SİCİLYA 7-17 Eylül 2011
![]() |
SİRACUSA |
CEFALU |
Bütün bölgenin başkenti konumundaki Palermo, dünyaca ünlü bir liman kenti. Kentte yaşayanlara Palermitani ya da daha şiirsel bir ifadeyle Panormiti deniyor.
7
Eylül
Alitalia
ile Roma aktarmalı gidiyoruz. Roma’ya vardığımız insanların kıyafetlerinden
hemen kendini belli ediyor. Pantalon dikişleri, stil ve kumaşları, ayakkabılar
hemen değişiyor.
Palermo’ya
20.30 a doğru iniyoruz. Michael bizi hava limanından alacağı için, ulaşım problemini
düşünmüyoruz. Hava çok güzel. Zaten Sicilya eylülde, ağustosu yaşamaya devam
ediyor. Michael’la hararetli bir karşılaşma töreninden sonra, üstü açık
Peugeot’suna binerek evin yolunu tutuyoruz. Gözümün önünde hep mafya filmleri!
Bakalım ilgili bir şeyler görebilecek miyiz. Michael’ın arabası çok güzel iyi
hoş da, arkada oturmak biraz sevimsiz. Kendini katlanmış çamaşır gibi
hissediyorsunJ Oya’cığım bunu hissettiği için hemen sırayla
arkaya otururuz diyor. Michael’ın, Via
Messina Marine’deki evi çok güzel.
Önünden yol geçiyor, yolun önünde otel motel gibi binalar ve onların önü de deniz.
3. kata asansörle çıkıyoruz. Kapıda bizi Michael’ın anne ve babası
karşılıyorlar. Yok yani bedenen değil, resmen. Yani, kapıdan girer girmez
fotoğrafları karşılıyor.
Bizim
odamız çok büyük ve önünde de, kocaman bir balkonu var. Hatta tuvaletlerden
birini Michael bize tahsis ediyor. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra, Palermo’da
bu sıralar çok “in” olan bir yere gidiyoruz: “FORUM” . Yeni açılan bir alış
veriş merkezi. Michael pizzacıyı çok meth etsede; güzel, ama süper bulmuyoruz.
Eve gelip eşyalarımızı bize gösterilen yerlere yerleştirip, yatıyoruz.
8
Eylül
Sabah
çok güzel kalkıyoruz. Hava da muhteşem ve yatağımız da gayet rahat. Sağ olsun
ev sahibimiz bizi rahat ettirmek için elinden geleni yapıyor.
Bugünkü
güzergahımız; “Monte Pellegrino”. Yani şehrin biraz dışına doğru çıkıyoruz.
Keyfimize diyecek yok. Sanki bir italyan filminden fırlamış gibiyiz. Üzeri açık
arabamız sayesinde yüzümüzü hafif hafif okşayıp, saçlarımızı dağıtan rüzgar ve
de Michael’ın tenor olan babası "Michelangelo Verso"nun sesinden “O sole mio” etrafta
yankılanırken, kıvrılarak Monte Pelligrino’ya doğru tırmanıyoruz. http://www.michelangeloverso.com
PALERMO |
Aşağıda ise
eşsiz bir deniz manzarası gittikçe daha da genişleyerek bizi şaşırtmaya devam
ediyor. İçimden hayat bu olsa gerek, işte mutluluk diyorum. Önde Oya’nın da
aynı şeyleri düşündüğünden eminim. Bir ara arkaya dönüyor, birbirimize
gülümsüyoruz.
AHBAP ÇAVUŞLAR OYA, MİCHAEL, REYHAN |
İşte mutluluk bu! Tabi, tek başına yaşamaya alışmış olan,
Michael’da; iki kadının arasında, umarım bizimle aynı duyguları paylaşıyordurJ
SANTUARIO SANTA ROSALIA |
Önce
“Santa Rosalia”ya ya uğrayacağız. Santa Rosalia Palermo’nun koruyucu azizesi. Efsaneye
göre, Rosalia; 1130 yılında Sicilya’nın göbeğinde, asil bir ailenin kızı olarak
doğar. Çok dindar bir kız olan Rosalia’ya bir gün Bakire Meryem görünerek
dünyadan elini eteğini çekmesini söyler. 14 yaşında Monte Pellegrino’da bir
mağaraya, 2 melek yardımıyla götürülen Rosalia, burada inzivaya çekilir.
SANTUARIO SANTA ROSALIA |
1160
yılında ölünceye kadar, bir kaynaktan su içip, çevrede ne bulursa onlarla
beslenerek ve de zamanını dua ve tövbeyle
geçirir. Kurtarıcının kendisi ve bazen melekler ziyaretine gelirler. Rosalia,
1624de Palermo’da çıkan veba salgını esnasında önce yaşlı bir kadına; sonra da,
bir avcıya görünür. Avcıya, dağda, kendi bedeninden kalanları bulabileceği yeri
tarif ederek, bunları Palermo sokaklarında törenle dolaştırmasını söyler.
Valla anlaşılsın diye; dileklerimi İtalyanca yazmaya çalıştım:) |
Böylelikle,
avcının Rosalia’dan kalanları tarif ettiği yerde bulması ve törenle şehir
sokaklarında dolaştırmasından sonra, veba salgınının durması ile bu mucize
sonucunda; Rosalia Palermo’nun kutsal azizesi ilan edilir.
Bizde
içeride duamızı edip, dileklerimizi diledikten sonra çıkıyoruz. Tepenin öbür
tarafına doğru gidiyoruz.
MEYVALARI PAZARDA SATILIYOR |
Çünkü orası dünyaca meşhur az bulunur sahillerden
birisi:“Mondello”.
MONDELLO TEPEDEN GÖRÜNTÜ |
Daha manzara tepeden görünür görünmez bir çığlık atarak,
Michael’dan durmasını istiyorum. Çünkü bu eşsiz manzarayı; hem kendim, hem de
sizler için belgelemem şart.
MONDELLO PLAJ |
Müthiş. Mondello’yu ben Çeşme’ye benzetiyorum.Tek
fark Çeşme’nin sahil şeridinin daha uzun olması ve de arkasını yeşilliklere
dayamamış olması. Ama denize gelince, burası da çok güzel fakat ben Çeşme,
özelikle Ilıca denizini tercih ederim. Belkide alışkanlık. Ama ara sokaklar,
palmiyeler aynı Çeşme. Aynen Çeşmede deniz kıyısında; mısırcı ve midye
satıcılarının dolaştığı gibi, burada da içecek satanlar var. Hatta derisinin renginden
dolayı kuzey Afrika’dan geldiği anlaşılan araplar yüzük, bilezik falan
satıyorlar. Aynen bizde ki gibi. Biz de birer bira alıyoruz. Bizdeki eski tekel
biraları büyüklüğünde kahverengi şişede. İlk defa içiyorum ama aşık oluyorum
“Birra Moretti”yeJ
Birra Moretti |
Yanında da sandviç falan bir şeyler atıştırarak
öğle yemeği işini hallediyoruz. Deniz sıcaklığı süper. Eşyalarımıza bir şey
olmasın diye, sahilde birimiz nöbet bekliyor, diğer ikisi denize giriyor.
MONDELLO PLAJDA OYA İLE:) |
Çok
güzel bir gün. Zaten deniz delisi olan benim için bu müthiş bir şey. Yaz olduğu
için hava geç kararıyor.
Saat 6 gibi üzülerek denizi bırakıyoruz. Daha eve
gidip duş alıp yemeğe gideceğiz.
Şehre
doğru girdiğimizde görüntü harika. Genelde evler 2-3 katlı ve mutlaka balkonlu. Balkonsuz ev
görmedim desem yeridir. Zengin fakir herkesin bir balkonu var ve bununla da
kalmıyor, mutlaka saksıları ve çiçekleri var. Zaten bu gezi boyunca devamlı
balkon fotoğrafı çekmekten boyun fıtığı olacağım herhalde. Kapı fotoğraflarıma
bir de balkon ve pencere fotoları eklenecek. Ama o kadar şirin ki anlatamam. Hani bizde, şehrin
kalabalık yerlerinde ucuz, altın yaldızlı çerçeveleriyle birlikte tablo
satanlar vardır. Bu tablolar, genelde çok
renkli, balkonlu çiçekli evlerle bezelidir. Hep ben bunları uydurduklarını
düşünmüşümdür. Ama şimdi gerçek olduklarını gözlerimle görüyorum. Değişik bir
tente sistemleri var. Genelde yeşil beyaz çizgili, bordo yada sadece yeşil bir
tente; balkon kapısından çıkıyor, balkon demirine ek olarak konulmuş bir başka
demirle araya sıkştırılıyor. Tabi fakir bölgelerde demir memir yok, direk
balkon demirine bir şeyle tutturuyorlar, ya da öylece sallandırıyorlar. Şu
sıcak ülke insanlarının rahatlıklarına hayranım. Gerçekten de çok rahatlar.
Biz
bu kadar deli gibi koşturuyoruz da ne oluyor? Sinir, stres ve prozac tüketiminden
başka ne işe yarıyor bu aşırı hız?
Mondello |
Palermo’da,
güneş giderken, camlar yavaş yavaş yanmaya başladığında, çoluk çocuk herkes
balkonlarda.
PALERMO |
Genelde kadın, erkek, çocuk demeden, ne kadar az giysi
giyebiliyorlarsa o halde balkonlardalar.
Eve
gidip duşumuzu aldıktan sonra, Michael’ın babasıyla sık sık yemek yemek için
takıldığı, self servis bir yere gidiyoruz. Zaten tabağımızda mutlaka biraz
pizza, biraz makarna, birazda onların meşhur patlıcan kızartmalarından var.
Sonra Michael bize birer meşhur Sicilya dondurması “gelato” ısmarlıyor. Zaten
benim gibi dondurma delisi olan birisi için harika bir şey. Hehalde tüm hayatım
boyunca yemediğim kadar dondurmayı bu gezi boyunca yiyeceğim. Oya benim kadar
dondurmaya düşkün değil.
Eve
dönünce, duş, arkasından Michael Oya’ya; dansçı, ressam velhasıl güzel
sanatların birçok dalında kendisini ispatlamış, on parmağında on marifet olan
annesi; “Marion Fernhout”un resimlerini ve tablolarını gösteriyor. http://www.marionfernhout.com/ Hatta,
aralık 2010da annesi için Palermo’da çok
güzel bir sergi bile açmıştı. Yakın olsa bizde gelirdik ama maalesef
katılamadık. Ben de Cihan’ın bana verdiği “not book”uma, fotoğraf makinamdaki
fotoğrafları yüklüyorum. Diğer taraftan da Palermo’da sonradan neden gitmedik
diyeceğimiz bir yer kalmaması için çaba sarfediyorum. Tabi bu bilgileri not
aldıktan sonra Oya ile, daha sonrada nasıl gideceğimize dair Michael’la
paylaşıyorum. Sonra o yorgunluğun üzerine uyku çok güzel gidiyor doğrusu.
9
Eylül
Michael
sabahları sadece kuş sütünün eksik olduğu bir sofra hazırlıyor. Daha doğrusu
hep birlikte hazırlıyoruz. Ben çay için su ısıtırken, benim espresso müptelası arkadaşım,
Oyacım da kahvesini hazırlıyorJ Kahvaltıdan sonra,
bugün “Montreale”ye gideceğiz.
8
avroya aldığım “Güneş Adası Sicilya” kitabımdan yapacağım çeviriye göre;
tepede, kayalık bir buruna hakim olarak kurulan, bu küçük şehrin en büyük
özelliği dünyaca tanınan katedrali. Bir katolik benediktin manastırı olarak 13
üncü yüzyılda kuruluyor ama esas gelişimini 17 ve 18 inci yüzyıda tamamlıyor.
Katedral, roma, bizans, arap etkileri taşısa da, bir norman mimari şaheseri. 1174 de yapımına
başlanan katedralin tamamlanması bir on yıl kadar sürüyor, Bakire Meryem’e
adanan katedral, benediktin keşişlerine teslim ediliyor.
Biz kapısına
vardığımızda biraz sıcaktan birazda kahvesizlikten yorulduğumuz için kahve
içmek üzere, bir kafeye giriyoruz. Zaten İtalya da kahve dediğinizde direk
espresso akla geliyor ve de barın önünde ayakta, iki yudumda içmek bu işin
raconu.
Eh bizden kaçar mı tabi biz de kahvelerimizi racona uygun içtikten
sonra, katedrali gezmeye başlıyoruz. Şehrin içerisindeki: “Palermo katedrali”nin
tersine, “Monreale Katedrali”nin özelliği dışarıdan aşırı
sade görünmesi. İçeriye giriş 2 kapıdan yapılıyor. İçeriye girdiğinizde
dışarının sadeliğinin tam tersini görerek, tam bir şoka uğruyorsunuz.
Dünyanın
mozaikleriyle en ünlü katedralinin içindesiniz. Boş bir mm2 yer yok. Tüm
duvarlar eski ve yeni ahitten tam 42 alıntının tasvirleriyle bezenmiş.
İnsanın
ağzı gerçekten açık kalıyor. Tamı tamına 6300 m2 mozaik döşeli.Sicilyalı ve Venedikli sanatçılar tarafından yapılmış.
O kadar muhteşem ki mozaik, altın
artık ne tür malzeme kullanıldıysa sanki dün yapılmış gibi, temiz ve pırıl
pırıl.
Oya ile gerçekten ağzımız açık kalıyor. Burası, kesinlikle, ölmeden görülmesi
gereken yerlerden biri olmalı.
İsteyen Katedralin üst kısmına kulelerine
çıkabiliyor. Hemen 2şer avro vererek çıkıyoruz biz de.
Aşağısı çok güzel
göründüğü gibi yandaki Benediktin manastırını da tepeden görebiliyorsunuz.
Bol bol fotoğraf çekerek, iniyoruz.
İniyoruz ki bir de ne görelim, bir nikah var
gelinle damatta tam kapıdan girmek üzereler.
Biz de sanki akrabalarıymış gibi
fotoğraflarını çekiyoruz nedense? Neyse Allah mesut etsin deyip, oradan ayrılıyoruz.
Monreale yolu |
Monreale |
AFİYET OLSUN OYACIM:) |
MONREALE KATEDRALİ |
MONREALE KATEDRALİ MOZAİKLERİ |
MONREALE KATEDRALİ TAVANI |
MONREALE KATEDRALİ |
MONREALE KATEDRALİ TEPEDEN GÖRÜNTÜ |
BENEDİKTİN MANASTIRI |
Bol bol fotoğraf çekerek, iniyoruz.
MONREALE KATEDRALİ TEPESİ |
MONREALE KATEDRAL KULESİ |
Dışarı
çıktığımızda hayranlığımızı katedralin önündeki havuzun önünde fotoğraf
çektirerek pekiştiriyoruz.
Ama benim aklım yandaki Benediktin manastırında. Oya
ve Michael, daha nefes alamadan “hadi yürüyün!” diye zorluyorum.
Michael :”ben kaç kez gezdim” diyerek bizi dışarıda bekliyor.
Oya ile Manastırın bahçesini
gezmeye başlıyoruz.
Ben kendimden geçmiş bir şekilde her biri ayrı figürler sergileyen kolon başlıklarını çekerken, bir an Oya’nın sesiyle irkiliyorum.
“Bizi de çek, bizi de!” meğerse yanındaki yakışıklı İspanyoldan bahsediyormuş,
tabi hemen Oya’yı çeker gibi yaparak, fotoğraflarını çekiyorum.
Bahçe klasik
manastır bahçesi ortada kuyusu kenarlarda kapalı kapılar, kolonlar. Kolonlar,
işçilik bakımından o kadar zengin ki, neredeyse her birinin tek tek fotoğrafını
çekiyorum.
Bu durumumu bilen zavallı Oya, hiç karışmıyor, çünkü biliyor ki
karışsa da çekmeye devam edeceğim.
Avluda ağaçlarla birlikte, çok da güzel, kuşların da gelip su içtiği, bir havuz mevcut.
Dışarı çıktığımızda fotoğraf manyağı olmuş durumdayım.
Michael’ı bulup görülmesi gerekli yerlerden biri olan, “Belvedere” ye gidiyoruz.
Belvedere zaten italyanca güzel görüntü demek. Adı üzerinde,
şehri tepeden görebiliyorsunuz ve de çok güzel.
Bu arada çevrede o kadar ilginç
ağaçlar var ki; çiçeklisi, çiçeksizi, kocaman gövdelileri; onları da
fotoğraflamadan geçemiyorum.
Monreale çok turistik bir yer dolayısıyla da hediyelik eşya satan çok mağaza var. Sicilya’ya özgü, turuncu üzerine yeşil desenli seramiklerden çok var.
Renk o kadar hoş ki, adeta kendine doğru çekiyor. Biz tabi magnet alarak bu alma arzumuzu yatıştırdıktan sonra aşağıya, arabayı bıraktığımız yere doğru ilerliyoruz.
Bu arada Sicilya’ya ait küçük parfümler var ama hiçbirisi bize yakın gelmiyor.
Güneşin, tepemizde yumurta pişirmeye başlaması üzerine, su alıp arabaya biniyoruz. Dur bakayım: Oya arkaya geçtiğine göre, öne binme sırası bana gelmiş. Aman ne mutluJ
Şehir
daha evvel surlarla çevrili olduğu için, şehire giriş kapıları var. Bunlardan
en önemlilerinden manierist tarzda yapılmış olan, “Porta Nuova” yı buluyoruz.
MONREALE KATEDRALİNİN ÖNÜNDE OYA VE BEN... |
BENEDİKTİN MANASTIRI |
Michael :”ben kaç kez gezdim” diyerek bizi dışarıda bekliyor.
BENEDİKTİN MANASTIRI |
Ben kendimden geçmiş bir şekilde her biri ayrı figürler sergileyen kolon başlıklarını çekerken, bir an Oya’nın sesiyle irkiliyorum.
BENEDİKTİN MANASTIRI VE OYA |
BENEDİKTİN MANASTIRI |
BENEDİKTİN MANASTIRI KOLON BAŞLIĞI |
Avluda ağaçlarla birlikte, çok da güzel, kuşların da gelip su içtiği, bir havuz mevcut.
Dışarı çıktığımızda fotoğraf manyağı olmuş durumdayım.
Michael’ı bulup görülmesi gerekli yerlerden biri olan, “Belvedere” ye gidiyoruz.
BELVEDERE |
BELVEDERE'DE AĞAÇLAR |
Monreale çok turistik bir yer dolayısıyla da hediyelik eşya satan çok mağaza var. Sicilya’ya özgü, turuncu üzerine yeşil desenli seramiklerden çok var.
Renk o kadar hoş ki, adeta kendine doğru çekiyor. Biz tabi magnet alarak bu alma arzumuzu yatıştırdıktan sonra aşağıya, arabayı bıraktığımız yere doğru ilerliyoruz.
MEŞHUR SİCİLYA KUKLALARI |
Bu arada Sicilya’ya ait küçük parfümler var ama hiçbirisi bize yakın gelmiyor.
Güneşin, tepemizde yumurta pişirmeye başlaması üzerine, su alıp arabaya biniyoruz. Dur bakayım: Oya arkaya geçtiğine göre, öne binme sırası bana gelmiş. Aman ne mutluJ
Tadı güzel fakat, dikenler beter... |
Porta Nuova |
Porta Felice |
Şehrin bir diğer önemli kapısı
da “Porta Felice” Mutluluk Kapısı. İspanyol kralın eşi; Donna Felice Orsini Limandan
şehre bir giriş kapısı oluşturmak amacıyla
yaptırıyor. Kapı adını buradan alıyor. Biz yolumuza, Porta Nuova’dan
geçip o caddeyi takip ederek yürümeye devam ediyor ve “Palermo Katedrali”ne varıyoruz.
12. yüzyılda, arap-norman tarzında
yapılmış bir roma katolik kilisesidir. Katedralin yerinde roma imparatorluğuna
ait bir bazilika vardır. Bu bazilika 9. yüzyılda araplar tarafından camiye
sonra da 12. yüzyılda hıristiyanlar tarafından, katedrale dönüştürülmüştür.
Monreale Katedralinin tersine dış süslemeleri içeriden çok daha gösterişlidir.
Katedralin içini de gezdikten sonra, geldiğimiz yöne doğru dönüyoruz.
Yolda bir
şey ilgimizi çekiyor. At arabalarına bağlı olan atların kulaklarında kulaklık
var sebebi ise caddede ki gürültüden çok fazla etkilenmemeleri içinmiş.
O zaman bizim İstanbul’da kulaklık olmadan sokağa çıkmamamız lazım.:)
PALERMO KATEDRALİNİN DIŞI İÇİNDEN DAHA SÜSLÜ |
PALERMO KATEDRALİNİN İÇİ |
PALERMO KATEDRALİ |
O zaman bizim İstanbul’da kulaklık olmadan sokağa çıkmamamız lazım.:)
Via
Vittorio Emanuele I-90100 Palermo; “Palazzo
dei Normanni”nin adresi yani norman sarayı. Katedralde bulunan heliometre, 1690'dan bu yana öğle vaktinin tespit edilmesinde kullanılıyor. Güneş ışığından yararlanarak çalışan araç mekanik bir saat ve takvim aslında ve bu açıdan astronomi tarihi açısından büyük önem taşıyor.
PALAZZO DEİ NORMANNİ |
CAPELLA PALATİNA |
Sarayın salonları çok şaşaalı. Hatta kırmızı salonu ben; sarı salonu Oya alıyor.
PALAZZO DEİ NORMANNİ |
10
Eylül
Gene
sıcak, ama boğucu olmayan bir Palermo gününe günaydın diyoruz. Kahvaltımızı
yaptıktan sonra Piazza Marina’da Pazar
günleri kurulan, antika eşya pazarı yaniii, bit pazarına gidiyoruzJ
Bit pazarlarına çokdüşkün olan ben heyecandan ölüyorum. Dışarı çıktığımızda güneş o kadar yakıyor ki; arabanın üzerini kapatmak zorunda kalıyoruz.
Bit pazarında herşey var: kitaplar, giysiler, biblolar, kap kacak, eski mutfak eşyaları, mobilyalar vs. Ben her zaman olduğu gibi antika şişelere odaklanmış vaziyetteyim. Ama bu arada değişiklik olsun diye melek de arıyorum.
Sonunda 3 avroya melek sandığım bir cin; bir de çan şeklinde melek alıyorum.Tabi bir de, üzerine dantel geçirilmiş küçük bir parfüm şişesi alıyorum.
PİAZZA MARİNA'DA BİT PAZARI - PALERMO |
Bit pazarlarına çokdüşkün olan ben heyecandan ölüyorum. Dışarı çıktığımızda güneş o kadar yakıyor ki; arabanın üzerini kapatmak zorunda kalıyoruz.
Bit pazarında herşey var: kitaplar, giysiler, biblolar, kap kacak, eski mutfak eşyaları, mobilyalar vs. Ben her zaman olduğu gibi antika şişelere odaklanmış vaziyetteyim. Ama bu arada değişiklik olsun diye melek de arıyorum.
Sonunda 3 avroya melek sandığım bir cin; bir de çan şeklinde melek alıyorum.Tabi bir de, üzerine dantel geçirilmiş küçük bir parfüm şişesi alıyorum.
PİAZZA MARİNA |
Ama deniz her yerde var! Biz Palermo’yu gezmeyi tercih ederek, ara sokaklara dalıyoruz. Bir şehri en iyi ara sokaklarında kaybolarak tanıyabilirsiniz. Ama bizim kaybolma gibi bir durumumuz söz konusu değil, çünkü yanımızda Michael var.
Büyük büyük, kocaman kapılar. Kapılar çok büyük, çünkü eski devirlerde aritokrat aileler atlı arabalar kullanıyorlar. Bir de, insanların giriş çıkışını sağlamak için küçük kapıları var.
Sokaklar, sanki hiç yer yokmuş gibi daracık. Tabi o meşhur daracık sokaklarda, bizim taşlı tarla gibi çamaşır iplerinden rengarenk çamaşırlar sallanıyor. Daha gerilere doğru gidildikçe evlerin görüntüleri de doğru orantılı olarak daha döküntü hale geliyor. Balkonlar, balkonlar, telefon telleri, sokak köşelerinde eski tip sokak lambaları.
Şu italyan evlerinin en sevdiğim yanı ise kalın panjurları. Ben de İzmir de böyle panjurlu bir evde oturdum.
Gerçekten bu panjurlar sıcağı engelliyorlar ama, bu arada, içerisi hava da alıyor. Yüksek tavanlı, kalın panjurlu bir evde güneşli bir günün öğleden sonrasını yaşamak, güneşin o görünmeyen kokusunu duymak, bambaşka bir duygu.
Ama tabi Türkiye’de yeni olan her şey güzelmiş gibi, bu tip evler yıkılıp yerine yeni ve daha yüksek apartmanlar yapılıyor. Artık bu kalın panjurlu evler yok denecek kadar azaldı.
Girdiğimiz
marketlerden birinden 7 avroya italyanların meşhur içkisi “limoncello”dan
alıyorum. Oya ile ikimizde bu içkiyi çok seviyoruz. Bu arada biz seviyoruz diye
Michael da, eve almış. Ev sahibimiz
süper canımJ Çok memnunuz.
Sıcak
olduğu için, hele de 1 den sonra sokaklar bomboş. Herkes siestada. Ama bizim zamanımız kısıtlı siesta falan yokJ
Caddeler,
o kadar boş ki; bir tanesinin ortasında, kırmızı ışıkta, lobutlarla gösteri
yapan bile var. Ama akşam üzerleri hava serinleyince, daha çok insan ve arabayı
ortada görüyorsunuz.
Yemek
yiyebileceğiniz yerlerin bir bölümü günün her saati açık iken, bir bölümü
sadece öğlen 13- 15.30, akşam 20.00/21.00-24.00 saatleri arasında açık. Açılış
saatleri temmuz ve ağustos aylarında havanın sıcaklığına bağlı olarak
değişebiliyor. Sicilya’da tüm restoranlar
haftada bir gün, bazı restoranlar
yıllık tatil için turizm sezonunu
dikkate alarak farklı zamanlarda bir ay süre ile kapanıyor.
Lezzetli bir yerel yemek veya pizza yemek isterseniz, Sicilyalıların yemek yediği, genelde ara sokaklarda bulunan fazla turistik olmayan yerleri tercih etmenizde yarar var. Sicilya’nın yemek kültürü bizim ağız tadımıza çok uygun, çünkü; Sicilya Mutfağı, Akdeniz, İtalyan, Arap mutfağının etkisinde kalmış, karma bir mutfak. Makarna, farklı içeriklerle her öğün yenilen bir yemek. İçeriğinde farklı deniz ürünlerinin yer aldığı çok sayıda makarnadan birini mutlaka tatmalısınız. Bunlardan özellikle “sardalyalı makarna” “Pasta con le sarde” ile mürekkep balığıyla yapılmış makarnayı “Pasta al nero di sepia” yı bizim yaptığımız gibi, mutlaka denemelisiniz.
Bu arada Sicilya mutfağının vazgeçilmezleri “Cassata” ve “Cannoli”yi mutlaka tatmalı, üzeri şekerleme ile kaplı meyveleri, badem ezmeli kurabiyeleri, pişirildikten sonra üzerine pudra şekeri dökülen kestaneleri denemelisiniz.
Lezzetli bir yerel yemek veya pizza yemek isterseniz, Sicilyalıların yemek yediği, genelde ara sokaklarda bulunan fazla turistik olmayan yerleri tercih etmenizde yarar var. Sicilya’nın yemek kültürü bizim ağız tadımıza çok uygun, çünkü; Sicilya Mutfağı, Akdeniz, İtalyan, Arap mutfağının etkisinde kalmış, karma bir mutfak. Makarna, farklı içeriklerle her öğün yenilen bir yemek. İçeriğinde farklı deniz ürünlerinin yer aldığı çok sayıda makarnadan birini mutlaka tatmalısınız. Bunlardan özellikle “sardalyalı makarna” “Pasta con le sarde” ile mürekkep balığıyla yapılmış makarnayı “Pasta al nero di sepia” yı bizim yaptığımız gibi, mutlaka denemelisiniz.
Bu arada Sicilya mutfağının vazgeçilmezleri “Cassata” ve “Cannoli”yi mutlaka tatmalı, üzeri şekerleme ile kaplı meyveleri, badem ezmeli kurabiyeleri, pişirildikten sonra üzerine pudra şekeri dökülen kestaneleri denemelisiniz.
Biz
gene dolaşmamıza devam derek, yürüye yürüye; Maqueda Caddesi ile “Corso
Vittorio Emanuele Caddesi’nin” kesiştiği yerde bulunan: “Piazza dei Quattro Canti” “Quattro Canti Meydanı” na varıyoruz.
Bu meydan, dört köşesinde muhteşem güzellikte dört çeşme, onların üstünde dört mevsimi temsil eden heykeller, onların üstünde dört İspanya kralının heykelleri, en üstte şehrin koruyucu azizlerinin yer aldığı; üç cepheli dört bina ile çevrili. Meydan İspanya döneminde gerçekleştirilen şehir planlamasının bir parçası olarak inşa edilmiş. Fotoğraflarımızı çekip, çeşmelere şöyle bir dokunduktan sonra, yürümeye devam.
Bu meydan, dört köşesinde muhteşem güzellikte dört çeşme, onların üstünde dört mevsimi temsil eden heykeller, onların üstünde dört İspanya kralının heykelleri, en üstte şehrin koruyucu azizlerinin yer aldığı; üç cepheli dört bina ile çevrili. Meydan İspanya döneminde gerçekleştirilen şehir planlamasının bir parçası olarak inşa edilmiş. Fotoğraflarımızı çekip, çeşmelere şöyle bir dokunduktan sonra, yürümeye devam.
Pretoria
Meydanı üzerinde Maqueda Caddesi’nden
biraz daha yüksek seviyede, üç kademeli olarak yapılmış, Palermo’nun dört
nehrini simgeleyen mitolojik canavarların, yaratıkların, çıplak kadın ve erkek
heykellerinin yer aldığı 16. yüzyıldan kalma
muhteşem bir çeşme bulunuyor: “Fontana Pretoria”.
Bu çeşme önce 1571 yılında Floransa’da, bir saray bahçesi için yapılmışken, 1574de maddi nedenler yüzünden satılarak, Palermo’ya getirilmiş. Taşınırken, 644 parçadan bir kısmı ambalajlanarak bir kısmı ambalajlanmadan gönderilmiş, tabi bu esnada da bir kısım heykeller tahrip olmuş. Yerleştirilecek alan için ise bir çok ev yıkılmış. 18 ve 19. yüzyıllarda da çok önemli olan bu meydan; heykellerinin çıplaklığı nedeniye; “Utanç Meydanı” olarak adlandırılmış. Fontana Pretoria; bilinen adıyla “Çıplaklar” veya “Utanç Çeşmesi”nin çevresinde bir tarafta yeşil ve sarı renkli süslemelerle kaplı kubbesiyle “San Giuseppe dei Teatini Kilisesi” diğer tarafta “Santa Caterina Kilisesi”, giriş ve ana kapısında dört meleğin yer aldığı, halen “Belediye Binası” olarak kullanılan, “Palazzo Della Aquile” “Della Aquile Sarayı” yer alıyor.
Bu meydandan
ayrılarak yürümeye devam ettiğimizde, başka bir meydan da: Bellini Meydanında, karşımıza stil olarak bize hiç yabancı olmayan
bir bina çıkıyor.Bu çeşme önce 1571 yılında Floransa’da, bir saray bahçesi için yapılmışken, 1574de maddi nedenler yüzünden satılarak, Palermo’ya getirilmiş. Taşınırken, 644 parçadan bir kısmı ambalajlanarak bir kısmı ambalajlanmadan gönderilmiş, tabi bu esnada da bir kısım heykeller tahrip olmuş. Yerleştirilecek alan için ise bir çok ev yıkılmış. 18 ve 19. yüzyıllarda da çok önemli olan bu meydan; heykellerinin çıplaklığı nedeniye; “Utanç Meydanı” olarak adlandırılmış. Fontana Pretoria; bilinen adıyla “Çıplaklar” veya “Utanç Çeşmesi”nin çevresinde bir tarafta yeşil ve sarı renkli süslemelerle kaplı kubbesiyle “San Giuseppe dei Teatini Kilisesi” diğer tarafta “Santa Caterina Kilisesi”, giriş ve ana kapısında dört meleğin yer aldığı, halen “Belediye Binası” olarak kullanılan, “Palazzo Della Aquile” “Della Aquile Sarayı” yer alıyor.
SAN CATALDO KİLİSESİ |
Gene ara sokaklara dalıyoruz. Evlerin gölgesi düştüğü için ara sokaklar daha serin. Ortada kimsecikler yok. Az evel Bit Pazarını dolaşırken gözüme ilişen bir tabela oldu: “Palazzo Mirto”.
Hiç kaçmaz hemen Oya ile Michael’ı oraya sürüklüyorum. Palazzo Mirto Müzesi; Via Merlo, 2 - Palermo, Telefon +39 091 6164751. Giriş 4avro. Yüzyıllar boyu, Mirto Prensliğinden, aristokrat, Filangeri ailesine ait olmuş. Hatta 1982 de orada yaşayan son Filangeri bu mekanı, müze olarak kullanılması için bağışlamış. Mobilyaların çoğu barok stilde. Fakat, Pazar günü, bizim gittiğimiz saatte maalesef kapalı. Kapıdaki görevliye; taaa nerelerden geldiğimizi, burayı mutlaka görmek istediğimizi söyleyince, “eh peki o zaman” deyip, bize en azından, girişdeki ahırlarla, mutfak kısmını gösteriyor. Ahırda her at için yemliği, suluğuyla birlikte, ayrı bir bölme bulunuyor. Ayrıca atlı arabalar var. Mutfak da görülmeye değer. Kimbilir üst katlar, mobilyaları falan ne kadar muhteşemdir diye aramızda konuşup, görevliye teşekkür edip çıkıyoruz. Neyse bu kadarına da şükür ! Artık açlıktan karnımız zil çalıyor. Şöyle güzel bir italyan pizzası ile buzz gibi bir bira bu sıcakta süper olur.
Restoran ve kafelerin çoğunlukta olduğu Piazza Marina’ya gidiyoruz. Zaten çok çok yakınız. Bir pizza restoranı olan “Ristorante Beati Paoli”nin yanındaki restoranda yemeye karar veriyoruz.
Bu restoranın adını veriyorum çünkü tabelası çok hoşuma gidiyorJ Fiyatlar normal. Eh buz gibi biralarımızı da içtik!
Artık arabamıza atlayıp, sahil şeridinde bulunan “İsola delle Femmine” ye doğru uzanıyoruz. Yolda çok ilginç bir yapı dikkatimizi çekiyor: “Palazzina Cinese” Parco Reale della Favorita’nın içinde yer alıyor. Çin tarzında 1790da yapılmış olan bu binayı gezemiyoruz. O da kapalı. Bir taraftan da bu güneşin alnı kabağında olmaktansa, araba daha serin, zaten, deniz kıyısına gitmek için sabırsızlanıyoruz. Yolların iki kenarında, gelin gibi pembe çiçeklerle donanmış, insanın içine ferahlık veren, çok büyük olmayan, ağaçlar var.
İsola delle Femmine; (Women's Island),adının aksine, bir ada değil. Kimsenin oturmadığı fakat 1500lü yıllarda kadınlar hapishanesi olarak kullanılan bir adanın, tam karşısında yer alıyor. .
İSOLA DELLE FEMMİNE |
İkinci vardığımız kasaba “İsola delle Femmine” ile “Capo Gallo” arasında, Palermo’nun kuzey batısında yer alıyor: “Sferracavallo” At Nalı biçiminde bir koyun kıyısında olduğu için bu ad verilmiş.
Taze balık ve deniz ürünleri üzerine bir çok restoran ve uzun bir gezinti sahiline sahip, şirin bir sicilya kasabası.
Burada bir kafede kahve ve tuvalet molası vererek saat 6 gibi, geze geze, dönmeye karar veriyoruz. Zira eve dönmeden yapacak bir işimiz daha var. Ertesi gün Catania’ya gideceğimiz için otobüs bileti almak. Bileti SAİS traspoti Spa.otobüs firmasından alıyoruz. Palermo-Catania 14.20 avro. Akşam evde kendimize bir ziyafet çektikten sonra, ertesi gün Catania’ya gitmek üzere yatıyoruz.
11 Eylül
Yaklaşık 2.5 saatlik rahat bir otobüs yolculuğundan sonra Catania’ya varıyoruz. Catania Sicilya’nın ikinci büyük şehri. Etna Yanardağı ile deniz arasında yani “su ile ateş” arasında yer alıyor. Şehrin kaderi depremler ve Etna patlamalarıyla şekillenmiş.
Oya’nın burada da eski dostları var. Esas görmek istediği kişi, bir zamanlar eşiyle Cihangir’de yaşamış olan ve Oya’nın da, bir zamanlar, İtalya’da evlerinde kaldığı Maria. Maria’nın kardeşi, Mario ve oğlu Enrico bizi almaya geliyorlar. Enrico’nun “Aci Castello”daki evine gidiyoruz. Maria, Enrico’nun eşi ve oğluyla yaşadığı dairenin alt katında oturuyor. Mario 85 yaşında olmasına rağmen, bizi karşılamaya motosikletle geliyor. Sicilya’da, kadın, erkek her yaştan insan motosiklet kullanıyor. Enrico’nun evi müthiş! Fakat apartmana girerken dikkatimi bir şey çekiyor, zaten çekmemesi de imkansız. Her yer kömür taşınmış gibi simsiyah toz. Etna Yanardağı’ndan dolayıymış.
Enrico ile Silvana’nın evleri; bir apartmanın en üst katında, deniz derya ayaklar altında, geniş bir teras ve benim zevkime çok hitap eden mobilyalar, aksesuarlar ve tablolar var. Nedenini sonradan öğreniyorum çünkü Enrico’nun bir antika mağazası var. O yüzden evdeki her şey seçmece ve dünyanın çeşitli yerlerinden.
Mario, Enrico, doktor eşi Silvana ve oğulları Mario ve Maria hep birlikte bir deniz restoranına gidiyoruz.
Bizi götürdükleri restoran denize sıfır. Yediğimiz deniz ürünleriyse müthiş!
Hiç yemediğim deniz kestanesi bile yiyorum. Süper güzel bir yemek oluyor.
O kadar deniz ürününün yanında gene makarna da istiyorlar. Doğrusu buna çok şaşırıyorum.
Maria 90ın üzerinde, ve sık sık yaşadıklarını, geçmişini, şahısları unutabiliyor. Ama Oya’yı tanıyor. Uzun bir süre elini bırakmıyor.
Maria Oya ile birlikte İstanbul’u da, o kadar özlemiş, görmek ve orada yaşamak istiyor ki; evinin balkonundan görünen denizi bile göstererek; Bosfor diyor. Türkleri ve Türkiye’yi hiç unutmamış. Herhalde bunda, kocası ve annesinin mezarlarının İstanbul’da olmasının da büyük etkisi var. Bizimle konuşurken gözleri hep ıslak. Ben Maria’yı ilk defa görmeme rağmen aynı sızıyı kalbimde hissediyorum. İnsanın sevdiklerini ve sevdiği şeyleri kaybetme duygusunu. Bu dokunaklı sahne karşısında, ben de göz yaşlarımı tutamıyorum.
POZİLLO |
Yemek ve kahveden sonra Mario bizi arabayla, yazlıklarının bulunduğu “Pozillo” ya götürüyor.
Ev gayet güzel, önü kayalık, kayalar siyah. Catania’ya “Terra Nera” “Kara Toprak” denmesi boşuna değil.
POZİLLO |
Şehir merkezine gidiyoruz. En ünlü caddelerinden biri olan Via Etna’da yürüyoruz. Catania Palermo’ya göre; daha derli toplu, daha modern.
Yolumuzun üzerinde “Chiesa San Michele Arcangelo ai Minoriti” “Özürlülerin Koruyucu Meleği Aziz Michele Kilisesi”ni ziyaret ediyoruz. Cadde, sağlı sollu bilindik ve bilinmedik büyük mağazalarla dolu.
Tüm caddeyi denize doğru arşınlıyoruz. Via Etna ile Via Vittorio Emanuele II ve Via Garibaldi Caddelerinin kesiştiği yerdeki “Piazza del Duomo”ya varıyoruz.
Hava kararıyor. Meydan gotik binalarla çevrili. Halen şehir meclisi olarak kullanılan, “Palazzo del Municipio”; sarayın karşısında rustik sütunlarla süslü, “Palazzo dei Chierici”; her şey tarihi.
Gerçekten çok sevimli ve güzel bir meydan. Katedral yanındaki binaları, Chierici Sarayı ile bağlayan “Şehir Kapısı” “Porta Uzeda-Porta di Carlo V” olarak biliniyor. 1696 yılında yapılmış olan kapı aynı zamanda Etna Caddesi’ni liman alanına bağlıyor. Meydanın en görkemli ve önemli binası olan Norman barok tarzındaki Katedrali.
Catania’nın koruyucu azizesi “Santa Agatha”. Katedralin içerisinde Santa Agatha’nın betimlendiği tablolar var. Santa Agatha; 3. yüzyılda Catania’da doğar, asil bir ailesi vardır.kendini tanrıya adar ve tüm evlenmek isteyen taliplerini geri çevirir. Bunlardan Quintien, onu evliliğe zorlamak amacıyla bir genelev patroniçesine teslim eder. Fakat Agata hem tanrıyı inkar etmeyi hem de evliliği kabul etmeyince, onu hapsederek işkenceye tabi tutarak kerpetenle göğüsleri kopartılır. Fakat kendisini hapisde ziyarete gelen Havari Pierre tarafından iyileştirilir. Fakat diğer işkencelere dayanamayarak, tüm şehri sarsan bir depremle birlikte hayatını kaybeder.
![]() |
CATANIA'NIN SPESİYALİTESİ AGATA GÖĞÜSLERİ |
Santa Agatha'nın kemikleri 800 yıl bu kilisede kalır fakat 1040 yılında, Sicilya Müslümanların idaresi altındayken, Bizanslı general Georges Maniace, bu kutsal emanetleri Catania da güvende görmeyerek İstanbul'a taşıtır. 86 yıl İstanbul'da kalan Santa Agatha'nın kalıntılarını 2 asker orada olmamaları lazım diye çalarak, Catania'ya geri getirirler.
Evet kilisede birer mum yakıp çıkıyoruz. Hava iyice kararmış. Meydanın tam ortasında “Fontana dell'Elefante” “Fil Çeşmesi” yer almakta.
FONTANA DELL'ELEFANTE |
Halk tarafından bu fil "U Liotru" olarak adlandırılır. Şehre arapların hakim olduğu dönemdeyse, şehir “Balad el-Fil” veya “Medinat el-Fil” olarak yani” Fil Şehri” olarak anılır. Kimilerine göre Catania’nın Libya’daki bir askeri zaferinin simgesi, kimilerine göre şehri Etna’nın lavlarından koruyan kutsal bir hayvan. Aslında bana göre bu fil; çok cana yakın olan Catania halkını da ifade eden dostluk sembolü güçlü ve sevimli bir hayvan. Bizde sağında solunda fotoğraf çektiriyoruz. Meydanın bir köşesinden su sesleri geliyor, orada da mitolojik öğelerle bezenmiş bir çeşme bulunmakta.
Meydanda yer alan 1867 yılında yapılmış Çeşme “Fontana dell’ Amenano”, yeraltından gelen “Amenano Nehri’nin” suları ile besleniyor. Çeşmenin üzerinde yer alan heykeldeki genç, nehri simgeliyor.
Akşamın karanlığında sularda yansıyan ışıklar, heykelleri yalayan sular ve şıkırtıları, verdiği serinlik insanı ferahlatıyor.
Dükkanlardan birinin önünde gene kocaman kuklalar var. Çok sevimliler, insan sarılmak istiyor. Hediyelik eşya dükkanları sırayla dizilmişler. Eh biz de haklarını verelim diye birer birer girip çıkıyoruz. O arada bir telefon geliyor. Enrico nerede olduğumuzu soruyor.
Mağazayı kapatmış, o da bize katılarak, ara sokakları gezdiriyor. Bu arada da barlardan birine girip mochito içmeyi de ihmal etmiyoruz.
THE STAG'S HEAD |
THE STAG'S HEAD |
Eh artık uyku zamanı, çok da geç yatmamalıyız ki, yarın gezecek çok yer varJ
12 Eylül
Sabah saat 10a doğru şehir merkezindeyiz. Etrafı biraz da gündüz gözüyle görmek istiyoruz. İlk bulduğumuz pazara dalıyoruz.
Bizim pazarlardan pek de farkı yok. Piazza Duomo’da bulunan çeşmenin arkasında ve ara sokaklarda her sabah Palermo’daki “Vucciria Pazarı” gibi renkli ve canlı bir pazar olan “Balık Pazarı (Perscheria)” kurulurYılan ve kılıç balıkları dahil, pazardaki balıkçılarda her tür balık ve deniz ürünü var.
Ayrıca bizde olmayan bir takım sebzeler de gözüme ilişiyor.
FINOCCHI |
Fontana dell'Elefante |
Kumaş, penye, mayo, çamaşır derken pazarı bitiriyoruz. Haydi bakalımara sokaklara. Sonra tekrar Piazza Duomo. Meydanı bakalım bir de gündüz gözüyle görmek istiyoruz.
DUOMO |
DUOMOyu ziyaret ettikten sonra, sokaklar bizim.
CATANİA SOKAKLARI |
CATANİA' DA BALKON |
CATANİA |
CATANIA |
CATANIA |
Önce burası olkul deyip girmiyoruz. Ama zaten şimdi okul, eskiden manastırmış içeri girip, etrafı incelemeye başlıyoruz.
Sokak aralarından şehri algılamaya çalışıyoruz.Balkonlar, pencereler, panjurlar, tenteler, çiçekler...
Karşımıza birden bir Roma hamamı çıkıyor.
Chiesa di S. Benedetto |
Bina özellikle “Melek Merdiveni” ile ünlü. Merdiven güzel bir fer forje ile çevrili. Ağaçtan büyük giriş kapısı üzerinde Saint Benoit’nın yaşamından kesitler bulunmakta.
Chiesa di S. Benedetto |
Yolda dümdüz
devam ediyoruz ve bir meydana çıkıyoruz.
Karnımız acıkıyor, Oya menüleri incelemeye başlıyor bile...Acaba ne yesek???Ne içsek?:)
Sağımızda "Monastero S. Chiara" 1760.
Solumuzda ise, bayağı büyük bir cenaze evi bulunmakta.
Gide gide “Castello
Ursino”ya varıyoruz. Buraya,
Piazza Duomo’da bulunan çeşmenin arka tarafında yer alan “Via Calogero” “Calogero
Caddesi’ni takip ettiğinizde direk ulaşabilirsiniz.
CASTELLO URSİNO |
Yolda burayı sorduğumuz iki kişiden biri iyi bir yerde
olmadığını, diğeri de cüzdanlarımıza dikkat etmemizi söylüyor. Ama bizi
yıldıramıyorlar. Castel Ursino 1239-1250 yılları arasında tamamlanan, şehrin en
eski ortaçağ yapısı. Bu kale, 1500’lü yılların ortalarında yeniden inşa ediliyor. Kalenin dört tarafında dört yuvarlak kule bulunuyor.
Kalenin üst katında ise bir müze “Museo Civico”
yer alıyor. Bu müze, farklı
dönemlere ait değerli eserleri içeren üç özel koleksiyonu bir araya getiriyor.
Artık dayanımaz
bir şekilde açlık çektiğimiz için, kaleyi gezmeyi sonraya bırakarak, meydanda, gözümüze
kestirdiğimiz “Al Cavalier
Roxy Pizzeria”da güzel bir "Spaghetti alla Vongole" "Deniz Taraklı Spagetti" yemeğe karar veriyoruz.
SPAGHETTİ ALLA VONGOLE |
Yanında da
“Birra Moretti”. Off Offf bu sıcakta buuzz gibi bir bira ve bir deniz ürünü spagettinin bu kadar iyi gidebileceğini, ancak, yiyip içtiğinizde
anlayabiliyorsunuz:) Benim en sevdiğim spagetti türü bu zaten.
Yeme içmemiz
tamamlanınca, Ursino Kalesine atıyoruz kendimizi.
CASTELLO URSİNO'NUN KAPISI |
MARİO İLE OYA CASTELLO URSİNO'NUN KAPISINDA |
Bu sıcakta serin bir yerde
olmak çok hoşumuza gidiyor. İçeride fotoğraf çekmek yasak.
Salonun bir kenarıda
tuvalet olarak kullanılan bir delik görünce fotoğrafını çekmeden duramıyorum.
Bir de 18. yüzyıl ayakkabısı.
Bu arada, bizi
çok istediğimiz “Etna”ya götürmek için Mario arıyor. Yaşasın!!! Etna Yanardağı,
Sicilya'nın doğu kıyısında, Messina ve Catania'ya yakın; aktif ve Avrupa
kıtasındaki en yüksek yanardağı. Şu anki yüksekliği 3.326 m olmakla beraber,
zirvedeki püskürmelerle bu yükseklik zaman zaman değişmekte. Dağ, 1865'deki
yüksekliğine göre 21,6 m daha alçak. 1190 km² alan kaplamakta, taban çevresi
140 km'ye varmakta.
İtalya'nın en büyük üç aktif yanardağından biri, yüksekliği
en yakın rakibi Vezüv'ün üç katı, Stromboli'nin 3.5 katı kadar.
Catania dışına
çıkıpyaklaşık 1 saat kadar yol alıyoruz. Kıvrıla kıvrıla yukarı tırmandıkça
etrafımızdaki toprak karararak, bitki örtüsü azalıyor.
Etna Dağı’nın ancak 1800 metreye kadar olan
bölümüne normal araçlarla çıkabiliyorsunuz. Dağın daha üstlerine çıkabilmeniz
için finüküler ve arazi araçları kullanmanız gerekli.
Biz de daha yukarılara
çıkmayıp, çıktığımız yerde bir kafede oturuyoruz. Kahvelerimizi yudumlarken,
doğanın ne kadar güçlü olduğunun kalıntılarını izliyoruz. Yerden bir parça
donmuş lav alıyorum. Hatıra!
Bu kadar
Etna ziyareti yeter diyerek, şehir merkezine geri dönüyoruz. Mario bizi
Enrico'nun antika mağazasına götürüyor.
Tam benlik. Bir kere çok kaliteli, zevkli, dünyanın her
köşesinden mobilya, eşya,tablo, biblo, takı bulunuyor.
Antika meraklılarının uğramasını kesinlikle tavsiye ederim. Enrico'yu beklerken, gidip bira serinleyelim diyoruz. Mağazanın
az ilerisindeki pasajın içerisinde bulunan "Blanc a Manger" ye
gidiyoruz.
Gelato, kahve... Dondurma beş tane olsa
üst üste yerim süper!
Enrico ve bazı
dostlar da bizimle birlikte oturmaya geliyor. Eh artık yorulduk. Yemek yiyip
yatma zamanıJ
13 Eylül
Eveeet bugün de
Mario bizi Taormina’ya götürecek. Çok güzel bir yer olduğunu duyduk. Bir
tepenin üzerinde yer alan bir ortaçağ kasabası.
Müthiş bir güzellik. Kasabanın içine araba alınmıyor.. O yüzden arabamızı aşağıdaki park yerine bırakıyoruz. Mario aşağıda kafede bizi beklerken, Oya’yla, Yukarı, kalesinin tepesine çıktığımızda manzara ifadesi zor bir hal alıyor. Tek kelimeyle nefes kesiyor. Tabiri caizse kendinizi kartal yuvasında gibi hissediyorsunuz Taormina’da.
Bu güzel kasabanın eteklerinde “Giardini Naxos” bulunmakta. Şehrin arkalarında, muhteşem bir panaromik yolla gidilen, Francis Ford Coppola'nın çevirdiği Baba filminin bir çok sahnesinin çekildiği “Savoca” ve “Forza d'Agro” kasabaları bulunmakta.
Taormina Messina’ya
bağlı, “Taura”dağının kayalıkları üzerine teras şeklinde kurulmuş, tarihi ise
M.Ö. 1300lere kadar dayanıyor.
Müthiş bir güzellik. Kasabanın içine araba alınmıyor.. O yüzden arabamızı aşağıdaki park yerine bırakıyoruz. Mario aşağıda kafede bizi beklerken, Oya’yla, Yukarı, kalesinin tepesine çıktığımızda manzara ifadesi zor bir hal alıyor. Tek kelimeyle nefes kesiyor. Tabiri caizse kendinizi kartal yuvasında gibi hissediyorsunuz Taormina’da.
Bu güzel kasabanın eteklerinde “Giardini Naxos” bulunmakta. Şehrin arkalarında, muhteşem bir panaromik yolla gidilen, Francis Ford Coppola'nın çevirdiği Baba filminin bir çok sahnesinin çekildiği “Savoca” ve “Forza d'Agro” kasabaları bulunmakta.
PORTA MESSİNA |
Kafelerle çevrelenmiş meydanı, tarihi kapılardan girilen dar sokaklara açılan caddeleri ile Taormina Sicilya’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Taormina’da; Etna manzaralı, antik tiyatro “Greco Romano” bulunuyor.
Tarihi MÖ 3. yüzyıla kadar giden yarım daire şeklinde ki bu tarihi yapıyı Yunanlılar inşa etmeye başlamış fakat Romalılar bitirmiş. Çok istememize rağmen; sıcak ve kalabalıktan dolayı tiyatroyu gezmek istemeyerek, es geçiyoruz. Kentte ayrıca 1892'de yapılan kazılarda bulunan Roma Dönemine ait Odeon Tiyatrosu'nun ve bir sarnıcın kalıntıları da var. Giriş kapılarından birisi “Porta Messina” diğeri Porta Catania; bu şehirlere gidiş yönünü gösteriyor. Kasabanın merkezini üç kemerli ana cadde “Corso Umberto” oluşturuyor. Porta Messina’ya en yakın meydan: “Piazza V. Emanuele Badia”. Bu meydanda bulunan “Palazzo Corvaja”, arap döneminde yapılmış,14. ve 15. yüzyıllarda genişletilmiş.
SARAY ARTIK TURİZM BÜROSU OLMUŞ.. |
JULİETTA:) |
Şu anda turizm bürosu ve folklör müzesi olarak kullanılıyor. İç avlusuna giriyoruz Orada, merdivenlerde çıktığım balkondan, aşağı saçlarımı sarkıtınca Mario: “Hey Jülietta” diye bağırıyor. Merdivenlerden indiğimde, ben şimdi Romeo’mu isterim o zaman diye tutturuyorum, Mario: “ben ne güne duruyorum” deyince hepimiz kopuyoruz. Sarayın tam yanında; eski tapınak kalıntıları üzerine inşa edilmiş, “Santa Caterina d’Alessandria” kilisesi bulunuyor. Kilisenin arkasında evlerin arasında ise 2. yüzyılda yapılmış olan “Odeon” bulunmakta.
Kasabaya girdiğinizde iki taraflı, çok kaliteli hediyelik eşya dükkanları var. O kadar kaliteliki hiç bir şey alamıyoruz.
Gerçekten çok güzel fakat çok pahalı şeyler var. Yolumuza dümdüz devam ettiğimizde nefis bir meydana ulaşıyoruz: “Piazza IX. April”. “Torre Dell’Orologio” “Saat Kulesi” meydandaki tarihi yapılardan. Aşağıyı ve denizi panaromik gören tarafına doğru gidip, fotoğraf çektiriyoruz.
Kendimi keşke bir paraşüt bulsam da aşağıya atsam gibi istekle dolu buluyorum. Yerler füme, gri taşlarla süslü.
Çevremizde, resim yapan ressamlar da görüyoruz. Meydanda ayrıca:“Sant’ Agostina” ve “S. Giusseppe” Kiliseleri bulunmakta.
İbadullah
turist dolu. Taormina’yı gerçekten çok beğenmeme rağmen, bir an evvel şuradan
gidelim duygumla epey bir mücadele ediyorum. Çünkü eylül olmasına rağmen çok
sıcak.
Artık yemek ve serinleme vakti diye güzel bir restorana giriyoruz: Ristorante “Il Ciclope” 203 Corso Umberto, Taormina.
Ciclope: Yunan mitolojisinde, güç ve kuvveti temsil eden, dev ırkından gelen ve alnının ortasında tek gözü olan yaratıklar. “Birra Messina” içiyoruz.
Ohhh o sıcakta ne kadar iyi geliyor anlatamam size. Ben bu sefer makarna yemeyerek oranın spesyalitesi olan, kılıç balığını tercih ediyorum. Tat muhteşem tabi. Oya ve Mario ise deniz ürünlü makarna yemeyi tercih ediyorlar.
Oradan çıkıp artık arabamıza kavuşmak üzere yürümeye başlıyoruz.
Artık yemek ve serinleme vakti diye güzel bir restorana giriyoruz: Ristorante “Il Ciclope” 203 Corso Umberto, Taormina.
Ciclope: Yunan mitolojisinde, güç ve kuvveti temsil eden, dev ırkından gelen ve alnının ortasında tek gözü olan yaratıklar. “Birra Messina” içiyoruz.
Ohhh o sıcakta ne kadar iyi geliyor anlatamam size. Ben bu sefer makarna yemeyerek oranın spesyalitesi olan, kılıç balığını tercih ediyorum. Tat muhteşem tabi. Oya ve Mario ise deniz ürünlü makarna yemeyi tercih ediyorlar.
Oradan çıkıp artık arabamıza kavuşmak üzere yürümeye başlıyoruz.
Deniz süper fakat yanımızda mayo yok. Aman yaaaL Hava da, su da, deniz de süper...Ne yapalım şimdi diye düşünürken; Mario “Ben sizi bizim tenis kulübüne götüreyim, orada havuza girersiniz” diyor. Biz de hemen kabul ediyoruz tabi. Kulüp çok güzel ve sakin. Orada Mario bizden ayrılıyor.Enrico geliyor. Biz havuzda epey bir serinledikten sonra, Enrico bizi mağazasına götürüyor. Bir gün daha böyle bitiyor...
14 Eylül
Sabah, Oya yolda motosiklete binmek istiyor. Arkadan arabayla onları takip ederken ben de fotoğrafını çekiyorum.
Bugün yolumuz "Siracusa"ya doğru gidiyor. Siracusa M.Ö.8. yüzyılda Yunan kavimleri tarafından kurulmuş ve Sicilya’ya başkentliği yapmış. Tarihi eserleri çok. Biz “Parco Archeologica della Neapolis” kısaca, “Neapolis” bölgesine gidiyoruz. Arkeolojik bölgeye girmeden evvel susuzluğumuzu gidermek için girişteki kafede birer meşrubat içiyoruz. Sonra girişden 5avro vererek biletlerimizi alıp, içeri dalıyoruz. Bilet gişesinden sonra aşağı giden yolu takip ediyoruz. Aşağıya giden yol bizi, taş ocaklarının bulunduğu “Latomie del Paradiso” bölgesine götürüyor. Bu bölgedeki tarihi eserlerin yapımında, asırlar boyu bu taş ocaklarından çıkarılan taşlar kullanılmış. Ayrıca bölgedeki karanlık, nemli mağaralar bazı dönemlerde hapishane işlevi görmüş.
Bu mağaralardan en ilgi çekici ve de meşhur olanı, “Dionysos Kulağı (Orecchio di Dionisio)” olarak bilinen mağara. Mağaranın girişi 65 metre uzunluğunda 23 metre yüksekliğinde büyük bir iç kulak şeklinde. Rivayete göre, dönemin diktatörü “Dionysos”, mağaranın muhteşem akustiği sayesinde mahkumların tüm konuşmalarını duyarak, ona göre hareket edermiş. Mağaranın içi gerçekten çok serin, ama nemli. Korkutucu bir görüntüsü var. Korkunç da bir akustiğe sahip. Biz de bunu denemek için acaip sesler çıkartmaktan geri durmuyoruz tabi.
Bu mağaranın dışında bölgede tarihi açıdan daha az önem taşıyan “Grotta dei Cordari”, “Lantomia dell’ Intag-liatella”, “Latomia Santa Venera “ mağaraları bulunuyor.
Neyse Donysos’un kulağından çıkıp, başka bir yerine kaçmadan, yolumuza devam ediyoruz. Hava o kadar sıcak ki, Mario daha evvel kalp rahatsızlığı geçirdiği için, onu mümkün olduğu kadar serinde tutmaya çalışıyoruz.
Şimdi “Teatro Greco” dayız. Taşları bembeyaz. Cayır cayır yanıyor her yer.
Tiyatroda çıkıp bir an evvel güneşten kurtulmaya bakıyoruz:)
Neapolis'den ayrılarak, Siracusa'nın sahiline iniyoruz.
Sokaklar bomboş, herkez evlerinde siesta'da. Valla keşke burada yaşasaydık! Ohh ne ala!!!
SİRACUSA SAHİL |
SİRACUSA |
RİSTORANTE DARSENA :Riva Garibaldi, 6 96100 Siracusa
Çoook güzel deniz ürünlü bir makarna, bira, salata,kahveden sonra, rahatlamış bir şekilde dışarı çıkıyoruz. Ver elini Palermo...
Duvarda eski Mafya babalarından birinin resmi var. Yahu insanın mafyayı sevesi tutuyor. O ne yakışıklılık, o ne karizmadır yarabbim:) Oya ile yemekten sonra tatlı niyetine, bir müddet fotoğrafı seyrediyoruz. İnsan doyuyor valla. Kimbilir gerçeği nasıldı diye düşünüp, hayaller kuruyoruz:)
DUVARDA PALERMO'NUN KUTSAL AZİZESİ SANTA ROSALİA'NIN BABA EVİNİ TERK ETMESİNİ GÖSTEREN BİR RESİM VAR |
"Ristorante Lo Strascino" Pizzeria : Viale Regione Siciliana Nord Ovest, 2282 Palermo
Restorandan çok mutlu bir şekilde çıkıp, evin yolunu tutuyoruz. Eh bugün şehirler arası faaliyet gösterip epey yorulduk doğrusu. Şimdi duş alıp yatmak vakti. Ama öncesinde internetten yarın gideceğimiz yerlere yenilerini katmak için küçük bir çalışma yapmam gerek:)
15 Eylül
Bugün Sicilya'nın en tipik ve güzel, bizim de favorimiz olan "Cefalu" kasabasına gidiyoruz. Alacağımız yol 70km. Denize de gireriz diye saat 10.30 gibi varıyoruz. Cefalu 270 m yüksekliğinde ki, kayalık, "Rocca", eteklerinde kurulmuş olan bir kasaba.
Bir burunun üzerinde yer alıyor. 1131de yapılmış olan bir katedrale sahip, şirin mi şirin bir yer. Sanki evler küçük küçük alınıp, yan yana dizilmiş gibi.
Hele o daracık sokakları, inanılmaz çekici. Özellikle de benim gibi kapı, pencere fotoğrafı hastalarının çıkamayacağı, kendini alamayacağı yerler.
Henüz güneş tam tepemizde değilken, önce şööyle bir etrafı dolaşalım diyoruz. Palermo'da o kadar çok kilise gezdik ki, Cefalu'nun Katedraline şöyle bir bakmakla yetiniyoruz.
Ana caddenin, Vittorio Emanuele'nin, cadde denirse tabi, iki tarafında hediyelik eşya dükkanları yer alıyor.
Bu caddeye girip biraz yürüdüğünüzde solunuzda ilginç bir mekan bulunuyor. Orta çağdan kalma bir çamaşırhane.
Gerçi 1514de yıkılıp tekrardan yapılmış. 15 aslanın ağzından sular akıyor. Çamaşır çitilemek, dövmek için küçük yükseltiler var.
Oradan ilerlerken bir kaç restoranın içine girip manzaralarına bakıyoruz. Ne diyeyim tek kelimeyle: harika:)
Yemeğimizi bitirip iyice rahatladıktan sonra şimdi deniz vakti. Sahile bir iniyoruz ki plaj 10avro. "Çocuklar plajın yanından girelim, havlumuzu serelim, 75 TL vermekten kurtuluruz" diyorum. Onlar da kabul edince, sahile yayılıyoruz.
Bu arada, Michael çeşitli komiklikler yaparak, havlusunu bacağının etrafında kıvırarak arap kıyafeti falan yapıyor. Oyanın bir türlü içinden çıkamadığı parmaklarla yapılan oyunlar gösteriyor. O kadar gülüyoruz ki, millet bize bakmaya başlıyor. Bu arada plajda epey ilginç mayolarda görüyoruz yani. Aşağıdaki gibi. Galiba bizden başka kimsenin dikkatini de çekmiyor.
Denize doyamasak da artık kalksak şeklinde istemeye istemeye toplanıp, deniz faslını bitiriyoruz. 15-18 eylül "Sherbeth festival" i var. "festival İnternazionale del Gelato Artigianale". Her yer pembe pembe bayraklarla dolu ve dondurma tatma standları var.
Artık gün tüm ışıklarını yitirmiş ufukta yavaş yavaş yok oluyor. her gün batımında hüzünlenirim. Ama boş ver buda yeni bir günün doğacağının müjdecisi olarak görülmeli. Öyle değil mi? Hayat hep pozitif bakmazsak yaşamın ne anlamı var ki????
Artık ara sokaklarda bir kez daha dolaşıp evimizin yolunu tutuyoruz.
16 Eylül
Hava sıcak, bugün Palermo'nun içinde dolaşacağız. kendimizi sokaklara, önümüze çıkan pazarlara atıyoruz.
Vicolo delle Ruote, 90134 Palermo. Kilisenin önündeki pazarı iyice bir dolaştıktan sonra
"La Loggia" semtinde yer alan "Piazza San Domenico" ya varıyoruz.
1640 yılında yapılan "Chiesa di San Domenico"
Meydanın sol tarafında yer alan, italyan'ların ünlü mağazası "La Rinascente"
ye atıyoruz kendimizi. Biraz serinleyelim, biraz dinlenelim diyoruz. Mağazının terasına çıkarak San Domenico Meydanı'nı ve kilisesini tepeden inceliyoruz. Fakat mağazada hiç iş yok. Neyse deyip biraz dinlenip çıkıyoruz.
Bu arada gece internetten bulduğum ama korkunç bir yer olduğu için, Michael'ın bizi götürmekistemediği yere gidiyoruz: "Catacombe Dei Cappuccini Palermo" Piazza Cappuccini 1, Palermo. Giriş 3 avro.
16. yüzyıl sonunda, Cappucin manastırının mezarlığında yer kalmayınca, cesetleri manastırın bodrumuna gömmeye başlarlar.1699dan itibaren de rahipler cesetleri mumyalamaya başlar.
Böylelikle bu korkunç ölüler müzesi oluşur. 8000den fazla insan mumyalaarak bu müzede saklanır. Buraya gömülen son ceset, 1920 yılında, iki yaşında ölen; Rosalie Lombard'ın cesedi o kadar iyi korunur ki, "Uyuyan Güzel" adını alır.
Müzede cesetler, mesleklerine göre olmakla birlikte, rahipler, kadınlar, bakireler, çocuklar, suçlular olarak sınıflara ayrılıyor. İnsan manastırın altına indiğinde gördüklerine inanamıyor. Kıyafetleriyle duvara asılmış olanlar, cam içerisinde, tel örgü içerisinde yada hiç korumasız, yan yana yatmaktalar. Fotoğraf çekmek yasak. Yani bu fotoğraflar benim çektiklerim değil. Müzeden çıktığımızda Oya ile kendimizi bayağı kötü hissediyoruz. Michael bizi dışarıda bekliyor. Biraz hava alıp, gelato yedikten sonra, Michael'ın ablasını ziyarete gidiyoruz. Gene duygulu anlardan sonra, eve dönüyoruz. Artık yavaş yavaş toplanma zamanı. Yarın yurda dönüyoruz. Bavullarımızı topluyoruz çünkü yarın evden çıkıp denize gitmeyi oradan hava limanına gitmeyi planlıyoruz.
17 Eylül
Malesef bugün Sicilya gezimizin son günü. Kahvaltıdan sonra bavullarımızı alıp Mondello'ya, kendimizi denizin kollarına atıyoruz. Ama önce bir pastaneye uğrayarak, Sicilya'nın meşhur; üzeri şekereme kaplı, badem ezmesinden alıyoruz. Ama bayağı pahalı 1 meyve 4-5 avro tutuyor. Kilo ile satılıyor.
Ben de ancak 5 adet alıyorum. Evdekiler bir tatsınlar baklım:)
Yemeğimizi de Modello'da yedikten sonra, Michael bizi Hava limanına bırakıyor. Birbirimizle vedalaşıp, Türkiye'ye en kısa zamanda gelmesi için sıkı sıkı tembih ederek, uçağımıza biniyoruz.
Ehh tabi nereye gidersen git, sonunda döneceğin yer kürkçü dükkanı oluyor. Olsun ne yapalım sağlık olsun da, gezilerimiz ömür boyu sürsün...
Bu harika gezi için; öncelikle sayesinde Sicilya gezisi fikrinin doğduğu, canım arkadaşım Oya başta olmak üzere, bize evlerini, yüreklerini, arabalarının kapılarını açan:)
Michelangelo Verso JR ve ablası Pİna'ya,
Silvana ve Enrico'ya,
Mario ve Maria'ya,
gösterdikleri gerçek dostluktan, misafirperverlikten dolayı çok çok teşekkür ederim.
Dünyanın neresinde olursanız olun sizleri hiç unutmayacağım....
Restorandan çok mutlu bir şekilde çıkıp, evin yolunu tutuyoruz. Eh bugün şehirler arası faaliyet gösterip epey yorulduk doğrusu. Şimdi duş alıp yatmak vakti. Ama öncesinde internetten yarın gideceğimiz yerlere yenilerini katmak için küçük bir çalışma yapmam gerek:)
15 Eylül
Bugün Sicilya'nın en tipik ve güzel, bizim de favorimiz olan "Cefalu" kasabasına gidiyoruz. Alacağımız yol 70km. Denize de gireriz diye saat 10.30 gibi varıyoruz. Cefalu 270 m yüksekliğinde ki, kayalık, "Rocca", eteklerinde kurulmuş olan bir kasaba.
Bir burunun üzerinde yer alıyor. 1131de yapılmış olan bir katedrale sahip, şirin mi şirin bir yer. Sanki evler küçük küçük alınıp, yan yana dizilmiş gibi.
Hele o daracık sokakları, inanılmaz çekici. Özellikle de benim gibi kapı, pencere fotoğrafı hastalarının çıkamayacağı, kendini alamayacağı yerler.
Henüz güneş tam tepemizde değilken, önce şööyle bir etrafı dolaşalım diyoruz. Palermo'da o kadar çok kilise gezdik ki, Cefalu'nun Katedraline şöyle bir bakmakla yetiniyoruz.
Ana caddenin, Vittorio Emanuele'nin, cadde denirse tabi, iki tarafında hediyelik eşya dükkanları yer alıyor.
Bu caddeye girip biraz yürüdüğünüzde solunuzda ilginç bir mekan bulunuyor. Orta çağdan kalma bir çamaşırhane.
Gerçi 1514de yıkılıp tekrardan yapılmış. 15 aslanın ağzından sular akıyor. Çamaşır çitilemek, dövmek için küçük yükseltiler var.
Oradan ilerlerken bir kaç restoranın içine girip manzaralarına bakıyoruz. Ne diyeyim tek kelimeyle: harika:)
"IL CORVO DEL PİRATE": L'Arca di Noe, Via Vazzana 7/8...manzara müthiş!
OYA VE BESTELEDİĞİ ŞARKI CE-CE-CEFALU:) |
Gerçekten belde beste yaptıracak kadar güzel! Deniz o kadar durgun ve berrak ki, her an atlamamak için kendimizi zor tutuyoruz.
VALLA CEFALU'NUN GÜZELLİĞİ KARŞISINDA KENDİMİZDEN GEÇTİK... |
MİCHAEL KAYALIKLARI FETHEDERKEN:) |
ŞERBET FESTİVALİ
İŞTE BU BENİM KAPIM:)
|
CEFALU KATEDRALİ |
DUOMO MEYDANI |
DUOMO MEYDANI |
BEN BU KAPIYI ÇOK SEVDİM:) ADINI DA MUTLULUĞA AÇILAN KAPI KOYDUM:) |
LA PORTE ETROİTE??? |
GÜZELLİK BUDUR |
GİZEMLİ KAPI |
Evet karnımız acıkıyor, denize girmeden evvel yemek işini de halledelim diyoruz. Manzarayı çok güzel alan bir restoran bularak, çöküyoruz. Hava çok sıcak. "BAR DEL MOLO": Piazza Marina, 4/5. Oya deniz ürünlü makarna yiyor onunkinde midye de var. Ben spaghetti alle vongole yiyorum, benimkinde sadece deniz kabukluları var. Michael'sa krep istiyor. Bir karaf masa şarabı ve bir sodaya 52 avro ödüyoruz.
SPAGHETTİ Aİ FRUTTİ Dİ MARE |
SPAGHETTİ ALLE VONGOLE |
Yemeğimizi bitirip iyice rahatladıktan sonra şimdi deniz vakti. Sahile bir iniyoruz ki plaj 10avro. "Çocuklar plajın yanından girelim, havlumuzu serelim, 75 TL vermekten kurtuluruz" diyorum. Onlar da kabul edince, sahile yayılıyoruz.
Bu arada, Michael çeşitli komiklikler yaparak, havlusunu bacağının etrafında kıvırarak arap kıyafeti falan yapıyor. Oyanın bir türlü içinden çıkamadığı parmaklarla yapılan oyunlar gösteriyor. O kadar gülüyoruz ki, millet bize bakmaya başlıyor. Bu arada plajda epey ilginç mayolarda görüyoruz yani. Aşağıdaki gibi. Galiba bizden başka kimsenin dikkatini de çekmiyor.
ilginç tipler var |
Denize doyamasak da artık kalksak şeklinde istemeye istemeye toplanıp, deniz faslını bitiriyoruz. 15-18 eylül "Sherbeth festival" i var. "festival İnternazionale del Gelato Artigianale". Her yer pembe pembe bayraklarla dolu ve dondurma tatma standları var.
15-18 EYLÜL ŞERBET FESTİVALİ |
OYA HEP BÖYLE GÜL...
Akşam 21.30 gibi, süper bir gün geçirmenin mutluluğuyla, Palermo'ya doğru yola koyuluyoruz. Evde herkez birşeyler atıştırıyor ve hemen yatağa...Deniz epey yormuş...
|
Hava sıcak, bugün Palermo'nun içinde dolaşacağız. kendimizi sokaklara, önümüze çıkan pazarlara atıyoruz.
Vicolo delle Ruote, 90134 Palermo. Kilisenin önündeki pazarı iyice bir dolaştıktan sonra
"La Loggia" semtinde yer alan "Piazza San Domenico" ya varıyoruz.
1640 yılında yapılan "Chiesa di San Domenico"
COLONNA DELL'İMMACOLATA |
Meydanın sol tarafında yer alan, italyan'ların ünlü mağazası "La Rinascente"
ye atıyoruz kendimizi. Biraz serinleyelim, biraz dinlenelim diyoruz. Mağazının terasına çıkarak San Domenico Meydanı'nı ve kilisesini tepeden inceliyoruz. Fakat mağazada hiç iş yok. Neyse deyip biraz dinlenip çıkıyoruz.
LA RİNASCENTE MAĞAZASININ TERASINDAN GÖRÜNTÜ |
Bu arada gece internetten bulduğum ama korkunç bir yer olduğu için, Michael'ın bizi götürmekistemediği yere gidiyoruz: "Catacombe Dei Cappuccini Palermo" Piazza Cappuccini 1, Palermo. Giriş 3 avro.
16. yüzyıl sonunda, Cappucin manastırının mezarlığında yer kalmayınca, cesetleri manastırın bodrumuna gömmeye başlarlar.1699dan itibaren de rahipler cesetleri mumyalamaya başlar.
Böylelikle bu korkunç ölüler müzesi oluşur. 8000den fazla insan mumyalaarak bu müzede saklanır. Buraya gömülen son ceset, 1920 yılında, iki yaşında ölen; Rosalie Lombard'ın cesedi o kadar iyi korunur ki, "Uyuyan Güzel" adını alır.
Müzede cesetler, mesleklerine göre olmakla birlikte, rahipler, kadınlar, bakireler, çocuklar, suçlular olarak sınıflara ayrılıyor. İnsan manastırın altına indiğinde gördüklerine inanamıyor. Kıyafetleriyle duvara asılmış olanlar, cam içerisinde, tel örgü içerisinde yada hiç korumasız, yan yana yatmaktalar. Fotoğraf çekmek yasak. Yani bu fotoğraflar benim çektiklerim değil. Müzeden çıktığımızda Oya ile kendimizi bayağı kötü hissediyoruz. Michael bizi dışarıda bekliyor. Biraz hava alıp, gelato yedikten sonra, Michael'ın ablasını ziyarete gidiyoruz. Gene duygulu anlardan sonra, eve dönüyoruz. Artık yavaş yavaş toplanma zamanı. Yarın yurda dönüyoruz. Bavullarımızı topluyoruz çünkü yarın evden çıkıp denize gitmeyi oradan hava limanına gitmeyi planlıyoruz.
17 Eylül
Malesef bugün Sicilya gezimizin son günü. Kahvaltıdan sonra bavullarımızı alıp Mondello'ya, kendimizi denizin kollarına atıyoruz. Ama önce bir pastaneye uğrayarak, Sicilya'nın meşhur; üzeri şekereme kaplı, badem ezmesinden alıyoruz. Ama bayağı pahalı 1 meyve 4-5 avro tutuyor. Kilo ile satılıyor.
Ben de ancak 5 adet alıyorum. Evdekiler bir tatsınlar baklım:)
Yemeğimizi de Modello'da yedikten sonra, Michael bizi Hava limanına bırakıyor. Birbirimizle vedalaşıp, Türkiye'ye en kısa zamanda gelmesi için sıkı sıkı tembih ederek, uçağımıza biniyoruz.
Ehh tabi nereye gidersen git, sonunda döneceğin yer kürkçü dükkanı oluyor. Olsun ne yapalım sağlık olsun da, gezilerimiz ömür boyu sürsün...
Bu harika gezi için; öncelikle sayesinde Sicilya gezisi fikrinin doğduğu, canım arkadaşım Oya başta olmak üzere, bize evlerini, yüreklerini, arabalarının kapılarını açan:)
Michelangelo Verso JR ve ablası Pİna'ya,
Silvana ve Enrico'ya,
Mario ve Maria'ya,
gösterdikleri gerçek dostluktan, misafirperverlikten dolayı çok çok teşekkür ederim.
Dünyanın neresinde olursanız olun sizleri hiç unutmayacağım....