in dediği gibi, restorasyon tamamlandığında; buraya bir daha gelip görmek gerekecek.
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS (daire biçimli kapı halkası) |
 |
DAİRE BİÇİMLİ KAPI HALKASI |
 |
REHBERİMİZ EV ZİYARETİNDE:) |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
 |
DİVRİĞİ EVLERİ - SİVAS |
Sokaklarda dolaşmaya devam ediyoruz. Çok değişik mimarilere, kapılara, evlere, rastlamak mümkün.
 |
DİVRİĞİ SOKAKLARI - KOMŞUUU HUUU EVDE MİSİN??? |
Divriği'de kapı tokmakları, dışarıdan gelenlerin, ev sahibini haberdar etmeleri için kullanılırken, kapı halkaları ise kapının açılıp kapatılması işlevine yardımcı olmak amacıyla yapılmışlar. Divriği evlerinin kapı halkaları ve kapı tokmakları, geometrik, bitkisel ve figürlü olmak üzere 3 türden de örnekleri barındırmakta. Divriği'de tespit edilen, kapı halkaları ve kapı tokmaklarının % 75i dövme tekniğiyle, %25lik bölümü ise döküm tekniği kullanılarak yapılmışlar.
 |
DİVRİĞİ KAPI HALKASI |
 |
DİVRİĞİ SOKAKLARI |
 |
SERMİN'İN SAÇININ ARKADAN GÖRÜNÜŞÜ:) ARKADAŞIMA AYNA OUYORUM:)))))) |
Sonunda çarşı içine dalıyoruz. Amacımız meşhur "Sivas Köftesi"nden yemek.
Muhsin bizi, çarşı içinde meşhur "Zamkinos" isimli köftecide Sivas köftelerimizi yemeye götürüyor. Zamkinos, Ermeni ismini çağrıştırıyor ama işletmecisi Ermeni değil. Muhsin'in söylediğine göre 20. yüzyıl başında, Divriği nüfusunun yarısı Ermeni'ymiş. Off köfteler o kadar güzel ki, millet birer ikişer porsiyon götürüyor, fakat ben kendimi biliyorum, bu sıcakta çok istememe rağmen 2. porsiyonu yersem kalp krizi geçirebilirim:)yedikten sonra, hafifçe tırmanışa geçerek, "Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası" nı ziyarete gidiyoruz. Türkiye'mizin "El Hamra"sı; Divriği Camii'ni göreceğim için çok heyecanlıyım. Gerçekten hem çok güzel, hem de çok ilginç bir yapı. Şöyle ki; mimarı Ahlatlı Hürrem usta'nın ilk ve tek eseri. Sanki adam bu yapı ile ortaya çıkıyor ve sonrasında da yok oluyor. Uzaktan görünüyor. Gerçekten muhteşem!!!


“Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası”: Divriği Ulu Camii;
Mengücek Oğullarından hükümdar Süleyman Şah oğlu Ahmed Şah tarafından 1228
yılında yaptırılmıştır. 1280 m2 lik bir alana oturan camiye kuzey, doğu ve batı
yönünde yer alan ve taş süslemeleriyle hayret uyandıran üç güzel kapıdan
girilmektedir. Darüşşifası ise, Ahmet Şah'ın eşi ve Behram Şah'ın kızı Melike
Turan Melek tarafından 1228 tarihinde yaptırılmıştır. Bu eşsiz anıt 768 m2 lik
bir alana oturmaktadır. 18. yüzyılda medrese haline getirildiği için Şifaiye
Medresesi de denilmektedir. Ulu camii ve şifahanenin mimarı, Ahlat'lı Muhlis
oğlu Hürrem Şah. Anadolu'da erken dönem mimarisinin en seçkin örneği olan
Divriği Ulu Camii ve Şifahanesi; plan, mimari oranların elemanları, süsleme ve
örtü biçimlerinin dengeli ve uyumlu bir şekilde ayarlanmasıyla başlı başına
kendine özgü bir yapıdır. Kapı ve duvarlara işlenen tüm motifler asimetriktir
ve her karede binlerce taş işlemeli motif bulunur. Usta devamlı tekrardan
kaçınmış ve kendisini sürekli yenilemiştir. Hiç bir motife bağımlı kalmamıştır.
Her motifte Allah'ın birliğinin vurgulandığı gözlemlenmektedir.
UNESCO'nun koruma
çalışmaları kapsamında yürütülen "Dünya Kültür Mirası" listesine
girmeye hak kazanmıştır. Eserin camii kısmı ibadete açık ve
kullanılmakta; şifahane kısmı ise, sağlam olarak boş bulunmaktadır.
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ DARÜŞŞİFASI |
Şifahane giriş kapısı, çift sütunlu bir kapı. Pencere önünde bulunan denge sütunu dönme özelliğine sahipmiş bir zamanlar. Ancak bugün bu özelliğini yitirmiş. Şifahane, dönemin tıp merkezi olarak, genel bir hastane işlevi görmüş. Hastanede ruh hastalıkları müzik ve su sesiyle tedavi edilirmiş. Burada akustiği sağlamak için ana eyvanın sağ ve sol duvarlarına yelpaze şekilleri işlenmiş. Giriş eyvanın tavanı tek parça halinde yapılıp yerleştirilmiş. Şah ailesinin türbesi şifahane içinde yer almakta.
 |
DARÜŞŞİFA GİRİŞİ |
 |
DARÜŞŞİFA GİRİŞİ |
 |
DARÜŞŞİFA DUVAR OYMALARI |
 |
DARÜŞŞİFA |
 |
DARÜŞŞİFA GİRİŞİ |
 |
DARÜŞŞİFA DUVAR OYMALARI |
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ DARÜŞŞİFASI
|
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ DARÜŞŞİFA ÖNÜNDE SOHBET |
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ DARÜŞŞİFA ÖNÜNDE SOHBET |
Teyze oğluyla oturuyormuş biraz yardım edince, o kadar sevindi ki, bizi evine çay içmeye çağırdı. Teşekkür edip arkadaşlarımız bekler dedik. Herkes gücü nispetinde çok misafirperver. Ne güzel!
 |
ŞİFAHANENİN İÇİ.. ÇOK DA SERİN |
Darüşşifa'nın merkezindeki havuzdan taşan fazla su, havuzun etrafındaki kare planlı kanaldan havuzun etrafını dolaşıp, daire çizerek yapıdan tahliye edilmekte.
 |
ŞİFAHANENİN HAVUZU |
 |
DARÜŞŞİFA 2. KATI |
 |
DARÜŞŞİFA 2. KAT |
 |
DARÜŞŞİFA 1. KAT |
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ ŞİFAHANE |
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ ŞİFAHANE
|
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ ŞİFAHANE'DE DENİZ VE BEN |
 |
TEKSTİL KAPISI - BATI KAPISI |
 |
TEKSTİL KAPISI - BATI KAPISI |
Tekstil Kapısı'nın yan kanatlarında kullanılan kartal; kudret ve egemenliğin simgesi. Bu motif ve çift başlı kartal, Selçuklu yapılarında sıkça kullanılan bir motif.
 |
TEKSTİL KAPISININ YAN SÜSLEMELERİ |
Divriği Ulu Camii'nde Hürrem usta tüm hünerlerini; taç kapılarda, mihrap ve minberlerde ortaya koymuş. Sanat tarihçileri; "Kale Kapı"da namı diğer "Cennet Kapı"da, cennetin tasvir edildiğini, "Batı Kapı"da namı diğer "Tekstil Kapı"da, halı sanatının taşa uygulandığını, "Şifahane Kapısı"nda ilim ve hikmet ilişkisinin kurulduğunu, "Şah Kapısı"nda ise tevazuun derin anlamlarına inildiğini belirtmekteler. Mihrap üstü süslemelerde ise Allah- kul ilişkisi anlatılmakta.
 |
TEKSTİL KAPI YAN SÜSLEMELERİ |
 |
TEKSTİL KAPI YAN SÜSLEMELERİ |
 |
TEKSTİL KAPI |
 |
TEKSTİL KAPI - HALI SÜSLEMELERİ |
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ - TEKSTİL KAPI |
 |
TEKSTİL KAPI - KULLANILAN CAMİYE GİRİŞ KAPISI |
 |
YAN TARAFTA Kİ CENNET KAPISI |
Cennet bahçelerinin nakşedildiği söylenen bu kapı, zengin işlemeleri, figürleri ve görkemiyle, insanı görür görmez kendisine hayran bırakıyor. Hele, o yüzyıllar altında güneşin, yağmurun, karın, rüzgarın etkisiyle aldığı renk müthiş. Karşınızda resmen, zamana meydan okuyan bir yapı var. Ah bir de elleri kırılası yaratıklar yazılar yazıp kazımasalar!
 |
CENNET KAPISI - KUZEY KAIPSI |
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ - CENNET KAPISI |
 |
DİVRİĞİ ULU CAMİİ - CENNET KAPISI |
 |
YASEMİN GEREKLİ DÜZENLEMELERİ YAPABİLMEK İÇİN ELİNDEN TELEFONU BIRAKAMADI:) |
 |
CENNET KAPISI |
 |
CENNET KAPISINDAN AYRILAMADIM...O KADAR MUHTEŞEM Kİ....İNSAN SEYRETMEYE DOYAMIYOR. |
Sonuçta, Ulu Camii ve Darüşşifa'yı biraz da dışarıdan seyrettikten sonra,
aklımız orada kalarak ayrılıyoruz. Yasemin'in müthiş organizasyonlarından
biriyle karşı karşıyayız: "A'yan Ağa Konağı"nda bize bir yemek
veriyor. Süper tatlıdır benim arkadaşım yaa! Adres: Karayusuf Mahallesi,
Karayusuf Sokak , Divriği. Konağın bütünü günümüze kadar gelemese de, kalan
kısmı restore edilerek ziyarete açılmış. Biz önce bahçede oturup, hem konağı
seyrediyoruz, hem de bir şeyler içiyoruz. Yemekler ve sofra hazır olduğunda
bizi yukarı alıyorlar. Sarma, salata, meşhur Divriği pilavı, tatlı falan
derken, yerimizden kalkamayacak hale getiriyor Yasemin bizi.
"Divriği Pilavı" tek kelime ile enfes, enfes...Tarifi
de şöyle:
Malzeme: 3 su b. pirinç, 350 gr. kuzu eti, 3 soğan, 1 çay b. kuru
üzüm, 1 çay b. badem, 1 su b. haşlanmış nohut, 1 çorba k. tereyağ, sıvıyağ,
tuz, su. Yapılışı: Bademleri tereyeğ ve sıvı yağda kavurmaya başlayın. Daha
sonra üzerine soğanı ekleyerek iyice kavurun. Daha sonra pirinci de
ekleyerek bir süre kavurun. Sonrasında
haşlanmış nohut ve üzümü de ekleyin. Diğer tarafta eti başka bir kapta kavurun.
Biraz su ekleyerek pişirin. Yarı kıvamda pişen etleri suyuyla beraber pilavın
üzerine ilave edin. Kapağı kapalı pişirin.
 |
A'YAN AĞA KONAĞI |
 |
A'YAN AĞA KONAĞI |
 |
A'YAN AĞA KONAĞINDA YEMEK |
 |
A'YAN AĞA KONAĞI
|
 |
A'YAN AĞA KONAĞI |
Yemekten sonra tekrar aşağıya inerek, bahçede serin serin oturuyoruz. Kahvelerimizi de içtikten sonra, otelimizi yolunu tutuyoruz.
29 Temmuz
Muhsin Divriği "Kemaliye" arasını trenle almanın çok daha güzel olduğunu söyleyince, minibüsümüzle "Bağıştaş"da buluşmak üzere, erkenden hazırlanıp,yaklaşık 4.30da trendeyiz. Yol gerçekten çok enteresan. Dik yamaçlı dağlar, vadi aralarından akan, ırmaklar, kayalar, değişik bir bitki örtüsü yani görülmeye değer bir manzara. Divriği - Kemaliye arası 57 km. yaklaşık; 1saat 30 dakika.Ama biz trene gidiyoruz 6 gibi Bağıştaş tren istasyonundayız. Minibüsümüz bizi bekliyor, hemen atlayıp yarım saat sonra Erzincan Kemaliye'deyiz.
 |
BAĞIŞTAŞ'TAN KEMALİYE'YE (EĞİN'E) GİDERKEN |
 |
BAĞIŞTAŞ'TAN KEMALİYE'YE (EĞİN'E) GİDERKEN
|
 |
BAĞIŞTAŞ TEN İSTASYONU - İLİÇ |
 |
BAĞIŞTAŞ'TAN KEMALİYE'YE (EĞİN'E) GİDERKEN |
 |
BAĞIŞTAŞ'TAN KEMALİYE'YE (EĞİN'E) GİDERKEN
|
 |
KEMALİYE'YE GİDERKEN |
 |
KEMALİYE'YE GİDERKEN |
 |
KEMALİYE'YE GİDERKEN FOTO MOLASI |
Geze geze Kemaliye'ye varıyoruz. Veee eşsiz bir manzara ile karşılaşıyoruz. Sanki bir İsviçre kasabası. Ortadan Fırat Nehri akıyor. İki tarafı dik vadi. Vadiye yayılmış kar damlı, çoğu ağaç ve ilginç mimariye sahip evler. Çok güzel! Gerçekten böyle bir manzara ile karşılaşmaktan dolayı çok şaşkınım. Merkezde, "Yeşil Eğin Oteli"ne yerleşiyoruz. Adres:Cumhuriyet Cad. No:16 Kemaliye/Erzincan. Otel Nehrin tam kıyısında, gayet güzel.Kişi başı 40TL.
 |
ODAMIZDAN GÖRÜNTÜ |
 |
ODAMIZ BALKONUNDAN GÖRÜNTÜ |
 |
ODAMIZ BALKONUNDAN GÖRÜNTÜ |
Kemaliye Erzincan iline bağlı olup, Tunceli, Sivas, Malatya ve Elazığ illeriyle komşu. İlçe, ilçeyi ikiye ayırarak akan Fırat Nehri'nin Keban Baraj Gölü'ne kavuştuğu bölgede, 900m. rakımda bulunmakta. 11. yüzyılın ilk yarısında Van yöresinden göçen Ermenilerce iskân
edildiği bilinmekte. Kasabanın eski adı Agn olup, Ermenice "göze,
pınar" anlamındaymış. Bu isim Türkçede Eğin şeklini almış ve ilçenin adı, Mustafa Kemal'in adından
esinlenerek Kemaliye'ye çevrilmiş.
Biraz kendimize gelip, Kemaliye'yi dolaşmaya başlıyoruz. Kemaliye
evleri aynen Safranbolu evleri gibi, kendine has özelliklere sahip. Bir kere
"hımış tekniğindeki konut mimarisinin Doğu Anadolu eşiğindeki sınırında
yer almakta. Bu yapım tekniğine göre; ana kat düzeyine kadar ahşap hatıllı
moloz taş, ana kat ve kaçak kat ise kerpiç dolgulu ahşap karkas olarak inşa
edilmiş. Yani kullanılan malzemeler; taş, ahşap, kerpiçtir. Evlerin çoğunda
ahşabın dış kaplama olarak kullanılmasının nedeni ise; nehirden kolay
sağlanmasının dışında, İstanbul ile yakın ilişkiler içinde olunmasına ve halkın
maddi gücünün yüksekliğine bağlanmakta.
 |
LÖK HANE ÖNÜNDE DENİZ VE YAKUP DİNLENİRKEN |
Lökhane diye bir yer var. Lök, Kemaliye'nin en güzel lezzetiymiş. Dibekte dövülüp elenmiş kuru dut cevizle bir araya getiriliyor. Bir-iki saat dövüldükten sonra macun haline getiriliyor, şekil verilip jelatine sarıldıktan sonra da satışa sunuluyor. Lökhane'de başka şeyler de var: Oricik, dut pekmeziyle hazirlanan cevizli sucuğu, Ağın leblebisi, pekmez, reyhan kurusu, şerbetler, dibekte dövülmüş çedene (menengiç) kahvesi gibi. Ben pek lökün tadından hoşlanmadığım için almıyorum. Onun yerine Kemaliye el sanatlarından bir anı olarak, iğne oyasından bir kolye alıyorum (20 TL).





Kapı, tüm dünyada olduğu gibi Anadolu evinde de önemli bir
öge. Özellikle kapılar ve tokmakları benim çok ilgimi çeken unsurlar. Bana göre insanların kendi dünyalarına giriş biçimini göstermekte. Ailenin sosyal ve kültürel kimliğini belirlemekte. Tokmaklar da aynı
şekilde içeride yaşayan topluluğun sosyal durumunu simgeliyor. Zenginin kapı
tokmağı kalın, ağır süslü, pirinçten. Fakirin ise ince, basit, demirden
ve halkadan.
Kimi, kapıların üzerinde ana tokmakların altında ikinci bir
tokmak vardır. Kapıdan büyük tokmağın sesi geliyorsa, gelen misafir erkek,
küçük tokmağın sesi geliyorsa gelen
misafir kadındır. Zor durumda kalan birinin kapı halkasını tutması kapıya
sığınmak anlamındadır. Acaba o yüzden mi ben hep kapı tokmaklarını tutarak fotoğraf çektirmekten hoşlanıyorum? Kim bilir? Bektaşilerde kapı üç kere çalınırmış. Birincisi Allah,
ikincisi Muhammed, üçüncüsü Ali'yi ifade etmekteymiş. İki kanattaki halkalar
birbirine kurdela ile bağlanmışsa evde kimse yok demekmiş.
El formundaki tokmaklarda kimi elde yüzüğün hiç olmaması, kimi
elde orta parmakta veya yüzük parmağında yüzüğün olması ev sahibinin bekar,
evli ya da dul oluşunu simgeliyor. Eve gelen konuk tanıdıksa kapıdaki halkayı,
yabancıysa kapı tokmağını vurmakta. Böylece ev sahipi evdeki durumu ona göre
ayarlıyor. El şeklindeki tokmakların kapıya vuran kısmında iyiliği, bolluğu,
sonsuz hayatı simgeleyen nar meyvesi bulunmakta. Kişinin içeridekilerle ilk
teması bu bereket sembolünü tutan ele dokunarak başlıyor.
Kapı halkalarının bir kurdela ile sıkı sıkı bağlanması evde
kimsenin olmadığını, gevşek bağlanması evdeki kişinin yakın zamanda döneceğini,
sadece bir halka bağlandığı takdirde evde insan olduğunu gösteriyor. Şu an artık malesef hiç kullanmadığımız bu tokmakları ancak anı olarak satın alıyoruz, o kadar! Çok yazık!
Kemaliye çok sulak bir belde, her yerden fışkıran su kaynakları mevcut.
Kapı tokmaklarının mesajları bunlarla sınırlı değil. Tokmaklar
üzerindeki motiflerin de bir anlamı var. Örneğin lamba motifli bir kapı tokmağı
evin ocağı sönmesin hayat daim olsun anlamını taşıyor. Kuş motifi kullanılmışsa
bu da ev sahibinin gurbette bir yakınının olduğu ve haber beklediği anlamına
geliyor. Sağa sola ayrılan ve kuş kafasını andıran motifler evin Müslüman bir
aileye ait olduğunu vurguluyor. Öküz motifi ise ailenin birlik olduğunu
simgeliyor. Kapı tokmaklarında akrep yılan gibi motiflerde var. Bu motifler
Şaman kültüründen kalma. Yılan motifleri genellikle anahtar delikleri
çevresinde bulunuyor ve bu motifteki kilide anahtar sokulunca şeytanın o eve
giremeyeceğine inanılıyor. Akrep motifi olan evlerde ise cinin şeytanın
barınamayacağı inancı var.










Kemaliye'ye 5,5 km uzaklıkta ki "Apçağa Köyü"ne gidiyoruz. Köye vardığımızda ilk uğradığımız yer, nefis kokular saçan taş fırını oluyor. Ekmekler el yakıyor ama bizim yememize engel değil! Pide tarzı ekmekler elden ele dolaşarak resmen eriyor:) Tabi, arabanın arkasındakiler bu bakımdan biraz şanssız:))
 |
APÇAĞA KÖYÜ OKUMA VE SOHBET ODASI |
Apçağa, çağlayan su anlamına geliyor. Apçağa Kemaliye Köyleri
içerisinde kültür ve tarih zenginliği ile önde gelen bir yerleşim birimi. Köyün ismini taşıyan Apçağa dağının eteklerinde kurulmuş. Doğal
güzellikleri, mesire yerleri, bahçeleri ve bağ evleri ile tam bir tatil beldesi. Özellikle evleri kesinlikle koruma altına alınmalı. Yarı ağaç, yarı galvanizli, birbirine yakın duruşlarıyla, o kadar ilginç bir mimari sergiliyorlar ki, kaderlerine terk edilirlerse, hakikaten bu bir cinayet olur.
Köyün girişinde, hepimizin çocukluk yıllarından aşina olduğu bir
çocuk şarkısının ilk kıtası yazmakta: “Orda bir köy var, uzakta
O
köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek
de, tozmasak da
O
köy bizim köyümüzdür.”
Bu şiir, Apçağalı, ünlü
türk şair ve tiyatro yazarı “Ahmet Kutsi Tecer” e aittir. Şair 1901-1967
yılları arasında yaşamıştır. Halk kültürü araştırmacısıdır. Bu araştırmaları
sırasında Aşık Veysel'i keşf eden ve dünya kamuoyuna tanıtan kişidir. Yurt
sevgisi ana temalarındandır. 1937 yılında İstanbul'dan
Ankara'ya staj için gelen Meliha Hanım ile evlenir.
İşte; güzel şiirleri ve
türk ulusuna kazandırdıkları dışında, şairle ilgim bu aşamada başlıyor, çünkü "Meliha Tecer" benim Saint-Benoit’da edebiyat hocam olmuştur. Beyaz saçları,
yavaş ve kibar tavırları ile bizi ağzının içine baktıran, hayran olduğumuz hocalarımızdan biridir. Bana çok şeyler
katmış olan sevgili hocamı, sonsuz SAYGI ve RAHMETLE anıyorum. Huzur içinde
yatsın...Tabi eşi Ahmet Kutsi Tecer’de...
 |
DUT PEKMEZİ YAPIYOLAR |
Kırkgöz Kemaliye’nin en önemli doğal güzelliklerinden birisi.
Kırkgöz, ilçenin güzelliklerini
doyumsuzca izleyebildiğiniz bir teras konumunda. Doyumsuz bir manzara ile karşı
karşıyayız. Fırat'ı ve vadiyi kuş bakışı izleyebiliyorsunuz.
Köyün adı köy çevresindeki derelerden kaynayan kırk adet gözeden
alınmış. KIRKGÖZE olan köyün adı halk dilinde sadeleşerek Kırkgöz halini almış.
Köy bir ermeni köy yerleşkesi olan oymaağaç yöresi üzerine kurulmuş. Köyün
kuruluş tarihinin bir kervan yolu olması münasebetiyle çok eskilere dayandığı
bilinmekte. Kervancılar köyün karşıpınar olarak bilinen yerine gelip karabel
tuzlasından aldıkları tuzu başka köylülere satarlarmış. Eskiden tuzun çok
değerli olması nedeniyle köy önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş. Çevre
köylerin tuz ve sebze ihtiyacını karşılamış.
Buz gibi gazozlarımızı manzaraya karşı içip, bu sıcakta serin olan bir yerde oturmanın huzuruyla çevreyi seyrediyoruz. Köyden bize rehberlik yapmak üzere küçük bir köylü kızı da peşimize takılıyor. Onu gören başka çocuklar da toplanıyor.
Arkadaşlar dut pekmezlerini de alıyorlar ve oradan
ayrılıyoruz.
Erzincan – Kemaliye -
"Karanlık Kanyon"da bir tekne gezisi yapmak üzere, sahile iniyoruz.
Dünyanın 2. büyük kanyonunun ülkemizde, Erzincan ilinin Kemaliye
ilçesindeki KARANLIK KANYON oldugunu biliyor musunuz? Peki, Kemaliyelilerin 100
yildan fazla süren çabaları sonunda 2002 yılında tamamlayabildikleri, Kanyona
paralel bir şekilde uzanan, çevre ilçelerle
köylere ulaşımı büyük ölçüde kolaylaştıran insan emeğinin bir harikası
TASYOLU biliyor musunuz? Karanlık Kanyon ve Taşyolu, görkemli güzelliği ile,
sizleri, her türlü doğa ve su sporu yapmak için Kemaliye'ye bekliyor.
 |
KEREM,SEHER,DENİZ,YAKUP,YASEMİN,REYHAN(BEN), SERMİN,MUHSİN,FAZIL KARANLIK KANYN TURUNDAYIZ... KEMALİYE - ERZİNCAN |
Karanlık Kanyon'da 2008 yılından beri Uluslararası Doğa
Sporları kapsamında BASE jumping atlayışları yapılmakta. 1940'lara kadar
geçimini halıcılık, bez dokumacılığı, ayakkabıcılık, bakırcılık gibi el
sanatlarıyla sağlayan, ama ardından şehre göçlerle, nüfusu 2500'lere kadar
inen, yazları ise doğa sporları sayesinde, nüfusu 5000'lere çıkan kasaba, yaz
aylarında turist çeken bir bölge. Rafting gibi su sporlarına elverişli.
 |
KEMALİYE KARANLIK KANYON - ERZİNCAN |
Bot gezimiz esnasında o kadar muhteşem görüntülerle karşılaşıyoruz ki, etrafı seyrederken, hipnoz olmuş gibiyiz. Kayalar o kadar sarp ki üzerlerinde hiç bir şey yok, tutunamamış. Sadece bir kez, bir dağ ceylanı görüyoruz. Mutlaka ayı da vardır buralarda:) Bu güzellikleri kesinlikle layikıyle tanıtmamız gerek.
Gayet doyurucu bir geziden sonra, otelimize dönerek yemeğimizi otelimizin kaptan köşkünü andıran nefis taraçasında yiyoruz.Manzara müthiş....
 |
YEŞİL EĞİN OTELİNİN TERASINDA AKŞAM YEMEĞİ - KEMALİYE - ERZİNCAN |
30 Temmuz
Sabah kahvaltısından sonra yollara vuruyoruz kendimizi. Ne yazık ki bu gezimizin son günü.
 |
YEŞİL EĞİN OTELİ TERASINDAN MANZARA NEFİS... |
 |
YEŞİL EĞİN OTELİ TERASINDAN MANZARA |
 |
YEŞİL EĞİN OTELİ TERASINDAN MANZARA |
 |
KEMALİYEDEN AYRILARAK FIRAT KIYISINDA GEZİYORUZ |
 |
BÖYLE BİR EVDE NASIL OTURUR ACABA İNSAN??? |
 |
KEMALİYEDEN AYRILARAK FIRAT KIYISINDA GEZİYORUZ..EKİBİN BAYANLARI:) |
 |
FIRAT KIYISI.. RENGE DİKKAT... |
 |
KEMALİYEDEN AYRILARAK FIRAT KIYISINDA GEZİYORUZ.. |
Ocak Köyünü ziyaret ediyoruz. Ocak Köyü; Doğu Anadolu'nun şirin bir köşesinde yer alan, Hıdır
Abdal Sultan tarafından kurulan ve günümüze kadar 700 yıllık geçmişi ile tarihi
ve turistik değerlere sahip; dik bir yamaçta, bahçeler arasında havası ve
suyunun temizliği ile dikkat çeken bir köy. Bunun yanı sıra, sahip olduğu
değerleri ile eşi benzeri olmayan, İyilik ve güzelliği bir yücelik olarak
yaşayan insanların, Hıdır Abdal Sultan'ın ocağı...
 |
OCAK KÖYÜ MÜZESİ |
 |
OCAK KÖYÜ MÜZESİ |
 |
OCAK KÖYÜ MÜZESİ |
 |
OCAK KÖYÜ MÜZESİ |
Bizim gördüğümüz kadarıyla, yok artık dedirtecek kadar modern işlere imza atılmış, gayet medeni bir köy. Köyün kütüphanesi, müzesi, güneş enerjisi hamamı, spor tesisi, alış veriş merkezi ve bunlar yetmezmiş gibi bir de helikopter pisti var. Keşke her köyümüz bu köyün yarısı kadar imkanlara sahip olabilse.
 |
OCAK KÖYÜ HIZIR ABDAL TÜRBESİ |
 |
OCAK KÖYÜNÜN ASIRLIK AĞAÇLARI |
 |
OCAK KÖYÜNÜN KÜTÜPHANESİ |
Bazı Erzincan atasözlerini yazmadan geçemeyeceğim:
- “Dere yanında tarla alma sel için, kırkından sonra kız alma el
için"
- “Az ateş çok odun yakar"
- “Baktın kar havası, eve gel kör olası”
Herhalde ozanlarının çokluğundan olsa gerek, manileri de pek fazla, hatta Ocak Köyü'nde çıkarken "mani yolu"nda durarak fotoğraflarını çekiyoruz.
Ocak Köyü'nden ayrılıp, tam köşeyi dönüp de ana yola çıkacakken, köşeyi dönemeden oracıkta kalıyoruz. Çünkü "Dondurma - Künefe" yenecek bir kafeterya ile karşılaşıyoruz: "Kardeşler Kafeterya". Muhsin'in: "ohooo her gördüğümüz yerde durursak, yandık yani, burdan sonrakinde dururuz!" falan gibi söylenmelerine aldırmadan, sanki ağız birliği yapmış gibi, hemmen kendimizi dışarı atarak, künefe ve dondurmalara yumuluyoruz. Bu sıcakta o kadar iyi gidiyor ki. Üzerine de birer şişe suyumuzu içtikten sonra, Muhsin'e: "başka bir yerde durmayız valla, tuvalete bile girmeyiz" diyerek, kendimizi affettirip, yolumuza devam ediyoruz. Ver elini "Keban Barajı".
 |
KEBAN BARAJI - ELAZIĞ |
Keban Barajı: Türkiye ve Suriye nin doğu
bölgelerini sulayıp Irak topraklarını aştıktan sonra Basra körfezine dökülen
Fırat nehri üzerinde,Türkiyenin Doğu Anadolu bölgesinde, Elazığ’ın Keban ilçesi
yakınlarında yer almakta.1965 ila 1975 yılları arasında inşa edilmiş.
Eh saat yaklaşık 13.30, bu ne demektir? Yemek vakti tabi ki:) "Çırçır Şelalesi"n de yemek yemek için mola veriyoruz. Artık Erzincan'dan çıktık, Elazığ sınırları içindeyiz.
 |
KEBAN BARAJI ÜZERİNDE ÇIRÇIR ŞELALESİ - ELAZIĞ |
 |
ÇIRÇIR ŞELALESİ |
 |
ÇIRÇIR ŞELALESİ |
 |
ÇIRÇIR ŞELALESİ - ELAZIĞ |
 |
MUHSİN,DENİZ,YASEMİN,SERMİN,(BEN) REYHAN,EMİR,SEHER,FAZIL,YAKUP GEZİNİN SON YEMEĞİNİ YERKEN - ELAZIĞ |
Yemeğimizi bitirip, Elazığ Havalimanına gelişimiz dördü buluyor. Buradan birbirimizle vedalaşarak ayrılıyoruz, çünkü Muhsin'le Yasemin başka uçakla dönecekler.
Yasemin ve Muhsin'e bu doyumsuz güzellikleri bize gösterip, tattırdıkları için milyonlarca teşekkürler...İnşallah hep birlikte daha nice güzel gezilere...
Hadi bekliyoruz Muhsiiinn:)))))))))Bizi fazla bekletme:))))